YAZARLARA YAZMADIKLARI YERDEN SORULAR
“Gök kubbenin altında söylenmemiş söz yoktur.” Cicero’ya atfedilen bu sözü edebiyat söyleşilerine uyarladığımızda yazarların yazı yolculuğu, kitapları ve edebiyat dünyasına dair “sorulmamış soru yoktur” diyebiliriz. Bu söyleşi dizisinde yer alan sorular da elbette ilk kez sorulmuyor ama eserlerini beğeniyle takip ettiğimiz yazarlarımızla bu kez özellikle yazmadıkları üzerinden, hayaller üzerinden sohbet edelim istedik.
Polat Özlüoğlu: Hiçbir zaman keşke ben yazsaydım dediğim bir metin olmadı. Kitapları daha çok gıptayla ve takdirle okurum. Hatta bazı metinlerde bu minnet duygusuna yerini bırakır. Kendimi şanslı hissederim okuma keyfine vardığım için. Metnin üslubuna, barındırdığı fikre, atmosferine ya da karakterlerine hayran olduğum öykü ve romanlara rast gelmek beni mutlu eder. Ama keşke ben yazsaydım demedim hiç. Monika Maron’un Animal Tireste ve Georgi Gospodinov’un Hüznün Fiziği romanları son zamanlarda beni en çok heyecanlandıran kitaplardandır.
Hatice Günday Şahman: Ursula K. Le Guin Lavinia adlı romanında, Vergilius’un Aeneas destanında küçük bir rolü olan Lavinia karakterini; Ayfer Tunç ise kendi romanı Yeşil Peri Gecesi’nin yan karakteri olan Osman’ı son romanında başkarakter olarak yazdılar. Bu örneklerde olduğu gibi bir eser kaleme almak isteseydiniz hangi eserden ya da eserinizden, hangi yan karakteri seçerdiniz?
Polat Özlüoğlu: Başka bir yazarın eserinden yan karakter alıp başka bir metne konu etmeyi düşünmedim hiç. Yazdığım öykülerden ise bazen böyle yazma isteği uyandıran yan karakterler çıkıyor elbette. Peri Kızı Af Buyrun kitabımdaki öykülerden biri olan Tanrı Misafiri’nin karakterlerinden biri olan Meftune ile kızkardeşi Üftade’yi yazmak isterdim. Uzunca bir novellaya dönüştürmek benim için keyifli bir süreç olurdu. Meftune öyküde tek başına yaşayan neredeyse cüce, şişman, çirkin ihtiyar bir kadındır. Kızkardeşi Üftade ise elim bir kazada ölmüştür. Ablasının aksine o güzeller güzeli bir kızdır. Meftune’nin kıskançlığına o sonsuz bir tapınmayla karşılık verir a
Hatice Günday Şahman: Edip Cansever’in “Masa da masaymış ha” dediği gibi bir masanız olsa, zamanın ve mesafelerin getirdiği sınırlamalar olmaksızın, hangi yazarları ya da kurmaca karakterleri konuk etmek, söyleşmek isterdiniz? Onlarla neler konuşurdunuz?
Polat Özlüoğlu: Böyle bir şansım olsa ilk aklıma gelen isim William Shakespeare. Diğeri ise Comte de Lautréamont denen Isidore Ducasse. Kendisi Maldaror’un Şarkıları’nı yazmıştır. Bir de Virginia Woolf olsun isterdim aynı masada. Neler konuşacağımızı bilmiyorum elbette ama akışına bırakırdım sanırım. Onlar konuşsun ben dinleyeyim isterdim. Hatta günlük, sıradan şeyler üzerine konuşmalarını duymak isterdim.
Hatice Günday Şahman: Yazarken çok beğendiğiniz, çok bağlandığınız cümleler olsa da bazen bu cümleler farklı nedenlerden dolayı metne dâhil olamaz. Siz bu cümleleri acımasızca ya da eliniz titreyerek siler misiniz? Yoksa farklı bir şekilde değerlendirir misiniz?
Polat Özlüoğlu: Ne kadar beğensem, bağlansam da metne uymuyorsa o cümleleri elbette çıkarırım. Metinde bir karşılığı yoksa, çıkması gerekiyorsa üzerini çizer yoluma devam ederim. Başka bir yerde kullanmak için bir yere not etmem çünkü bir şekilde daha sonra o benim aklıma gelir ve kâğıda düşer. Belki daha farklı kelimelerle ya da daha farklı bir kılıkta.
Polat Özlüoğlu: Yazmak bir yolculuk gibidir nereye kadar gideceğin, ne kadar süreceği belli olmaz. Yazılanlar arasından hangisi yayınlanır hangisi saklı kalır her zaman bilinmez. Yazarken büyük bir heyecanla sarılıp sonrasında buruk ayrıldığım metinler oluyor. Bazı öykülerin iyi pişmemiş yemekler gibi çiğ kaldığı, tadının tuzunun olmadığı olur. Önemli olan yazma edimini devam ettirmektir. Her yazarın kendine has yazma biçimi vardır, ben öyle öyküleri ya da metinleri uzun uzun kafamda düşünüp yazan biri değilim. Defterin başına oturunca aklıma gelen şeyleri yazarım. Yani öykü ile tanışmam kalemin kâğıda dokunması ile olur.