Nezihe Meriç (d. 1925, Gemlik – ö 2009, İstanbul) 1950 kuşağı mensubu kadın ve çocuk sorunlarını ele alan Türk edebiyatında Cumhuriyet’in ilk kadın öykü yazarlarındandır. Çok fazla sayıda öykü yazmış ve öyküleriyle tanınmıştır. Bu öyküleriyle de pek çok ödüller kazanmıştır. Bunun yanında yazarın iki tane de roman yazdığını görmekteyiz: Korsan çıkmazı(1961), Alacaceren(2003). Her iki roman da uzun birer hikâye gibi görünse de işleniş bakımından roman kategorisine almamız daha doğru olur. Yazarın Korsan Çıkmazı romanı bilhassa önemlidir. Yazdıktan bir yıl sonra 1962’de Türk Dil Kurumu Roman Ödülünü kazanan bu romanı yazar ayrı sevmektedir. Örnek vermek gerekirse yazarın “İstedim ki gençler de –okuyan gençler var- okusun, bakalım ne düşünecekler, bakalım buluşabilecek miyiz onlarla bunca yıl sonra.” , “Bu Korsan Çıkmazı duyulsun, gençlere ulaşsın istiyorum.” , Ben Korsan Çıkmazı’nı öylesine severim ki, ne zaman okusam, hele vakit akşamsa, sinirlerim bozuksa, içimde bir garip hüzün varsa, oturur, ellerimi de yüzüme kapar, bir güzel ağlarım.” sözleri çok önemlidir. Korsan Çıkmazı’nın üzerinden 42 yıl sonra yazılan Alacaceren ise yazarın bir roman daha yazmayı deneyip uzun hikâye ile bitirmesi sonucu ortaya çıkmıştır.
Erkeklerden Ahmet, Mahir Amca (Korsan Çıkmazı) ve Mahmut Dede’yle Ercan (Alacaceren) yanlışlıkları düzeltmeye çalışan, üretken kişilerdir. Hayatı daha yaşanılası hale getirmek için çaba gösterirler. Kendilerinin veya başkalarının hayatlarını güzelleştirmek için fedakârlık ederler. Yine de Ahmet karamsar bir yönüyle diğerlerinden ayrılır.
Nezihe Meriç’in Topal Koşma kitabındaki “Susuz III” ve “Susuz VII” hikâyelerinde gördüğümüz, hakkında fazla bilgi verilmeyen Ahmet’i “Korsan Çıkmazı” romanında da görmekteyiz. Hikâyede hukuk son sınıfta okuyan bir öğrenci olarak karşımıza çıkan Ahmet, romanda orta yaşlarda bir insan olarak görünür. Ayrıca geçmişi hakkında da hem Ahmet’in ağzından hem de Meli’nin ağzından bilgi verilir: “Benim şanslı olduğum yönler var. Kesin bir şanssızlığımsa ailemin olmayışı. Her neyse. Evet, okuyabilmiş, bir iş sahibi olmuşluğum var. Bunlar öyle pek zorlukla da olmadı. Zordu aslında. Ama öğrencilik yıllarında örneğin bir senin oluşun bile… Sen bunu bilemezsin, sen hayatımda rolü olan bir insansın.” , “Söz arasında annesinin öldüğünü, babasının genç bir kadınla evlendiğini anlattı. Yaz tatillerinde bile eve gitmiyordu. Babası eczacıydı galiba. Batı Anadolu’da bir yerdeydi onlar. Ahmet’i dayısı okutmuştu. Bir de sarı saçlı, küçük bir kız vardı, annesi ölmüştü. Bir akşam vakti, kapı aralığında duruyor, evden ayrılan ağabeyinin arkasından bakıyordu. Gözleri yaşlarla dolu, küçük, sarı bir kız. Bunu unutabileceğimi sanmıyorum.”
Mahir Amca ise Cumhuriyet’in aydın insanlarındandır. Almanya’da mühendislik öğrenimi gören bu bahriye zabiti, ufak tefek, ince yüzlü, kırçıl bir adamdır. Giyimine çok dikkat eder. Gömleklerinin yakaları hep kolalıdır, beyaz eldiven kullanır. Bakımlıdır. Sanata ve müziğe ilgisi yoğundur. Armonyum çalar, ney üfler. Sinemaya gitmek en büyük zevkleri arasındadır. Pipo içer. Eşi Neyyire Hanım ile birlikte yanlarında kalan Meli ve Berni’ye hem örnek olur, hem de onların kişilikli, ahlâklı birer insan olarak yetişmelerini sağlar.
Alacaceren’in Mahmut Dede’si de iki küçük kızın yetişmesinde önemli rol oynar: Bengi ile Gün. Annesi ve babası tarafından terk edilen torunları Bengi ve Gün’ün tüm sorumluluklarını üstlenir. Bengi’nin annesinin babası olan yaşlı adam, çocukları maddi manevi her alanda en iyi şekilde yetiştirmeye çalışır. Mahmut Dede özellikle dış görünümü açısından ayrıntısıyla çizilmiş bir tiptir. Seksenli yaşlarda olmasına rağmen çok genç görünür. Bunu da her zaman bakımlı olmasına ve şık giyinmesine borçludur. Ayrıca uzun boylu, ince, zarif, yakışıklı bir adamdır. Ağarmış dalgalı saçları, gür beyaz bıyıkları, insana sevgiyle bakan mavi gözleriyle tasvir edilmiştir. Gençliğinde “Alafranga Mahmut” ve “Altınbaş” diye lakap takılan Mahmut Dede, giyimine büyük özen gösterir. Kravat takmaktan hoşlanır, güzel ayakkabıya, güzel çoraba, güzel bavula ve iç çamaşırına düşkündür. Akıllıdır. Arkadaşı azdır.
Nezihe Meriç’in romanlarında karşılaştığımız bazı erkekler de mutsuzluklarıyla ön plana çıkar. Aradığını bulamayan, düşlediği hayata kavuşamayan bu insanlardan bazıları bir şeyler yapmaya çalışıp gayret gösterirken, bazıları da ortama uyar. Korsan Çıkmazı’nın karakterlerinden Turan ve Alacaceren’de yer alan Bülent bu tür insanlardandır.
İki mimar, Turan ve Bülent hayatta aradıklarını bulamamışlardır. Her ikisi de evli ve çocuk sahibi olan bu mimarlardan Turan, Bülent’e göre durumu kabullenmiş görünür. Eşi Berni ve küçük oğlu Bora ile mutlu bir hayatı vardır. Geçmişinde hep mutsuz olmuştur. Yeterince ile sevgisi ve ilgisi görmediği için kötü bir çocukluk geçirmiştir. O da amcası tarafından yatılı bir okula yazdırılarak okumuştur. Bu uzun boylu, esmer adam büyük işler yapmayı arzulamış ama gerekli ortam ve çevreyi bulamamıştır. Bu durum romanda Meli’nin ağzından şu şekilde ifade edilir: “Bak ben ne düşünüyorum: Turan büyük işler yapabilmek için gelmiş yeryüzüne ama o çevreyi bulamamış. Bu çevre onun çevresi değil. Küçük yaşından beri bir ortalarda kalışı var diyorum; hiçbir yere uygulanamamış. Gelişememiş, kavrulup kalmış. İçindeki büyük ateş diyelim, onu kavurmuş. Bizi ancak aklıyla anlıyor, duygularıyla değil. Alaycılığı bundan. Biz sahiden, onun yanında, ne bileyim, serlerde büyütülmüş gibiyiz sanki.” Bu yüzden duyguları bozulur. Ortada kalmıştır. Bütün bu olanlardan dolayı çevresine ve ailesine kızgındır. Ama her şeye rağmen iyi bir mimar olarak çalışmalarını sürdürür.
İnce, uzun, soluk benizli bir adam olan Bülent ise arzuladığı hayata kavuşmak ve mutsuz evliliğini bitirmek amacıyla evini terk eder. Bunda eşinin başka bir erkeğe yakınlık göstermesinin de payı vardır. İçe dönük, duygusal bir adam olan Bülent’in özlediği hayat, lüks içinde yaşamak isteyen eşinin aksine deniz kıyısında doğal ve sessiz bir hayattır. Eşiyle anlaşmazlıkları ve gürültülü patırtılı, kırıcı tartışmalardan sonra hırçın bir adam olur. Çoğu zamanda tartışma sırasında eşine cevap vermez, sessiz kalır. Çareyi içkide arar. Gün boyu elinden kadeh düşmez. Sarhoş gezer. En sonunda çocuklarını da bırakıp kendi yolunca yaşamaya koyulur.
Muharrem Bey ve Meli’nin Amca Oğlu (Korsan Çıkmazı) ise rahatlıkları ve gevşeklikleriyle dikkat çekerler. Meli’nin babası Muharrem Bey sıradan bir aile babasıdır. Beş çocuk babası olan bu memur, kahkahalarıyla tanınır. Neredeyse hiçbir kaygısı, tasası olmayan bir adamdır. Bu durum romanda Neyyire Halanın ağzından şöyle aktarılır: “Muharrem, ne yapar o benim yeğenim olacak kadınla, O Nermin denilen kadın? Bunlar böyle, taşrada geze geze, yabani olup çıktılar başımıza. Bu çocuklar bayağı yetişmiş ayol! Ben o dört yaşındayken gelin olmayı bekliyordum. Hani bu çocukların gecelikleri, sabahlıkları? Hani gündeliği, hani yabanlığı? Çocuklar besleme gibi alimallah! Allah’ım, çak çak çak, lak lak lak kabul günü gezmekten başka marifetleri yoktur, bilirim ben. E, Muharrem, sendeki bu tasasızlık! Şimdi gülersin ama yarın bu maymunların gözü açılınca, iki elleri yakanızda olur. İyi ki tatile rastladı. İnsan içine çıkacak kıyafetleri çok çocukların. Nasıl akıl edip de bir iki parça kumaş yollamışlar. Kaçak zahir değil mi onlar? Bari akıl edip de, çocuklara çeyizleri için hazır oralarda dolaşırken bir şeyler alıp koysalar sandıklarına. Pek güzel kaçak yatak örtüleri, ipek başlı havlular oluyor. Nerede böyle şeyleri düşünecek kadınlık onlarda desene.” Muharrem, şişman bir adamdır. Roman okumaktan hoşlanır. Çeşitli hobileri vardır. Meli ve Berni’yi liseyi okumaları için Neyyire Halanın yanına getirir.
Gençliğinde Meli’ye tutkun olan Amca Oğlu, Ahmet gibi hukukçudur. Züppe bir tiptir. Meli’nin onun hakkındaki düşünceleri şu şekildedir: “Bir de size şu amcamın oğlunu anlatmalıyım. Geçen bize geldi. Onu hiç sevmeyiz. Çok züppe bir oğlan. Hukukta okuyor ama çok kafasız.” Meli’den karşılık bulamayınca başka bir kadınla evlenmiştir. Romanda ve “Susuz VII” hikâyesinde karşımıza çıkan Amca Oğlu Meli’nin hükûmet tarafından aranan bir avukat ile semtin fena tanınmış kadınlarından Sofiya ile beraber bir akşam basılması sırasında eşi ile Meli’ye gelmişlerdir. Bu olaydan sonra Meli’yi sorgular. Geleneğe bağlı kişiyi sembolize eder.
Meli ile evlenmeden önce mozaik fabrikası sahibi olan Adnan, kumral, yakışıklı bir adamdır. Yaşça Meli’den biraz büyüktür. Kalın sesi, en belirgin özelliklerindendir. Hayata olgun gözle bakan, ne yaptığını bilen, ağırbaşlı, saygı duyulan bir adamdır. Pipo içer. Bir dişçinin bekleme odasında Meli ile tanışmış, sonrasında evlenmişlerdir. Altmış yaşlarındaki Dayı Bey, (Rahşan Koçakoğlu) müteahhittir. Bu iri yarı adamın çocukluğu Balkanlar’da geçmiştir. Akıllı, kendine güvenen, zengin bir iş adamıdır. Genç bir hanımla evlidir. Meli’nin babası ile içki içerler. Onlara hediyeler getirir. Meli boş vakitlerinde onun yanına uğrar. Sâbir ise kıvırcık saçlı, cesur, yardımsever bir şofördür. Yazarın, “Bozbulanık” kitabındaki “Uzun Hava” öyküsünde karşılaştığımız Sâbir’i Sofiya ile beraber Korsan Çıkmazı romanında tekrar izleriz. “Susuz VII” hikâyesinde pozisyonuyla Korsan Çıkmazı romanında da yer alan Bedri Tunkay, zengin ve yakışıklı bir mimar mühendistir. Şakacıdır. İyi giyinir. Spor araba kullanır. Berni’nin küçük oğlu Bora ise küçücük, neşeli, tatlı bir çocuktur.
Alacaceren’deki Ayşe’nin dedesi, romanın yazarı Bengi’nin Mahmut Dede’sine çok benzer. Onun gibi uzun boylu, beyaz saçlı, hoş sohbetli bir adamdır. Yine onun gibi çok hoş bir kadınla büyük bir aşk yaşamıştır. Bu kadın onu kırk yıl sevmiştir. Ayşe’nin dedesinin Mahmut Dede’den farkı, sözlerini çok sevdiği Divan şiirinden mısralarla süslemesidir. Ayrıca içki ve sigarayı çok seven, dalgacı bir adamdır. Ayşe’nin babası ise, Bengi’nin babası gibi mimardır. İşlerinin yoğun olduğu zamanlar sinirli, onun dışında çok neşeli biridir.
Sonuç olarak romanlardaki şahıs kadrosunda kadınlar önde gelse de, kadın ve erkeklerin çoğunluğu orta yaş ve üzeri, evli, kentli insanlardır. Öğrenim durumu bakımından kadınlar çeşitlilik gösterirken, erkeklerin çoğu yüksek öğrenim görmüştür. Meslekleri de öğrenimleri doğrultusunda farklı farklıdır.