Handan Acar Yıldız’ın son kitabı Rölyefteki Aslan nisan ayında Ketebe Yayınları etiketiyle okurlarıyla buluştu. Roman türündeki Rölyefteki Aslan’da okurları farklı bir dünyaya yolculuk bekliyor. Postmodern türde ele alınmış kitapta tarihte bilinen ilk kadın şair, Akad kralı Sargon’un kızı olarak prenses ve rahibe Enheduanna’nın hayatı odağında bir anlatı mevcut. Tarihin, mitolojinin, teolojinin harmanlandığı roman, bu bağlamda belli bir hazırbulunuşluğu olan okura kendini daha kolay açıyor.
Romanın detaylı incelemesine geçmeden önce kitabın başkahramanı Enheduenna’ya bir göz atalım. Sümerlerin aşk tanrıçası İnanna’ya yazdığı şiirleriyle tarihin bilinen ilk kadın şairi, bir kralın kızı ve bir tapınak rahibesi olarak Enheduanna bu üç rolün altında zaman zaman eziliyor ve hangisinin ağır bastığı konusunda kendi içinde savaş veriyor. Bu bir bakıma günümüz modern kadınını anımsatıyor bize. Tarihte olduğu gibi halen kadın; anne, sevgili/eş, toplumun ona verdiği rol ve kendini gerçekleştirmek istediği yöndeki rolü arasında gelgitler yaşamakta zaman zaman biri ötekine baskın çıkmaktadır. Anne olarak aşırı fedakâr bir anne toplumda övülürken, kendini keşfetmek isteyen kadın aynı toplum tarafından rahatlıkla sorumsuzlukla suçlanacak belki acımasızca yargılanacaktır. Binlerce yıl öncede durum aynıdır.(Bu durum aynı zamanda okurun Enheduanna ile bağ kurmasını da sağlıyor) Fakat Enheduanna yüksek entelektüel seviyesi, bilgeliği ve sezgileriyle toplumun dikkatini çekmeden bu rolleri yürütmeye çalışmaktadır. Enheduanna çağının ötesinde fakat çağının gerçeklerinin de farkında olan bir kadın. Çağına sığmayan her güçlü kadın gibi derin, sezgileri kuvvetli; işlerini sabır ve sükûnet ile yürütürken yine de bu sezip görmenin verdiği huzursuzluğu taşıyor. Kadınlar için dönemin zorlukların ve cezalarından kurtulmanın tek yolu olan tapınak rahibeliği yapan kadınlara destek oluyor. Hayatta kalabilmek adına ömür boyu sevgiliyi ve aşkı unutmaya ant içmiş bu kadınlar Lotus çiçeğinden ekmekler yapıyorlar. Bu bağlamda Lotus çiçeği kitaptaki en önemli simgelerden biri ve Enheduanna’nın bu kadınlara verdiği destek kadın dayanışmasına bir gönderme olarak romanda yerini buluyor. Çok katmanlı olan romanda Enheduanna’nın yalnızca kadınlarla ilişkisi değil, babası Kral Sargon’un hayatı ve yeğeni Naram-Sin’in krallık dönemlerine de değiniliyor.
Romanda çoğunlukla yer alan mekânlar ana hikâyenin yapısına uygun olarak manastırlar, prenses odaları, tapınaklar, Dicle kıyıları gibi dönemi yansıtan mekânlar kullanılır. Bu mekânlar tarihi aksiyonun oluşmasında güçlü bir rol oynamaktadır fakat atmosferin oluşturulmasında mekân kadar etkili olan bir diğer unsur nesneler, objeler ve eşyalardır. Handan Acar Yıldız’ın yazınsal yolculuğunu takip edenler, yazarın bir objeden yola çıkarak farklı hayat hikâyeleri yaratmakta ne kadar mahir olduğunu bilirler. Yazarın bu özelliği son kitabında kendini bir kez daha gösteriyor. Hayatta birbiriyle çok ilgisi olmayan iki nesne arasında bağ kurarak bir tarafıyla mitolojik olan bu anlatının atmosferini daha ilgi çekici bir şekilde oluşturuyor. Hermitage Müzesi-nakış, karaciğer- Altamira Mağarası’nda bulunan öküz resmi, twitter sembolü-boş akvaryum, plakete atılan imza-çivi yazısı sembolü, ekmek sepeti- Dicle kıyısında bir manastır gibi obje/mekan çiftleri ilk başta anlamsız görünse de yazarın kaleminden anlamlı bir bağ kuruluyor ve Handan Acar Yıldız’ın yazın yolculuğunda onun üslubunun birer belirtisi olarak yerini alıyor.
Yazarın dil ve üslup bakımından belli bir yol çizdiğini epeydir izlemekteyiz. Son kitabı Rölyefteki Aslan bu dil ve üslubun daha net bir biçimde kendini belli ettiği bir örnek olarak karşımıza çıkmakta fakat gerek hikâyenin içine yerleştirilen twitter mesajlaşma bölümleri, gerek şiirler,kullanılan görseller, Handan Acar Yıldız’ın yeni denemeler ortaya koyabildiğini ve okurunu her an şaşırtabileceğini de işaret ediyor. Yazar, Rölyefteki Aslan’da sağlam bir ironi dili kullanmış. Bu ironi ve sivri eleştirilerden nasibini yalnızca hikâyenin geçtiği doğu kültürleri değil Batı medeniyeti de alıyor. Bunun yanı sıra kitapta sembolik bir dil kullanılmış. Öyle ki kitap ikinci kez okunması gereken bir kitap, yorumunu yapmak mümkün çünkü karşımızda, her okunuşunda yeni keşifler yapılabilecek şekilde imgelerle bezeli bir anlatı var. Bunu yanlıca bir örnekle şu şekilde açıklamak mümkün. Kitabın açılışını yapan rölyefteki aslan ve öküz kabartmaları, hikâye boyunca farklı şekilde kendini tekrar edecektir, Dicle kenarında rahibenin bir aslanla öküzün mücadelesini izleyecektir örneğin. Sık sık karşımıza çıkan aslan ve öküzün birbiriyle mücadelesi daha derin bir mücadelenin simgesidir esasen. Aslan hakkında verilen bilgilere baktığımızda onun vejetaryen olduğunu görüyoruz. Öküz hakkında kitapta yeterli bilgi mevcut olmasa da bilindiği gibi resimli yazıdan simgesel yazıya geçişte A harfi öküz başından yola çıkarak yapılıyor, zamanla sadeleşerek günümüzdeki ‘A’ halini alıyor. Bu bağlamda kimliğini kaybeden bir aslan(etçil değil, vejetaryen) varoluş sancısı çekiyor. Öküz ise yazıyı ve yazgıyı temsil ediyor. Aslanın öküze saldırması kimliğini kaybeden, kendini bulmaya çalışan birinin yazıya sığınmasını simgeliyor. Kitap boyunca bazen aslan öküzü, bazen öküz aslanı kovalıyor.
Rölyeftek Aslan’da bu tür anlatımlarla sık sık karşılaşabiliyoruz. Yukarıda değindiğimiz gibi twitter mesajlaşmaları, objelerin görsellerinin yer alması, çok katmanlı yapısı, hikâyenin kronolojik bir sırayla işlenmemesi onu klasik bir romandan ayıran özellikleri arasında. Rölyefteki Aslan için tamamen tarihi veya mitolojik bir roman diyemeyiz fakat büyük bir bölümünün mitlerden, kadim kültürlerden, tarihten beslendiği üstkurmaca bir roman olarak nitelemek mümkün. Yazarın romanda bir karakter olması, ana karakterin yazarla iletişime geçmeye çalışması, belli edebi yapıtlara gönderme yapılması Röyefteki Aslan için rahatlıkla bu tanımlamayı yapmamızı sağlıyor.
Tanrıların ve kralların dünyasının kapılarını aralayan Rölyefteki Aslan okurlarını bekliyor.