“Ağız Hareketleri” adlı kitabında steril yaşamlarımızda görmek istemediğimiz karakterlerle oluşturduğu öyküleriyle okuru sarsan Özkan Ali Bozdemir’le kitabını ve öykü dünyasını konuştuk.
Mehmet Özçataloğlu: Yazma serüveniniz nasıl başladı, buradan başlayabilir miyiz?
Özkan Ali Bozdemir: Yazı macerası şiir yazmaya çalışarak, lise yıllarımda başladı. Sayısal ağırlıklı bir okulda, Kars Fen Lisesi’nde okudum. Demek o zaman da azınlığız, edebiyat pek revaçta değildi. Neyseki bu çabamı edebiyat öğretmenimiz Kemal Alin fark etti, bir iki şiirimi okuduktan sonra bir adres verdi bana. Gittim. Yerin altında, izbede karanlık bir matbaa. Şimdiki gibi ofset, dijital teknoloji yok tabii. Her yerde saman kâğıtlar, klişeler ve mürekkep. Sağ olsunlar ilgilendiler, hemen ertesi güne bir yazımı yayımladılar gazetede. Çağdaş Kars Sanat Gazetesi olmalı ismi. Sonra köşe verdiler. Bazen günaşırı, bazen haftada bir yazım, şiirim yayımlandı. Böyle başladı, devam etti…
Mehmet Özçataloğlu: Süreç şiirle başlamış fakat sonrasında öykü, deneme, sinema yazıları gelmiş. Neden şiiri terk ettiniz ya da neden öykü?
Özkan Ali Bozdemir: Şiiri terk etmek zorundaydım çünkü şimdi başka bir mesele vardı karşımda: Şair olmak. Bu bilince sahip olunca artık şiir yazmak yetmiyordu. Kendimde o edâyı bulamadım; bir tavırdır bence şair, bende o yoktu. Böyle olunca da uzaklaştım o sahadan. Hikâyenin büyüsüne kapıldım sonra. Öyküler de bu hevesle geldi.
Mehmet Özçataloğlu: “Ağız Hareketleri” bir ilk kitap. Hacim olarak ince bir kitap olsa da etkileyiciliği hacmini aşıyor. Bunu anlattığınız karakterlere bağlıyorum. Karakterlere karar verme sürecinizden söz eder misiniz?
Özkan Ali Bozdemir: Teşekkür ederim. Bana kalırsa bu etki karakterden çok, durumla ilgili bir konu. Yani karakterlerin içinde olduğu o ‘an’, o durum. Pek fazla dillendirilmeyen insanlık halleri. Bazen komik, bazen trajik, çokça saçma ama sonunda insana ait duygular, durumlar. Dolayısıyla karakterin de inandırıcı olmasını sağlıyor bu bakış. Ona bir vücut, bir kimlik, bir şahsiyet kazandırıyor. Bu açıdan bakınca önce karaktere değil olaya, duruma yoğunlaştığım söylenebilir.
Özkan Ali Bozdemir: Haklısınız, öyküleri okuyunca anlam kazanıyor o ifade ve kimlerden söz edildiği de aslında anlaşılıyor. Kendi yoluna gidebilmek için ötekilerin yoldan çekilmesini beklemek… Beklentiler farklı, bir şeyler umuyoruz yaşamdan. Hepimiz tetikteyiz mevzu ummak olunca. Kimimiz gündüz kimimiz gece… Hırsız da tetiktedir gecede, taksici de, katil de. Neyi beklediğimize, ne beklediğimize göre değişiyor vardiya. İlginçtir, dosyanın taslaktaki ismi Tetikte’ydi en başta. Sonra daha münasebetsiz bir isim olsun diye Ağız Hareketleri’nde karar kıldım J
Mehmet Özçataloğlu: “Namuslu” başlıklı öykünün finalinde parka gelip posta koyanları tanıyoruz aslında. Yine bildik sahneyi göstermişsiniz siz de. Yok mudur bunun bir kırılma noktası? Hep böyle mi olmak zorundadır?
Özkan Ali Bozdemir: Evet, orda bir gerçeklikten çok bir ikiyüzlülüğe dikkat çekmek istedim. Posta koyan mahallenin ağır ağbilerine her yerde rastlıyoruz. Ağbiler devriyeye çıkmadan evvel parkta oturup birasını içerken tanıştığı işveli lubunyamızla oynaşan Kenan da aslında başka bir mahallenin ağbisi. Hani diyor ya, ‘Sen normale benziyorsun kardeş’ diye. O ağbi çünkü gördüklerine inanmak istemiyor. Onun ‘normal’ olduğunu, baştan çıktığını düşünüyor ve mazur görüyor durumu. Bütün ağbiler birbirini kollamanın derdinde. O ahlak polisi nasıl ki bu mahallenin ağbisiyse, daha arkadaki, daha karanlıktaki bir başka mahallenin de laçosudur emin olun. Özetle, gecenin bir vakti –hem de aile parkında- ağız tadıyla yılan dansı yaptırmazlar adama, burası namuslu bir ülke…
Özkan Ali Bozdemir: Farklı bir yerinden yakalamışsınız öyküyü, doğrudur. Ahlaksızlık ve çaresizlik bazı durumlarda birbirinin tersi iki kavram, bazen de iç içe geçen tek bir duygu. Öyküde Mert’in arkadaşına özel çektiği ve iyi paraya sattığı bu ‘solo’ kayıtta her iki durumdan da söz edilebilir, ama biri ötekinden baskın değildir. Çünkü neticede birbirini iyi tanıdığını düşünen iki eski arkadaştan söz ediyoruz. Biri ne kadar çaresizse öbürü o kadar ahlaksız. İçinde de kalsanız dışında da dursanız böyle bir düzen vardır ve olacaktır. Bu ahlaksızlık mıdır çaresizlik mi? Yaşayan mı bilir, diye soruyorsunuz. Yaşamayan hak verir en fazla ama evet, yaşayan bilir. Gene de hesabı düzene sormak lazım, yani ‘yaşatan’a…
Mehmet Özçataloğlu: “Gergedan” Kafka’ya bir selam mıdır, yoksa ne ilgisi var mı, dersiniz.
Özkan Ali Bozdemir: Hangi Kafka’dan söz ediyorsunuz, malum bir de Doğunun Kafkası meselesi çıktı J İroni bir yana, evet Dönüşüm’ün meşhur ilk cümlesinden yola çıktım bu öyküde. Bir sabah bunaltıcı düşlerimizden uyandığımızda kendimizi Gregor Samsa gibi bir hamamböceğine değil de Alfred Smallsick gibi bir penise dönüşmüş bulsaydık ne olurdu? Elbette bir Smallsick olmazdı… Gergedan ve Bu Kurs Size İyi Gelecek adlı öyküler kitabın “Biraz da Gülelim” köşeleridir, biraz böyle okumak lazım sanırım.
Mehmet Özçataloğlu: Öykünüzün geleceği için bir planlamanız var mı? Bu şekilde devam mı yoksa öykü evrenini değiştirip farklı karakterler mi yazacaksınız bundan sonra?
Özkan Ali Bozdemir: Farklı fikirler var kafamda ama kitapta anlattığım bu evreni elbette genişletmek gibi bir düşüncem de var. O karanlık dünyaya henüz bir adım attım sayılır. Adımlarımı çoğaltmak, yürümek, daha yürümek, koşmak çabasındayım uzun vadede. Yaklaşık bir senedir cebelleştiğim bir senaryo var, okuyanlar hatırlarsa kitaptaki Emanet öyküsünün senaryo fikridir bu, belki o nihayete erer bu sene içinde. Bakalım o bıçak çekilecek mi? Malum mevzu zor, dolayısıyla çekilmez bir senaryo olarak düşünüyorum onu. Adı da Çekilmez olursa hiç çekilmez.
Sorularınız ve kitaba ilginiz için teşekkür ederim, fazla gevşemeden ben çekileyim.