Bazı tarihi mekânlar hem kardeşliğe hem de kardeşlerin birbirine zulmüne dair izleri bir arada, yan yana taşırlar. Onlarda bu izleri görmemizi sağlayan şey, tarih bilgimizdir elbette. Bu, ‘görme biçimimizin’, tarihi kavrayışımızla bağlantılı olduğu anlamına da gelir. Diğer yandan baktığımız yer, bilimsel anlamda bir bilgiyle sınırlanmayıp, hayal gücümüzü de harekete geçiriyor veya başka bir deyişle canlanıyorsa, sanatsal tahayyüle de yatkınlığımız var demektir.
Van, yalnızca kaleleri ve yapılarıyla değil, coğrafyası ve bir iç deniz olan (Behra Wanê) gölüyle de mistik havaya sahiptir. Sözü Yaşar Kemal’e bırakmanın yeridir: ‘Van gölü, Van gölü değil, Van denizi -öylesine geniş ki, denizden başkası yakışmaz, zaten Vanlılar da deniz diyorlar- gümüş tasta bir sudur (…) Dünyada hiçbir göl, hiçbir deniz, hiçbir su Van gölünün maviliğinde olamaz. Masmavi… Deli eden bir mavilik.’
Bu mistik havanın, yoğun bir mitolojik ve folklorik birikim yaratması son derece doğaldır. Van Gölü’nün Gevaş’a yakın bölümünde yer alan, kilisesiyle ünlü Akdamar adasına ad verdiği rivayet edilen Tamara efsanesi de bu birikimin ürünlerinden… Farklı biçimlerde aktarılan efsaneye göre, Adadaki keşişin kızı olan Tamara, ‘adsız’ bir çobana âşıktır. Çoban, geceleyin Tamara’nın tuttuğu fenere doğru yüzerek adaya çıkar ve gizlice buluşurlar. Durumu fark eden keşiş, kızını engellemeye çalışır. Tamara’nın vazgeçmeyeceğini anlayınca bir hileye başvurup fırtınalı bir gecede feneri yakar; feneri gören genç azgın dalgalara aldırmaksızın suya atlar ve adaya doğru yüzer. Ne var ki, fener sürekli yer değiştirmektedir. Takatsiz kalan genç çoban dalgalara kapılıp boğulur. Olup biteni öğrenen Tamara da kendini adanın yüksek bir yerinden Van Gölü’nün acı sularına bırakır… Evet, ‘vuslat’ı suyun iki yakası üzerinden anlatan aşk efsanelerinden biri; Hellespontos’un (Çanakkale Boğazı) iki yakası için anlatılan Hero ile Leandros gibi; su-gece, karanlık-ölüm, ışık-kavuşma motifleriyle örülen efsaneler… Karşı kıyı, hayal gücü içinde belli belirsiz oluşan bir özlemin dışavurumudur. Bölgede Kêynê Krali (Darahêni; Genç), Çayda Çıra (Harput; Elazığ) gibi başka benzerleri de bulunan bu tür efsanelerin, İrani halkların mitolojisindeki ‘gevher-i şebçerağ’ mitosu çevresinde şekillendiği düşünülebilir. Geceleyin parıldayan bu cevher, hayatı simgeler; su ve gece üzerinden dile gelen karanlığa (ölüm) karşı hayatın ışığıdır.
Fotoğraflar: Mahmut Turgut