“Bir kral gibi değil, bir oyuncu gibi, kaftanını çıkarıp gri bir pelerin giydi ve belli etmeden çıkıp gitti.” (1)
Konstantinos Kavafis’in Kral Dimitrios adlı şiirine koyduğu bu alınlık, onun yadsıdıklarıyla birlikte 250’yi aşan şiir birikiminin; bu birikimin ardındaki yaşam ve şiir düşüncesinin çok veciz bir özeti gibidir. Çünkü Kavafis, neredeyse bütün şiirleriyle yaşam ve insan arasındaki, daha da doğrusu, insanın yaşam içerisindeki yapıp ettikleriyle, kendisi arasındaki giderilemez çelişkiyi anlatmaya çalışmıştır. Kavafis’in şiirlerinden ilk olarak anladığımız şey, onun bu çelişkiyi yaşamı boyunca yakıcı bir biçimde hissettiğidir.
“Bir engel vardı bir engel, bütün eylemlerimi
Ve baştan aşağı tutumumu değiştiren
Hep bir engel tam konuşacağım sıra
Susturuverirdi beni” (2)
Konuşamıyorsunuz, hâlbuki susuşunuzla görünüyorsunuz yaşamın aynasında. Uzaklaşıp gidiyor konuşamadığınız sizden ve susuşunuz, size rağmen yerleşiyor sizin görünüşünüze. O zaman yaşam, sürekli kendi kendini doğruluyor, Egzistansiyalistler gibi söylersek; her bir insani edim insana değil, yaşama dair bir özü varediyor. Yaşamın içerisinde mümkün olan hiçbir duruş, işaret, mimik v.s. insanı bütünüyle ifade etmiyor; ancak ve ancak yaşamın bir gerçekliğini betimlemiş oluyor. Yaşam için insanın varlığı, onun gerçekliğini devindiren bir anlam taşıyabiliyorken, insan için yaşamın varlığı böyle bir anlamdan yoksun kalıyor; yani yaşam, insanın yapıp ettikleriyle, bütünüyle özünü yansıtabileceği bir uzam olma özelliği taşımıyor. Böylece en baştaki alıntıya dönersek, insan; bir kral gibi, bir politikacı, bir kunduracı ya da terzi, bir vatandaş ya da bir yurtsuz gibi değil, bir oyuncu gibi (o da kendi belirleyimiyle değil üstelik) yaşıyor yaşadığını.
Bu döngü içerisinde, o çok sevilen şiirinde şunları diyor İskenderiyeli:
“Yeni ülkeler bulamayacaksın, başka denizler
bulamayacaksın.
Bu kent peşini bırakmayacak. Aynı sokaklarda
dolaşacaksın.
…
Bu kenttir gidip gideceğin yer. Bir başkasını umma-” (3)
Bu kent; yani senin yabanlığın. Bu kent; yani hep ”çemberin içi”. Gidebileceğin (ve belki) gidemeyeceğin her yer.
İşte bu, gerçek bir trajedidir. Kavafis “Olanaksız” adlı şiirinin sonunda şöyle der:
“Sanırım, yaşanmamış olandır
Bende de en gözde yaşam.” (4)
Sanırım, şiirin başlığında olduğu gibi, yaşanması olanaksız olandır Kavafis’te en gözde yaşam.
Bir başkası için, yaşam ile kendisi arasındaki çelişki bu denli hissedilir olmayabilir; bu, böyle bir çelişkinin (dolayısıyla trajedinin) olmadığı anlamına gelmez. O zaman şunu da söyleyebiliriz: Asıl trajik olan, böyle bir trajedinin farkında olarak yaşamaya çalışmaktır. İşte Kavafis’in büyük trajedisi tam burada. Sanki büyük ve kötücül bir akıl vardır ve bu büyük akıl herkes için büyüklü küçüklü çelişkiler ağıyla örülü birer yaşam kurgulamaktadır. Kavafis için kurgulanan ise bunların en esaslılarından biridir. Burada, Kundera’nın bir başka esaslı kurguyla karşı karşıya kalmış Kafka ile ilgili söylediklerine bakalım: “Kafka’ya göre dünya bürokratlaşmış bir evrendir. Büro, öteki toplumsal olgular gibi bir olgu olarak değil dünyanın özü olarak ele alınır.” (5) Bu bürokratik yapı, Kavafis’in yaşamında tıkır tıkır işlemiş, Kavafis’in hiçbir şekilde hoşnut olmadığı bir yaşam ömrü boyunca onun üzerinde egemenliğini kurmuştur. Burada Kavafis’in yaşamöyküsüne bakmak yararlı olabilir:
Kavafis, İstanbullu Rum bir ailenin çocuğu olarak 1863’te İskenderiye’de doğar. Küçük yaşta babasını kaybettiğinde, ailenin büyük maddi gücü de kaybolmuş durumdadır. Kavafis, çocukluk ve ilk geçlik yıllarını annesi ve altı erkek kardeşiyle 1872’de yerleştikleri İngiltere’de geçirir. Bu arada babadan kalan şirket de batar ve 1880’de aile tekrar İskenderiye’ye döner. 1882’de ise, İngilizler İskenderiye’yi işgal ederek şehri yakıp yıkarlar. Bunun üzerine Kavafis annesi ve kardeşleriyle birlikte İstanbul’a, akrabalarının yanına yerleşir. Kavafis, babasının daha önce ayrıldığı Yunan vatandaşlığına girer ve 1885’te annesiyle birlikte tekrar İskenderiye’ye döner. Bu geri dönüşte karşılaşılan İskenderiye, öncesine hiç benzememektedir. İngiliz işgali kenti tam bir felakete sürüklemiştir. Bu yıkılmış, mahvolmuş kent, Genç Kavafis’in iç dünyasının bir aksidir adeta. Kavafis’in doğumundan gençliğine uzanan yirmi üç yıllık zaman dilimi içerisinde yaşadıklarının kısa özeti böyle.
Kavafis yıllar önce “Aldırmadan, acımadan, usanmadan” (9) ördüklerini söylediği duvarları yıllar geçtikçe kendi elleriyle, bu sefer anlamları özenle gizlenmiş dizeler olarak, sağlamlaştırmış gibidir. “İskenderiyeli Emilianos Monai, İS 628-655” şiiri şu dizelerle başlıyor:
“Sağlam bir zırh yapacağım kendime, sözlerden,
Kişiliklerden, güzel davranışlardan bir zırh” (10)
Kavafis’in içerden dışarıya baktığı zaman hissettiği nasıl bir ‘tuhaflık’ ise o duvarlarla örülü ‘içerisi’ de, ancak anahtar deliğinden göründüğü kadarıyla oldukça tuhaftır: “Bazen odasına kapanırdı. Arkadaşımla ben anahtar deliğinden içeri bakardık. Kavafis bir tiyatrocu gibi elini, kolunu sallar, kollarını havaya açar, sonra eğilip bir şeyler yazardı. İlham geldiği zamanlardı anlaşılan. Pek tabii, bize matrak gelirdi, basardık kahkahayı. Hey gidi günler, demek Mösyö Kavafis meşhur olacakmış!” (11)
Evet, içerde bambaşka bir Kavafis vardır; öyle bir Kavafis ki, odasına kapandığı her seferinde iş arkadaşlarının hevesle kendisini anahtar deliğinden dikizlediği ‘Şair Kavafis’. Gündelik yaşamında alabildiğine sıkıcı, nekes, insanları yıldıracak ölçüde titiz, hizmetinde çalışanlara yukarıdan bakan, ama üstlerine karşı, göstermelik bir biçimde son derece kibar, hizmetkârlarının pazardan alacağı pilici bile önceden dakikalarca inceleyen Kavafis, adının önüne şair sıfatını aldığı zaman, hedonizmin bütün dehlizlerine girip çıkan, hazzın doruklarında gezinen, ‘sıradan sürü’nün basamaklarca yukarısına tırmanmış bir yaratıcıdır artık. Kendi zevki söz konusu olduğu zaman, inanamayacaksınız ama Baudelaire’i bile küçümsemekten kaçınmayan bir ‘sessiz hazcı’dır Kavafis: “Baudelaire’in çok sınırlı bir zevkler çemberi içinde kaldığı izlenimi vardır bende. Dün gece örneğin, ya da geçen Çarşamba ve daha kim bilir kaç kez, çok daha özel tadlar yaşadım, gerçekleştirdim, düşledim, düzenledim ben sessizce” (12) Başta yaşadığı kent olan İskenderiye ile ilgili olmak üzere, bütün hayatı boyunca yaşadığı yıkımlar, kendi içinde adeta yeni bir dünya inşa ettirmiştir şaire. Mutluluk ve zevk adına her şeyi bu inşa ettiği dünya içerisinde yaşar. Bütün aykırı düşüncelerini de bu dünyaya sığdırır. Her türlü özgürlüğün uçsuz bucaksız alanıdır bu dünya. Kâh dönemi için oldukça ileri düşünceler, kâh sapkın cinsel deneyimler, o memur Kavafis’in ışık sızdırmayan duvarlarının arasındadır. Bu çok özel yaşamı dışarıya aksettirmemek için de özel bir çaba içerisindedir. Sidon Tiyatrosu (İS 400) (13) adlı şiirinde, sapkın şiirler yazıp, onları elden ve elbette çok gizli dağıttığını söyler. Bu şiirlerde cesur olduğunu ifade eder. “Seçkin hedonizm” üzerinedir bu şiirler ve ahlak bekçileri olarak nitelediği Hıristiyan keşişlerinin görmelerini istemediği eşcinsel içerikli şiirlerdir. Kavafis’in bu türden şiirleri, onun reel yaşama karşı doğrudan bir bağ kurmaktan kaçınmasının ve hatta bu ikiyüzlü yaşama karşı oluşturduğu eleştirel bakışın bir imkânı gibi de görülebilir. Kendi deyimiyle “sıradan sürü”ye karşı gündelik ilişkilerini alabildiğine sınırlayan Kavafis, şiirleriyle kurduğu dünyasına dair yaptığı her vurguda da aslında o “sıradan sürü”ye yönelik keskin birer eleştiri getirir.
“Kaçınırım alışılmış olandan
Susarım, söylemem bir yığın sözü.
Yüreğimde yazılıdır
şiirler, oradadır
Sevdiğim şarkılar.” (14)
Söylemediği, daha doğrusu söyleyemediği her türlü sözün yarattığı acıdan da burada, şiirleriyle kurduğu dünyada kurtulur. Çünkü bunun başka bir ifade düzlemi yoktur. Ancak şiirle, dünyaya karşı söylenen o yalanla kurtarabilecektir kendini şair. Yazının başında da bir bölümünü alıntıladığımız Gizli Şeyler şiirinde, söylediği gibi onu susturan, hem de tam konuşacağı sırada susturan, dolayısıyla da, gerçek kişiliğini örten o engel, şiirde yerle bir olur. Gizli Şeyler şiirinin devamında,
“En göze çarpmamış davranışlarımdan
En Kapalı sözlerimden, yazdıklarımdan
Yalnız onlardan anlaşılabilirim.” der.
Kavafis’e ait bu çelişik öykü, şiirin, belki yaşamı değiştirmek gibi bir ısrarı olmadığının, ama kendi yörüngesine giren insanı nasıl bir dünyanın içerisine aldığının bir kanıtı gibi. Çoğumuza beylik söz gibi gelir; ama şiir gerçek bir yaşama biçimidir. Çeperlerini dizelerle ören (şair ya da okur) herkes, o yaratılmış dünyanın içerisinde akla, hayale gelemeyecek hazları yaşayabilir. Şiir, bir dünya yaratabilir; bunu şiirin etki alanına giren herkes, mutlaka ve mutlaka deneyimlemiştir. Yaşam şairin yanı başında kendi hoyrat akışını sürdürürken; şair, dizeleriyle yarattığı düş bahçesinin mayhoş meyvelerini yemektedir.
- Kral Dimitrios adlı şiirin alınlığı. Şair, Plütarkos’un Dimitrios’un hayatı adlı kitabından alıntılamış. K.Kavafis, Seçme şiirler, çeviren: Erdal Alova- Barış Pirhasan, Yön yayıncılık, Haziran 1992, 1.Basım, İstanbul, s. 32
- g.e, s. 17
- g.e, s. 35
- Konstantinos Kavafis, Bütün Şiirleri, çeviren:Herkül Millas, Özdemir İnce, Varlık Yayınları, 1998,2. Baskı, İstanbul, s. 249
- Milan Kundera, Roman Sanatı, çeviren: İsmail Yerguz, Afa Yayınları, Haziran 1989, s. 60
- Oğuz Cebeci, Kavafis: “İskenderiye’li Şair”, Sombahar, Eylül- Ekim 1991, sayı:7, s. 54
- Konstantinos Kavafis, Bütün Şiirleri, çeviren:Herkül Millas, Özdemir İnce, Varlık Yayınları, 1998,2. Baskı, İstanbul, s. 102
- Konstantinos Kavafis, Sanat Her Zaman Yalan Söylemez mi?, çeviren: Samih Rifat,YKY, Mart 1993, 1. Baskı, İstanbul, s. 16
- 7 numaralı dipnot.
- Konstantinos Kavafis, Bütün Şiirleri, çeviren:Herkül Millas, Özdemir İnce, Varlık Yayınları, 1998,2. Baskı, İstanbul, s. 78
- g.e., s. 12
- Konstantinos Kavafis, Sanat Her Zaman Yalan Söylemez mi?, çeviren: Samih Rifat,YKY, Mart 1993, 1. Baskı, İstanbul, s. 25
- Konstantinos Kavafis, Bütün Şiirleri, çeviren:Herkül Millas, Özdemir İnce, Varlık Yayınları, 1998,2. Baskı, İstanbul, s. 140
- Konstantinos Kavafis, Bütün Şiirleri, çeviren:Herkül Millas, Özdemir İnce, Varlık Yayınları, 1998,2. Baskı, İstanbul, s. 218
İlk Yayın: Yeniyazı