Rukiye Saran Aydın’ın “Beli Bükük ile Mezar Taşı” Öykü Kitabı
Münevver Saral: Her yazarın bir okuma yolculuğu, serüveni vardır. Sizinki nasıl başladı?
Rukiye Saran Aydın: Çocuklukta başladı okuma merakım. Elime geçen her kitabı okurdum. Kitap bulamadığım zaman gazetelerden mamul kâğıt torbaları açar okurdum. İlk gençlik yıllarımda bilinçli olarak okumaya başladım. Dünya ve Türk klasiklerini okudum. Dergileri takip ettim. Devlet memurluğundan emekliyim. Memurluğum sırasında Sosyal Bilimler Ön lisans Programını bitirim. Emekli olduktan sonra Eskişehir Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldum. Şimdi daha dikkatli, eleştirel bakışla yakın okumalar yapıyorum. Her tür metni okurum. Öykü, şiir, deneme, roman… Öykü üzerinde yoğun bir şekilde çalışıyorum. Dergileri takip ediyorum. Edebiyat etkinliklerine katılıyorum. Sesli öykü, eleştiri, söyleşi, kitap tanıtım videoları dinliyorum. Bunlardan biri de Edebiyat Burada kanalıdır. Öte yandan eşimin ve çocuklarımın da manevi desteği çok büyük, buradan onlara da şükranlarımı sunuyorum.
Münevver Saral: Peki, bu yolculukta aileniz sizinle birlikte miydi?
Rukiye Saran Aydın: Çok meraklı bir çocuktum. Bulduğum her kitabı okudum ama bu belki de babamın iyi bir okur olmasından kaynaklanıyordu. Aynı zamanda babam yazıyordu da. Evimizde dergi, kitap eksik olmazdı. Çocuk yayınları gelişkin değildi o zamanlar. Ben, babamın dergilerini önce koklar, sonra yapraklarını karıştırır, anlamasam bile okumaya çalışır, resimlerine bakardım. Her kitabı karıştırdığımda esrarlı bir define bulmuş gibi sevinirdim. İlk gençlik yıllarımda ailece oturur kitap okurduk. Sefiller’i, Kemalettin Tuğcu’nun kitaplarını ilk gençliğin verdiği duygusallıkla ağlaya ağlaya okuduğumuzu hatırlarım. Belki de o günlerden izler kalmıştır, ondan olabilir.
Münevver Saral: Öykülerinizin çoğunda masalsı bir tat var. Çocukluğunuzun etkisi olduğunu düşündüm okurken.
Rukiye Saran Aydın: İlkokulun birinci sınıfındayken o zamanlar “Alfabe” adlı bir okuma kitabımız vardı. Sınıf konu konu ilerlerken ben, alfabeyi her akşam baştan sona babaanneme okurdum. O, hiç üşenmeden sonuna kadar hevesle beni dinlerdi. Ayrıca babaannem her akşam bize sobanın etrafında hep birlikte ısınırken masal anlatırdı. Yadsıyamayacağımız bir olgu var; çocukluğumuz ömrümüzün her döneminde çok etkili.
Münevver Saral: Nesneler, hayvanlar, bitkiler… öykülerinizin anlatıcıları. Hatta Covid-19 virüsü bile söz aldı. Bu çoklu konuşturmalarınız hayli dikkat çekici. Biraz söz eder misiniz?
Rukiye Saran Aydın: Çeşitli türlerde yazıyorum öykülerimi: Gerçekçi, alegorik, büyülü gerçekçilik bölümü yerleştiririm bazılarına. Durum öyküsü, olay öyküsü. Nesneleri, hayvanları ve bitkileri konuşturduğum öyküler genellikle alegoriktir. “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit” misali. Hayvanları ve bitkileri çok seviyorum. Aslında bütün kâinatı seviyorum. Doğayla baş başa kaldığım zaman epifanik duygulanmaya girerim. Gözümün perdesi kalkar, bambaşka bir dünya açılır önümde. Heyecanlanırım. Bir çiçek, bir yaprak, bir böcek, gökyüzü, bulut, dağ, ağaç, kar, yağmur, deniz, kayalar ve daha sayamayacağım kadar çok şey şiirsel fısıltılarla konuşur gibidir benimle. Kısacası her güzel şey beni etkiler.
Münevver Saral: Beni de etkiledi öykülerinizdeki doğa. Başımı yukarı kaldırıp sık yapraklı dalların arasından gökyüzüne bakıp durdum kitabınızı okurken. Betimlemedeki başarınızın yanında öyküleriniz hayli sürükleyici de. Özellikle Güvensizlik Yoldaşım adlı öykünüzde.
Münevver Saral: İnci gibi, tane tane dizilmiş cümleler. Diliniz çok güzel ve özenli. Nasıl yazıyorsunuz ya da nelere dikkat ediyorsunuz yazarken?
Rukiye Saran Aydın: İnci gibi tabiriniz çok güzel. Dil, biizim her şeyimiz. Ana dili insanın ana vatanıdır der Adorno. İnsanoğlu bebeklikten çıktıktan sonra konuşmaya başlar. Çocuğa nasıl konuşacağını öğretmeyiz. O kendiliğinden öğrenir. Dil bizim anavatanımızsa, onu en güzel şekilde kullanacağız. Kutadgu Bilig adlı eserinde Yusuf Has Hacip; Aklın güzelliği dildir/ Dlin güzelliği sözdür demiştir. Hele yazarlar Türkçeyi güzel kullanmaya özen göstermelidir. Türkçemiz, dünyada konuşulan diller arasında ilk sıralarda yer alan zengin bir dildir. Ben de yazar olarak vatanımı, yani güzel Türkçemi en güzel şekilde kullanmaya özen gösteriyorum.
Münevver Saral: Modern öykü yazma tekniklerinden hangilerini kullanıyorsunuz? Hangi türde yazıyorsunuz?
Olay öyküsü, durum öyküsü, gerçekçi öykü, büyülü gerçekçilik öyküleri yazarım. Öykülerimin bir kısmı alegoriktir. Yani anlatacağımı sembollerle anlatırım. Metafor özelliği taşır öykülerim. Örneğin Aslımla Ben adlı öykümde gölge metaforuyla insan ömrünü anlatıyorum. Eski Sandığa Kapatılanlar, Sonsuz Yolculuk, Görevliler, Beli Bükük ile Mezar Taşı… gibi öykülerim de öyle. Gerçekçi Öyküler: Kayıp Günlerden Bir Gün, Götürülemeyen, Yangından Kaçarken, Güvensizlik Yoldaşım gibi… Büyülü Gerçekçi Öyküler: Öte’ nin Gölgesi, Çıkmaz Cadde gibi… Bu kadar örnek yeter, daha fazla uzatmayayım.
Münevver Saral: Bir yolculuk hali var öykülerinizde. Hayali yolculuklar. Yola çıkma yolda olma hayatımızın vazgeçilmez eylemi. Aynı zamanda kitabınızın da. Yazma yolculuğunuzun paralelinde anlatır mısınız bize bu durumu.
Rukiye Saran Aydın: Bu güzel tespitiniz için özel bir teşekkürüm var size Münevver Hanım. Ağaç, gölge, güneş, yol… gibi imgeler kullandım öykülerimde. Yol ve yolculuk, insanoğlunun yazgısı. Doğumdan sonsuzluğa bir yolda yolculuk yapar insan. Bu yolculuğunda dünya, yalnızca geçerken uğranılan bir yerdir. Bu süreç içinde kalıcı izler bırakmak ister. Yol, aynı zamanda ilerlemenin, gelişmenin, değişmenin sembolüdür. Yol veya yolculuk, olayı veya durumu tahkiye ederken bir gelişme çizgisi takip ederim öykülerimde. Örneğin: Kitaba adını veren “Beli Bükük ile Mezar Taşı” adlı öykümde olaylar bir ritimle yol alır. “Güvensizlik Yoldaşım” adlı öykümde kahramanımız metro yolculuğu sürecindeki olay akışıyla devam eder yolculuğuna. “Görevliler” adlı öykümde de virüsün insan vücudunda yolculuğu var. “Sonsuz Yolculuk” adlı öykümde de belirgin olarak yol imgesi var. Divan- ı Lügat i-Türk kitabının da yolculuk hikâyesi var. Başka örnekler de var ama bu kadarla yetinelim. Gelelim yazın yolculuğuma. Yazı yazmaya ilk gençlik yıllarımda günlüklerle başladım. Sonrasında şiirle devam ettim. Daha sonra öykü yazmaya başladım. İlk öyküm, gençlik yıllarımda bir gazetede yayımlandı. Sonrasında bir haftalık gazetenin kültür sanat sayfasında, daha sonra dergilerde yayımlamaya başladım öykülerimi ama yayımlanan öykülerimi yeterince olgun bulmadığım için kitaplaştırmadım. Öğretmen olarak görev yaptığım yıllarda, 2010 yılında İstanbul sınırları içinde yapılan bir yarışmada bir şiirim birincilik ödülü aldı. Emekli oluncaya kadar hep okudum. Emekli olduktan sonra daha fazla zaman ayırabildim yazmaya. Öykü üzerine yoğunlaştım. Öykü üzerine teori kitapları okudum. Yayınlanmakta olan önemli dergileri takip ettim. Yerli ve yabancı öykücüleri okudum. Sonra HECE Yayınlarına gönderdim dosyamı, kabul gördü, basıldı. “Beli Bükük ile Mezar Taşı” kitabının yolculuk macerası böyle.
Münevver Saral: İki kapılı bir handan geçerken duygularınıza, duyarlılığınıza, dikkatinize bizi de tanık ettiniz kitabınızla. Teşekkür ederim.
Rukiye Saran Aydın: Ben teşekkür ederim Münevver Hanım. Bu güzel sorularınız ve bana vakit ayırdığınız için.