Nezihe Meriç (d. 1925, Gemlik – ö 2009, İstanbul) 1950 kuşağı mensubu kadın ve çocuk sorunlarını ele alan Türk edebiyatında Cumhuriyet’in ilk kadın öykü yazarlarındandır. Özellikle öyküleriyle tanınmış, ödüller kazanmıştır. (Bir Kara Derin Kuyu – 1990 Sait Faik Hikâye Armağanı, Yandırma – 1998 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü) Bunun yanında yazar, iki tane de roman yazmıştır: Korsan çıkmazı(1961, 1962 TDK Roman Ödülü), Alacaceren(2003). Her iki roman da uzun birer hikâye gibi görünse de işleniş bakımından roman kategorisine almamız daha doğru olur.
Yazarın ilk romanı Korsan Çıkmazı(1961) şimdiki zaman ve geçmişle örülmüş, uzun bir süreyi kapsarken, 2003 yılında yayınlanan Alacaceren ise nispeten daha kısa bir süreyi anlatan sabahlar üzerine kurgulanmıştır.
Bilinç akışı tekniğine sık sık yer verilen Korsan Çıkmazı, şimdiki zamanda yaşanan küçük anlarla, yakın ve özellikle uzak geçmişe ait anıların, bölük pörçük yerleştirildiği bir romandır. Zaman sıçramaları üzerine kurulmuş olan romanda şimdiki zaman ve geçmiş zamana ait olaycıklarla anılar, iki ayrı kanaldan büyük oranda kronolojik olarak akar. Fakat bu akış sık sık kesintiye uğrar. Romanın asıl zamanı olan şimdiki zaman çok kısa bir süreyi kapsar. Akşamüzeri başlayıp gün doğumuna kadar yaklaşık 12 saat sürer. Ancak Meli ve Berni’nin ortak hayatlarının anlatıldığı geçmiş zaman, 1935’ten 1959’a uzanıp yaklaşık 24 yılı kapsar. Bu süreç içinde II. Dünya Savaşı da bulunmaktadır. II. Dünya Savaşı, romanda Meli ile Berni Orta Anadolu’nun büyük bir ilinde lise son sınıfta okurken başlar. Bu durum romanda kızların ağzından şöyle anlatılır: “Neyyire halanın evi, o sevgili evimiz Mahmut Ağa Mahallesi, Alaçalı Sokağı, No-47, eskimişti. Sabaha karşı simitçiler geçmeye başlayınca, fırlıyorduk yataktan. Çarşıya gitme sırası kimdeyse, o çabucak giyinir, çıkardı. Daha çocukluktan kurtulmamış, pembe dedikleri dünyamıza, İkinci Dünya Savaşı girmişti. Ekmek, vesikayla veriliyordu. Bu, bizim için bir çeşit oyundu. Savaş demek, kahvelerin önüne biriken kalabalıkların ajans haberlerini dinlemesi demekti. Kalabalık, insanların korkulu telaşları hoşumuza gidiyordu. Mahir amcanın Almanya’dan gelen gazeteleri, dergileri artık gelmiyordu. Evde konuşulan günlük konulara şimdi, Almanya, Hitler, Mussolini, İkinci Dünya Savaşı, seferberlik gibi sözcükler ve konular karışmıştı.”
“Bizim mutfağımızda, savaş boyunca, hiç eksiklik duygusu, yokluk sözü olmadı. Çünkü biz, savaştan önce de, tutumlu bir sofraya oturuyorduk. Zeytin, peynir, süt, çay, kaymak, reçel, hepsi birden gelmezdi sofraya. Bazı sabahlar, yalnız peynir yerdik. Pazar günleri, ikinci bir bardak çay içebilirdik. Savaş bize, düşünceli bir Mahir amcayla, biraz dalgınlaşan, kahkahası azalan bir Neyyire hala getirdi. Savaşla ilgili haberlerden hiçbir şey anlamıyorduk. İçimizde, uzak, belirsiz, korkuyla merak arası bir duygu vardı. Karartma ve tatbikat günlerine sevinçle katılıyorduk. Yan yana pencerenin önüne büzülür, dışarıyı seyrederdik.”
Eserde tarihi verilen bir başka olay da Meli’nin Ahmet’i Taksim’de görmesidir: 26 Aralık Perşembe.
Bunun haricinde romanda karakterlerin ağzından bazı tarihler duymaktayız: “Şimdiyse 1959 yılı Türkiye’sinde yıkılan bir İstanbul’a karşı durmuş, topuklarımın ağrısını dinliyorum. Yorgunum diyorum, anlamıyorlar. Durmadan dört bir yandan gelip, dört bir yana giden insanlar, dolmuşlar, itişip kakışmalar, ter kokuları, küfürler; küfürden beter anlamsız suratlarla dolu çevrem. Kocaman bir gürültü içindeyim.”
Zaman bakımından değişik bir kurguya sahip olan Alacaceren’de ise iki kız küçük kız kardeşin sabahları anlatılmaktadır. Romanın esas kahramanı Bengi’nin yazdığı iç romanın da monte edildiği eserde 13 bölümün 9’u sabahlara ayrılmıştır. Geçmişe ait olan bu sabahlar karışık bir şekilde düzenlenmiştir. İlk sabah, şimdiki zamanda yaşanır. Sonra çoğunda anneyle babanın tartışmalarından izler taşıyan 6 sabah, 6 başlık altında anlatılır. Arkasından anne ve babanın evi terk edip, dedenin çocukları sahiplendiği, onunla mutlu oldukları iki sabah daha anlatılır. Romanda ayrıca iki farklı gecede yaşananlar da yansıtılır. Fakat roman aniden biter ve bir anda kızları büyümüş buluruz. Bu özelliğiyle roman yarım kalmış bir hava verirken, aslında tam olarak bir uzun hikâye görünümünü de verir.
Romanlarda mevsimler hakkında fazla bilgi verilmese de bazı ipuçlarından yararlanarak bir sonuca ulaşmamız mümkündür. Korsan Çıkmazı’nda şimdiki zamanda yaşanan olayların zamanı bahar ve ya yaz olmalıdır. Geçmiş zamana ait olaylarda diğer mevsimler de olmakla birlikte kış mevsimi ağır basar: “Çok eski yıllarda, 1935 yılında da gene böyle mavi bir gökyüzü vardı. Bir kardan memlekette, iki küçük kız yaşardı. Kar birden kalkar, aylardır mavimsi bir beyazlık olan dünya, birden değişir, ne bahara, ne yaza benzeyen bir mevsim gelirdi. Bu uzak, doğu ilinde, hiçbir can sıkıntısı olmazdı. Hep bahara yeni çıkılmışlığın sevinci olurdu. Tandır ekmeğinin kokusu, tarlalara yayılırdı.” gibi ifadelere sık rastlarız.
Günün bölümleri açısından zamanı irdeleyince gündüz ve gecenin birbirine yakın oranda kullanıldığını görürüz. Korsan Çıkmazı romanında şimdiki zamanda yaşanan olaylar, akşamüzerinden gün doğumuna kadar sürer: Yani akşam ve geceyi kapsar. Romanın içindeki Meli’nin bir avukatla basılması olayı da gece yaşanır: Eserde gündüz yaşanan olaylar da çoktur. Alacaceren, daha önce de belirttiğimiz üzere sabahları anlatan bir romandır. Fakat onun içinde de birkaç geceye yer verilmiştir.
Özetle Nezihe Meriç’in romanları da öyküleri gibi karışık bir zaman düzenine sahiptir. Şimdiki zamanla birlikte geçmişe ait zaman dilimlerinin de serpiştirildiği Korsan Çıkmazı’nda iki kız arkadaşın şimdiki durumlarının yanı sıra hayat hikâyelerini de öğreniriz. Çocukluklarını, ilk gençliklerini, lise yıllarını, üniversite yıllarını, evliliklerin, aile ilişkilerini… Alacaceren’de ise iki kız kardeşin sabahlarının yansımasıyla yıkılmış bir yuvanın çocuklar üzerindeki etkisini görürüz.