“Geceyi kovmak yabancıyı kovmaktır.” Gündüz ise bizden olandır. Alıştığımız,belki bıktığımız bizdir. Gündüz hep aynıdır. Hep bizizdir gündüz,değişmeyiz,;başkası olamayız. Ama gece yabancıdır bize. Çok az görüşürüz onunla.
Tanımayız, yabancı gördüğümüz için korkarız. Aslında bir yabancının bizi sandığımızdan çok daha fazla bildiğinin farkındayızdır. Bu yüzden sevmeyiz geceyi, karanlığı. Karanlıkta göremeyiz, görünmeyiz de çünkü. Bütün gün olduğumuz gibi olamamaktan korkarız. Yalan söyleyememekten korkarız. “gece dili örttüğü zaman”dır o vakit, budur bu korkuya sebep. Karanlıkta korkularımızı gizleyemeyiz yalanlarımızdan. Yalanlarımızı da korktuğumuzdan. Dilimiz örtülür, karanlık pusuda durur, bizi bekler. “ Geceleri çoğu zaman, uyanık, beklerim. Uyuyanların uykusunun kapısında dikilen nöbetçiyim ben; o uyku benden sorulur. Düşün kalına girmez kütlesi üzerinde yüzen ruhum ben.” (sf.11) Jean Genet ‘Miracle de la Rose’ Gece belamızdır. Ya uyanık kalmağa ya da uyumaya çalışırız. Sabahı isteriz bir an önce. İnsan olduğumuzu anında belli ederiz. Gündüzleri geceyi özleriz, izliliği, karanlık bastırınca da geceyi kovarız. Bu yüzdendir yabancıyı kovalamamız, kendimizden korktuğumuzdandır. Oysa bir ışık yandığında nasıl da tiksiniriz kendimizden, görmek istemeyiz. Karanlığa sığınırız.
Kitap bu başı boşluğuna rağmen okuyucuyu kendinden ayırmıyor, akıcı anlatımlar okumaya mecbur kılıyor sanki. Başta anlamsız olan her şey kitap ilerledikçe yerine oturuyor zannediyorsunuz. Tam bu yanılgıya kapıldığınızda Karasu araya giriyor ve olayları düzene koyma isteğinizi pat diye yarıda kesiyor, hevesiniz kursağınızda kalıyor. Beckett izleri görülüyor burada. Son yazmakla yazmamak arasında bir çelişki yaşıyor yazar. Değişen toplum yapısı ve anlatılan karartı bir savaş hal, ya da sıkıntılı bir politik dönemi anlatıyor diyebiliriz. Kepenklerin kapalı olması insanları sokağa çıkmamak için alıştırmaya yönelik çalışmalar içeren bunalımlı durumlar buna işaret ediyor. Belirli kimlikler, karakterler ve beklendiği gibi bir olay örgüsü yok bu kitapta. Günlük alışkanlıkların reddi var. Durumlara simgelere anlatılıyor, insanın art benliği asılmaya çalışılıyor. Anlatıcı tam anlamıyla yazar oluyor bazı sıralar. Bazen de ikisi karşılıklı konuşabilecek kadar uzak düşüyorlar birbirlerine.
Sürekli zıtlıklar birbirini izliyor. Olmayacak şeyler yapıyor kahramanlar, kim olduklarını şaşırıyorlar. “ hangi ayna kendimizi gösterecektir bize? Sürekli bir yürüyüş içinde gibiyiz, bir lunaparkın eciş bücüş görüntü veren aynaları gibi” istediğimiz aynaya inanmaz mıyız zaten.kendimizi görmek istediğimiz gibi bilmez miyiz? Yazar da bunu söylüyor. İnandırıcılığa ihtiyaç duymuyor. Çünkü ne yazarsa yazsın bizi istediğimiz gibi inanır, öyle hayal ederiz. Gülük hayatla uygulanması zor durumlara yer vermekten hiç çekinmemiş bu yüzden. “peki; bu iş nereye dek sürer? Herhalde yalnız kalıncaya dek. Bütün aynalarda kendimizi görünceye dek… daha doğrusu, önlerinde durmasanız da aynaların hepsi sizi gösterinceye dek; gönüllerde olmasanız bile insanları gözleri sizden duydukları korkuyu yansıtmaktan başka bir işte yaramaz oluncaya dek(105)(sf.223.)
İnandığını umut ediyorsan korkmazsın. Peki ya korkuyu umut ediyorsan? Tıpkı “gece” de olduğu gibi geceye sığınmak isterken ondan korkuyoruz. Bir yabancıyı umut ediyoruz. Biz ne kadar tanıdığınız kendimize ve hayata? “hayata yabancılık her şeyden tehlikelidir” diyor. Yabancıyı kovmakla iyi mi yapıyoruz kötü mü öyleyse? Yabancı olarak bırakmamalıyız kendimizi de geceyi de belki. Çok yabancıyız oysa korkuya.”biri ürkütmesi gereken ne varsa iyi bir şeyin belirtisiymiş gibi davranıyoruz”. “gece” de.
Geceyi bekliyoruz ondan ürktüğümüz halde. Buna sebep ölümü kurmaksızın yaşamı kurmamız. Dil örtüldüğü vakit siyahlar giyildiği vakit, gece olduğunda ölüm gelir. Karşı koyamazsın çünkü göremezsin onu orsa görünenin aksine hiçbir şey yoktur ölümde.
“ölümlü bir dünyada insan çabasının en büyük başarısı, ölüm diye biri şey hiç yokmuş gibi davranmak, ölüme meydan okuyarak kurmak, örmek, kendi payına düşeni yapıp sonrakine bırakmaktır”. Gece gelince. Tüm bunlar gecede olur. Karanlık, ölüm, korku,gizem… hepsi gecenin ürünüdür. Gündüzse alışkanlıktır, tanıdık, bildik hep aynıdır. Bu yüzden gece yabancıdır… kendimize yabancı olup korkmayı bile beceremediğimizden yabancıdır gece bize tüm gerçeklikler gibi…