Gökhan Yılmaz’ın, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan üçüncü öykü kitabı Hevesin Kaçış Yönü nisan ayında okurlarıyla buluştu. Dili kendine özgü kullanımıyla dikkat çeken yazar; bu kitabında da zengin çağrışımlar, sözcük oyunları ve söz dizimlerini etkili bir biçimde kullanımıyla kendine has üslubunu ortaya koyuyor.
Yılmaz, öykülerinde ev içlerini, dört duvarın şahitlik ettiği yaşamları, acıları, kırgınlıkları, üzüntüleri ele alıyor. Gizli kalmış, konuşulmamış, üstü örtülmüş ama yaşayanda bir iz bırakmış yaralara dokunuyor. Sevgisiz büyüyen/büyüyemeyen çocukları, arasında mesafe olan aile bireylerini, yüreğinde gizli korkuları olan anneleri, suskun ve yorgun babaları, parçalanmış aileleri, aile içi çatışmaları işliyor. “Bir Buçuk Dayı Hikâyesi”, kendisinden korkulan, çekinilen yaşlı bir baba ve onun evlatları arasındaki iletişimsizlik, sohbetsiz, muhabbetsiz gerilimli ev içlerinden biri. İnsanlar İkiye öyküsünde korkuları olan kadın ve kendini gerçekleştiren bir kehanet söz konusuyken; Bakılık Arsa, ffedaa, İkimiz Bir Figanın, İpe Sapa Gelmez gibi öykülerinde yoğun olarak duygularını gizleyen, pes etmiş, vazgeçmiş, susmuş yazarın deyimiyle “beton” babalar anlatılıyor. Öyle Böyle Değil, Diş Hediği öykülerinde ise hayata tutunma çabası içindeki insanların yalnızlığı ele alınıyor.
Tüm bu anlatımlarda mekân olarak ev içleri, odalar, bodrum katlar, sokağı gören pencere önleri kullanılıyor. Kullanılan mekânlardan yola çıkılarak orta halli ya da yoksul ailelerin ev içlerine ışık tutulduğunu görebiliriz.
“On altı buçuk metre oda.Metre dediysek kare. Altı buçuk insan” (Bir Buçuk Dayı Hikâyesi)
“Hava nasıl sıcak piii… Nefesler çarpışıyor önce.” (Bir Buçuk Dayı Hikâyesi)
“Beni bu sandalyeye çaktılar” (Bakılık Arsa)
“İki çivi yetti gerisi ziyan dediler. Zaten elde yok avuçta yok.” (Bakılık Arsa)
“Köyü yeri de değil ama şehir hiç değil. Ne olduğunu kendi bile bilemeyen yer işte.” (Diş Hediği)
“Ama ben masa örtümüz olsun istiyorum yerken. Perdemiz temiz olsun babam gelene kadar zaman hızlı geçsin.” (En büyük Ortak Bölen)
“Annem genelde üzülür. Üzülecek hiçbir şey bulmazsa oturur buna üzülür. Bana üzülür, bodruma üzülür. Çocuklara üzülür. Kiraya üzülür.” ( İpe Sapa Gelmez)
Öykülerin büyük çoğunluğunda üçüncü tekil anlatıcı görüyoruz. Bu da anlatılan hayatlara dışarıdan bakmamızı, evlerin perdelerini aralamamızı, içeride yaşananları gören bir göz olmamızı sağlıyor. Yılmaz’ın dili çok rahat kullandığını, kelimelerle adeta oynadığını söyleyebiliriz. Zengin çağrışımlarla sözcük oyunları yapan yazarın, sadece öykü adlarına bakarak bile bunu görmek mümkün. İkimiz Bir Figanın, En Büyük Ortak Bölen, Bakılık Arsa, Onmaz Olsun bu öykülerden bazıları. Diyalog kullanımını yoğun tutmayı tercih etmeyen Yılmaz, atmosferi oluşturmak için güçlü betimlemeler yapıyor; mekânları, karakterleri detaylı tasvir ederek onların ruhsal ve düşünsel dünyalarını bize resmediyor. Akıcı bir dille ele alınmış öykülerde ritmi ve anlatıcının sesini duymak mümkün. Gökhan Yılmaz, öykülerinde laytmotifler, ritmi yakalayan söz öbekleri, imgeler ve metaforlar kullanarak güçlü bir anlatım ortaya koyuyor. Örneğin, aile içi iletişimsizlik konusunun işlendiği Bir Buçuk Dayı Hikâyesi adlı öyküde sanki karakterlerin yüzleşmesi gereken korkular vurgulanmak istercesine “ayna” imgesi sık sık kullanılıyor.
“Dede, aynaların içinde karanlık.”
“Aynada patlıyor ses ayna hep buralarda.”
“Aynada artı bir kırık.”
“Aynalara hiçbir şey saplanmıyor”
“Ayna avuçlarında kuma dönüyor.”
Bu öyküde ayna laytmotifini kullanan yazar, diğer öykülerinde de kendini tekrar eden ritmi yakalayan söz öbekleri, imgeler, metaforlar kullanmaya devam ediyor. Kitapta sık geçen diğer sözcükler ise “ev”, “boşluk” ve “kedi.” Boşluk, kitabın genelinde yer alan karakterlerin içinde taşıdıkları boşluğa uygun bir sözcükken kedi, daha çok dışarıda bulunan karakteri dışarı çağıran bir imge olarak var oluyor. “İnsan İkiye” öyküsünde balkondan sarkan bebeğin izlediği kediler, En Büyük Ortak Bölen öyküsünde yalnız ve arkadaşları tarafından dışlanan karakterin yine evin dışında oynadığı ama ona çok da iyi davranmadığı kedi örneklerinde olduğu gibi. Öyle Böyle Değil öyküsünde kalbinde metal bir kılıç olan hastanın bir yandan yaşamın dışına atılmışlığını okurken diğer yandan vücudundaki kılıcı çıkartmak için hastane hastane dolaştığını okuyoruz. Öykünün ilerleyen sayfalarında kılıcın bir türlü iyileştirilememiş çocukluğunu simgelediğini anlıyoruz ve gitgide perdeleri açılan öyküde, baba-oğul ilişkisi üzerinden karakterin hayata tutunamayışının nedenlerini anlamaya çalışıyoruz. Aynı zamanda kapalı bir anlatımla ele alınan bu öykü, nitelikli öykü okurlarının keyifle takip edeceği türden. Kitapta birçok öykü açık açık işlenmemiş, sorular okur tarafından cevaplanmayı, boşluklar okur tarafından doldurulmayı bekliyor. Fakat bunlar asla doldurulmayan, cevabı olmayan sorular da değil. Yazarın öykülerinde örtülü bir anlatım tercih etmesini, okuruna güvendiği ve nitelikli öykü okuruna hitap ettiği şeklinde de yorumlamak mümkün.
Hevesin Kaçış Yönü, hem eğildiği konu bakımından hem dil ve üslup bakımından başarılı bir kitap olarak kütüphanemizdeki yerini alıyor.