Örsan Gürkan: Fanzin heyecanlı ve özgür bir iş. İnsan konuşmak, tartışmak, öğrenmek istiyor. Bizler de özünde bunun için okumuyor muyuz? Hiçbir şey anlatmadığını iddia eden metinler bile bir şey anlatmış olmaz mı? Tıpkı felsefe yoktur derken felsefe yapmak gibi. Her şair günün birinde kendi yayınının peşinden koşuyor. Başka edebiyatçılarda pek sık rastlamadığımız bir durum. Demek ki şiirin kendine has özelliği. Her şair poetikasını kendi oluşturur. Şiirin tam olarak nasıl yazılacağı ve belli kuralları da yok bu yüzden. Sadece yönelimleri var. Onun ne’liğini, özelliklerini şair belirler. Yanılıyor muyum?
Örsan Gürkan : Buradan samimiyetle şairler özelinde herkese kendi yayınını çıkarmasını öneriyorum. Birbirimize sığmak zorunda değiliz. Ancak dayanmak zorundayız. Kültür sanat camiası sayamadığım kadar çok parçaya ayrılmış durumda. İdeolojik bölünmelerden ziyade poetik bölünmeler… Bunun yanında ufak arkadaş çevrelerinin bile işleri var. Cemal Süreya buna “Bağlantı Çevresi” diyordu. Dert sanat olunca insanlar en azından asgari bir noktada kesişmezler mi? Hadi diyelim dergimizi çıkardık, sesimizi duyurduk. Kitap noktasında şair iş çıkaramayınca bir durgunluğa, itilmişliğe doğru ilerliyor. Yayıncılığı ne yapacağız? Şiirde yayın standardı beklemek de çok abes açıkçası. Dolayısıyla o küçük parçacıklardan en alt düzeye “Bağlantı Çevresi” devreye giriyor sanırım. Tam burada lafa giriyorum. Barbarları Beklerken bir şairin diğer yayınlardan sıkılıp, onların yetersiz kaldığı noktada ses çıkarması mıdır? Ya da daha kapsamlı bir kültür hamlesi olamaya mı niyetleniyor? Neden Barbarları Bekleyelim?
Dolunay Aker : Öncelikle şuradan başlayalım: yan yana olma halleri çoğu zaman beni mutlu eden şeyler fakat bazen bu durum kendisini yıpratma, aşındırma, öteleme durumuna dönüşüyor. Düşünülenin ötesinde bir hal alıyor eylem. İşte o vakit kendi yolunu çizmenin zamanıdır. Parçalanma faktörünüyse ben normal karşılıyorum. Bu kadar çoğulluğun arasında parçadan pay kapmak yerine kendi parçanı kendi pratiklerinde kotarmak bana daha sağlıklı geliyor. Bu konuda iyi niyetli değilim. Edebiyatçıların uyumlu insanlar olduklarına da inanmıyorum. Yani o mutlu fotoğrafta bir hainliğin olduğu kesin. Görünenin samimiyeti ben de ürperti uyandırıyor. Cemal Süreya’nın “bağlantı çevresi” tanımına katılmıyorum. Biz ona bugün kanonculuk diyoruz. Süreya’nın savı taktiksel bir olay. Biliyorsun ikinci yeni’nin kabul töreni ağrılı olmuştur. Özerklik talebi diyordu Yalçın Armağan buna. Ancak İkinci Yeni bu talebi yerleştirip şiirine vardığında devamı kanonun tarihini taktiksel anlamda yaymaktan başka bir şey değildir. O gün özerklik talebiyle yola çıkan ikinci yeni, dönemsel anlamda bir on yıl sonra kendisine sığdırılan tüm argümanları bir kenara bırakarak başka bir yola koyuldu. Turgut Uyar ve Edip Cansever’in 70’lerden sonraki süreçlerine baktığımızda bunu görüyoruz. Bu taktiğin şu an geçerliliği kalmamıştır bence. Edebiyat, çevrelerin kabulüyle kurulmaz. Poetik müdahaleler çevrelere onları kabul etmekten başka bir çare bırakmazsa kabulün geçerliliği anlaşılabilir. Barbarları Beklerken estetik politik kültürel bir seçimi imliyor. Açıkça tarafını belli ediyor. Şairin poetik hamlesini ana akımdan yana kullanmıyor mesela. Ana akımın metinlerini, adlarını yerleştirmek için çaba sarf etmiyor. Şiire bir imkân tanıma derdindeyiz. Şairi meydanda görme derdindeyiz. Metinsel seçimlerimizi de bu yönde yapıyoruz. Provokatif eylemler planlıyoruz. Bak bu ilginç bir ayrıntı. Sanatı biçimde öldürmek istemiyoruz. Metnin deneyimi açık bir alan. Alabildiğine dinlemeye kesildik. Çağrılar yaptık. Barbarları Beklerken’in tek çağrısı: dinamizm. Yarın birisi çıkıp bize hadi şu ana akımı dinamitleyelim dese bunu romantik bir seçim olarak görmeyiz. Ne zaman diye sorarız. Ses çıkmazsa biz yaparız.
Dolunay Aker : Sahiplendiğimiz sanatı biraz açabilir misin? Mesela biliyorsun ki -iyi kötü, yersiz eksik- Heves, poetikhars vb. dergi, blog, sitelerde yoğun tartışmalar döndü. Fakat bir yandan bu tartışmaları görmeyen, duymayan kesimler de mevcuttu hâlâ mevcut. Yani ayrışma hep vardı. Yani sanatın bu kadar genel bu kadar kapsayıcısı olduğunu yahut olması gerektiğini düşünmüyorum.
Örsan Gürkan : Sahiplendiğimiz sanatın özeti Barbarları Beklerken’nin mottusu gibi: yeni olanı yap. Bu söylemin bendeki yansımalarını anlatayım sana. Yeni olanı yapma arzusu, bir dergiyle bir fanzine başlamadı bende. İlk okumalarımı hatırlıyorum. Garip ile başlamıştım. O önsözü hâlâ severim. Doğru-yanlış ya da o önsözün yazılması gerekli-gerekli değil diye tartışmıyorum söylemek istediğim sadece yazılagelen şiirlerin “yeni” olması gerekliliği. Bu yeni olma arzusu hem insanın kendi yazınında hem de bütün bir edebi tarihi kıstas alarak ortaya atması gereken bir adanmışlık. Bu bir saplantıyı ifade etmiyor. İnsan bir biçemi değiştirebilir, tekrar kurabilir, yorumlayabilir de. Yüzyıllar öncesi işlenmiş bir izleği bugünün diliyle etili bir şekilde ifade edebilir. Sanatçı yazdıklarına bugünün getirileriyle yaklaşmalıdır. Karşısında ne vardır, yanında kim vardır, neyi savunmalıdır, neyi önerebilir, neyi anlatabilir… Daha ileri giderek insanın kendi yazdıklarının biçeminden de zamanla uzaklaşması ve kendi yazınında yeniliği de öncelemesi gerektiğini düşünüyorum. Her şiir bir biçemle geliyorsa bu şiirler farklı bir biçemle de yazılabilir diyorum. İzleklerimiz de genişledi dünyayla birlikte. O yüzden bugün neyi yapmamanın, neyi yapmanın sanat olduğunu tartışmalıyız. Yeni olanı böylece bulur işleyebiliriz diye düşünüyorum. Diğer konuya gelirsek sanatın kapsayıcı olması gerekmez ama takip edilmesi gerekir. Kimin için yazıyoruz, neden yazıyoruz sorularımızda yani yazma eyleminin anlam arayışında sence neyle karşılaşıyoruz? Bizi okuyan insan olmazsa yazdıklarımız anlam taşır mı, neler söylersin bu konu hakkında? “Yeni olanı yap” önerisini bu solukla değerlendirir misin?
Dolunay Aker : Okurun tetikleyici bir unsur olduğu aşikâr. Fakat okurun ‘her şey’ olduğunu düşünmekte bir o kadar yanıltıcı. Yeni, bu konuda arayışı imliyor. Sabit, değişkenliğe izin vermeyen yahut basmakalıp fikirlerden uzaklaşıp tehlikeli sular da yüzmek her zaman olmasa da genellikle iyi sonuçlar verebiliyor. Okur, yaşama bakıyor. Yaşam kadar cüretli, diyalektik, doğurgan olmak zorundayız. Gerçekliğin kölesi olmadan yeni bir şeyler söylemek yaşamda da edebiyatta da bir devamlılık sağlıyor. Bazen de eskiye ya da geçmiş denen şeye dönmek bize yeniyi getirecektir. Buna en güzel örnekler Eliot ve Borges olabilir. Sanatı takip etmek konusunda da sana katılıyorum. Yazar kokuyu önceden duyumsar. Bu koku belki bugünden gelecek belki de Cervantes’in iz sürücüsü olacağız. Kendi dönemimden yüz yıl önce yazılan bir metinle konuşmak bana haz veriyor. Aradaki mesafe ne olursa olsun aynı kaygı, duygu ve düşünce içerisindeyseniz o metni duymamak için hiçbir neden yok ortada. Bence asıl gelenek ve yeniyi aramak, yenide ısrar etmekte budur.