“Yaşamın tümü bir rüya yürüyüşüdür, ölümün tümü eve gidiştir.”
Günümüz yerli ve yabancı yazınında kentin ve günlük yaşamın kaçınılmaz zorunluluklarının, bireyi sıkıştırması çokça işleniyor. Önceki dönemlere kıyasla bu sıkışma arttıkça doğal olarak edebiyata da daha çok yansıyor. Yol adlı bu eser de böyle bir etkiyle başlayan ama çok daha farklı ilerleyen bir eser. Zihni ve zihnin yaratılarını alegorik bir yapıyla boyut boyut işleyip bunu algısal bir çeşitlilikle sunuyor.
Yol, izleği yol olsa da içsel bir yolculuktan ziyade bu zihnî hareketin, gidişin önünde duran, gidişe zorlayan (muhakkak acı gerçekliğin sonucu oluşan) haller ve gidişin olanaksızlıkları ile örülü uzun tek bir öyküden oluşuyor. Yer yer monologlar dışında hakîm bakış açılı anlatıcı (O, üçüncü tekil kişi) seçilmiş. Hikâye iki ana bölüme ve bu ana bölümler de alt bölümlere ayrılmış. Birinci bölüm “Dışında büyük bir boşluk” ikinci bölüm ise “İçinde bir boşluk”
Hikâye yola düşmenin, insanın iradesi dışı kendini bir yolda bulmasının, gerçekliğin algısal olduğunun ve ilerledikçe bu gerçekliğin şekillendiğinin, tüm insanlar için belki de en mühim psişik mevzu olan içerideki huzur ve/veya huzursuzluğun, ruhun ve zihnin keşmekeşinin tüm kıvrımlarıyla sergilenmesinin hikayesi. Ve nihayetinde bunun sonucunda oluşan, bir şekilde dolması gereken boşluğun… Çok dikkat çekicidir ki bu temel arayış veya kayboluş hareketine başka hiçbir insan örneğin; aile, dost, yakın, sevgili, rehber vs. dahil edilmemiş. İnsanı geçtim ne bir tanrı ne başka bir olgu… Doğa ve yapay doğa mekân olarak var sadece. Monologlarında andıklarında dahi tek bir insandan başka, kendinden başka hiç “kimse” yok. Bu yönüyle diğer psikolojik anlatılardan çok net bir çizgiyle ayrılıyor. Bu çıkmazda tahayyülünde bile yalnızdır kahramanımız. Bir tek yolun sonunda eve varma eşiğinde aşka dair umarını dile getiriyor ki yine (herhangi bir) kişiden bağımsız. Bu yönüyle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki yazar, bu bunalımı ve kahramanını çok usta bir şekilde hatta bir psikanalistin vaka olarak kullanabileceği ölçüde psikolojik bilgi donanımıyla sunmuş. Tabii özgün ve edebi bir yolla.
Yazarımız çok nahif ama belirgin şekilde teokratik yapılara ve dogmalara göndermeler de yapıyor; insanın düştüğü en kötü durumlardaki tek başınalığı, üst gücün müdahale etmeyişini, zorda olan insanın yine kendisini suçlamasında bu dogmaların etkisini, teslimiyette de (duruma teslimiyet) -isyanda da durumun değişmeyeceği hallerin oluşunu hikâyenin doğal akışında sunuyor. Dikkatli bir okur olarak en çok etkilendiğim alt ileti silah arketipiydi. Ah! En kötü en çaresiz zamanlarda bile nereden geldiğini bile kestiremediğin bir silahın varlığı! O silah kendi arı gücündür. Eksik olan tek bir eksik mermi ise yine kendinsindir, önceden yaptıklarındır. O silah insanın her koşulda kendini koruyabilme gücünü simgeliyor. Kendinden hariç!
Eren Tümer’in Yol’u her okunuşunda yeniden okurun sorgusunu tetikliyor. En dip ile zirvenin ardışık ve girişikliği daha nasıl işlenebilirdi ki? Bu okurun yansıtıcı düşünüşüne katkı değil de nedir? Azımsanmayacak bir yazın başarısıdır bu. Yazarın bu eserinin ve diğer eseri Kayıp’ın mümtaz okuyuculara ulaşmasını dilerken bunu öngördüğümü de belirtmeliyim. Yazarımızın diline, özgün kalemine ve ışığı en parlak halinde sunabileceği en karanlık alanı seçme kabiliyetine sağlık.
Yol’dan bazı alıntılar:
“Derinliklerinde hiçbir endişe belirmeyen gözlerin pervasızca herhangi bir yerde olmak istedi. Sonra hayatı boyunca hiçbir yük taşımamış, dertsiz ve uyuşuk gövdelerden herhangi biri olmak; hiç can çekişmeden iyi ve yüce olanı daha iyi anlamanın hazzına varmak ve insana tüm güzellikleri tek solukta vaat edebilen büyüleyici sesler işitmek…”
“…ümidi muhafaza eden başka bir kuvvet var içinde.”
“…insanı sonsuzluk vaadiyle uyutan bu düzlüğe açılan kendine ait biricik kapısını çoktan geride bırakmıştı. Fakat diye düşündü; insan kalbinin zihinden de öte bir belleği var. Bu sebeple nerede olursam olayım gözlerim, berrak ışıltılarla yıkanan her deniz görüntüsünün yerine yine bildiklerini koymuyor mu?”
“Bu olan bitenin, durmaksızın akıp gidenin, kendini usanmadan tekrar edenin karşısında durmaya çalışmak çok mu lüzumluydu?”
“Asırlık korkular sarıyordu düşüncelerini. Her şeyi hissediyorum. …zamanın başlangıcından bu yana sürüp giden ölümün o eşi benzeri olmayan kıpırtısızlığını, kayıtsızlığını ve …”
“Bu sınırsız genişlikte içine sığınabilecek bir küçük boşluk dahi bulamamak amma da tuhaf!”
👏👏