Yavru kedi yolun kenarında duran beton elektrik direğinin kovuğunda, diş ağrısını andıran bir şekilde zonklayıp duruyordu. Beton direkteki bu delik kovuk, şimdiki direklerde bulunmayan elektrik sigortalarından artakalan kara bir delikti. Ağzı açık olan bu karanlık kuytuluğun etrafı yağmur suyuyla iyice cilalanmış gibi parlıyordu.
İnsancıkların bitkin, ıslak ve yorgun adımları caddenin asfaltında bir iniyor bir kalkıyordu. Omuzlar, yağan sağanak yağışta daha bir içe gömülmüş, görünmez bir hâl almıştı. Günlük işler bitmişti. Terler bedenlerde kurumuş ve nefes alıp vermelerin sesi duyuluyordu.
Orada bir dükkân yoktu. Bitkiler evin yüksek bahçe duvarından ve büyükçe demir kapısından kaldırıma dek sarkmıştı. Elektrik direğinin olduğu yerde birkaç tuğla parçası dökülmüştü. Bir adam demir kapının yanında durmuş elindeki zinciri sallıyordu.
On, on iki yaşlarında bir çocuk oradan geçerken kedi yavrusunun sesini duydu. Direğin yanına geldi ve bakıp durdu. Birden sesi kesildi kedinin. Belli ki göz kapaklarının arkasındaki aydınlık değişmiş, diğer bir canlının nefesinin kokusu burnuna ulaşmıştı. Kısa bir süre sonra yeniden sesi geldi yavru kedinin, çocukcağız doğruldu ve demir kapının yanında duran adama baktı. Bakışları adama bu yavru kediyi buraya kimin attığını soruyordu, ama adam bir şey duymamıştı ki bir yanıt versin. Elindeki zinciri sallamaya devam ediyordu.
Adam uzun boylu, iri yarıydı. Pantolonlu ve gömlekliydi. Köylüydü. Çocuk onun gölgesini ve ağırlığını üzerinde hissediyordu. Çocuk durduğu köşeden, demir kapının parmaklığı yanında duran adamın kafasını görüyordu. Adamı oldukça iriyarı biri olduğu için ona bir şey sorup sormama konusunda bir ikilem yaşıyordu. Hoşlanmamıştı ondan. Adam ne yavru kediyle ne de çocukla da ilgileniyordu. Caddeye bakıyordu. Ama yavru kedinin paslanmış iniltisi sanki kulak perdesini tırmalıyordu.
Çocuk yeniden eğildi ve bakışları elektrik direğinin dibindeki eğri büğrü deliğe takıldı. Ses kesildi. Ellerini sonuna kadar porno filmi deliğe soktu ve parmaklarıyla aramaya başladı. Ama bir şey bulamadı. Birden köylünün sesiyle irkildi ve ellerini delikten çekti.
“Delik çok derin, benim ellerim de ulaşmıyor.”
Çocukcağızın gözleri köylünün yüzüne odaklandı. Gözleri heyecan ve korkuyla sık sık açılıp kapanıyor, adamın ne dediğini, ondan ne istediğini bilmiyordu. Adamın elindeki zincir sallanmaya devam ediyordu. Uzunca ve paslıydı zincir. Çocukcağız yeniden duydu:
“Delik çok derin.”
Çocuk bunu duyunca aslan kesildi ve adamdan hoşlanmayışı son buldu. Ona, “siz elinizi soktunuz mu?” dedi.
– Bir zamanlar, çok önceleri, evet. Yavru kedi için değil. Deliğin derinliğinin ne kadar olduğunu bilmek için. Ama ellerim sonunu bulamadı.
– Ne zaman düşmüş?
-Bilmiyorum, dünden beri cıyaklayıp duruyor.
– Gelin çıkartalım onu.
-Napıcan? Boş ver, bırak kendi kendine ölür.
– Siz çıkarın dışarı. Napıcaksınız, ben eve götürür, orada bakarım ona.
– Henüz gözü bile açılmadı, hem süt içiyor, nasıl büyüteceksin onu?
– Ne dediğimi anlamıyor musun? Elin deliğin sonuna ulaşmaz, çık git, işine bak! diye bağırdı ve elinde salladığı zinciri durdurdu. Çocuğa doğru gitmeye hazırlandı. Çocuk elini arı kovanına sokmuş gibi birden geri çekti ve adamın yüzüne bakmaya başladı. Birkaç adım geri gitti, kalbi hızlı hızlı atıyordu. Tekrar adamdan korkmaya başladı. Sonra; “Sana ne yaptığımdan, burası senin mi ki? diye söylendi.
Adam elindeki zinciri diğer eline aldı ve çocuğa doğru seğirtti. Oradan geçen bir başka adam kaldırımın kenarında duran adama; “Boş ver. Bırak gitsin çocuk” dedi.
Düzgün giyimli biriydi bu adam. Gömleğinin yakası beyaz, dik ve düzgündü. Tavus kuşu kravatını yanda tutmuştu. Köylü adam olduğu yerde kurudu kaldı. Ağzının suyunu fışırtıyla çekerek; “Elini şu deliğe sokuyor, ben de elini oraya sokmamasını söyledim” dedi.
-Niye ki? Bırak, soksun sana ne?
-Şey, şey… Yavru bir kedi düşmüş de deliğe.
Çocuk yine aslan kesildi ve “Beyefendi, henüz gözleri açılmamış, süt içen bir kedi yavrusu düşmüş deliğe, çıkarıp eve götürmek, ona bakmak istiyorum, izin vermiyor bana” dedi.
Beyefendi cakasını bozmadan, direkteki deliğin yanına gitti. Boynunu eğmeden, çenesinin altına sıkışan yakasını çıkarmaya çalıştı.
-Kim attı onu deliğe?
Kimseden bir yanıt alamadı. Adam da elinde zincirle ortada kalmıştı. Çocuk da birisinin çıkıp beyefendiye cevap vermesini, yavru kediyi buraya atanın kim olduğunu bilmek istiyordu.
Oradan geçen iki kişi daha adımlarını yavaşlattı. Adamın birinin elinde gagasından beyaz salya akan, gözleri korkudan büsbütün yuvarlaklaşıp yukarı bakan, dili ağzından sarkan iri civcivle; öbürü ayakları çarpık, gözleri şaşı ve başında yuvarlak keçe şapkalı, kalaycı çırağı gibi elleri ayakları siyah birisiydi.
Elinde civciv olanın gözleri insanları, elektrik direğini ve çevresini kolaçan ettikten sonra; “Ne olmuş” diye sordu.
Çocuk, “Henüz gözleri açılmamış bir kedi yavrusu düşmüş şu deliğe, onu çıkarmak istiyorum. Olmuyor” diye yanıtladı.
Elinde civciv olan adam, civcivi su arkının yanına bıraktı ve ellerini deliğe soktu, içeriyi parmaklarıyla yoklamaya başladı. Elleri omzuna kadar içeri girmişti. Bir müddet sonra ellerini dışarı çıkardı ve doğruldu. Civcivi bıraktığı yerden aldı ve “Olmuyor, elim yetişmiyor” dedi.
Kalaycı çırağına benzeyen adam, “ Niye dışarı çıkarmaya çalışıyorsunuz?” diye sordu.
Çocuk, “Birkaç gündür deliğin içine düşmüş, açlıktan ölmek üzere, eve götürüp bir şeyler verelim, canlansın biraz” dedi.
Beyefendi kılığındaki adam yoluna koyuldu ve gitti. Çocuk onun gitmesinin ardından bakışını köylü adama çevirdi ve kendi kendine; “Beyefendi gittiğine göre artık kimseden korkmaz, gelir beni döver” diye düşündü. Oradan gitmek istese de yerinden ayrılmadı, olduğu yerde durdu. Köylü adam gelip direğe dayandı, bir ayağını öbürünün üzerine koyarak; “Dün gece sabaha kadar kimsenin uyumasına izin vermedi. Sabaha kadar evden sesini duyuyordum. Hiçbir şekilde çıkarmak mümkün olmuyor, faydasız. Orada kalsın da açlıktan ölsün” dedi.
Elinde civciv olan adam, “Peki, kim attı onu oraya” diye sordu.
Adam, “Bu bizim evin kedisiydi, anası da bizim evdeydi. Bizi terk ettiğinde erkek kediler götürdü ikisini. Bunu da biz istemedik koyduk yolun kenarına. Kim atmış onu oraya bilmiyorum” dedi.
Çocuk hüzünle; “Belki ölür… Annesi şimdi nerede?” diye sorunca, adam onu hiç umursamadan sert bir şekilde, “Cehennem olsun, nerden bileyim nerede!” diye yanıt verdi.
Kalaycı çırağına benzeyen, gözleri şaşı olan adam, “Kedinin yetmiş canı var ölmez” dedi.
Elinde tavuk olan, “Şimdiye kadar altmış canı gitmiştir” deyince çocuk, kalbi kırık bir şekilde, “Bu akşam ölür artık, sesinden belli” dedi.
Köylü adam, “Doğru söylüyor, dünden beri yüz çeşit ses çıkardı. Şimdi sesi sanki kuyunun dibinden geliyor” diye konuştu.
Kalaycı çırağına benzeyen, gözleri şaşı olan adam söze girerek, “Eğer dışarı çıkarmak isteseniz direği yerinden sökmeniz gerek” dedi.
Elinde tavuk olan adam alaycı bir bakışla kalaycı çırağına benzeyen adama laf sokmaya çalışarak; “Bütün eşekliğiyle adam doğru söylüyor valla. Ama bir kedi yavrusu için de direk de sökülmez ki, yüz tumanlık[1] elektrik lambası devirtilmez ki!” dedi.
Kalaycı çırağı kılıklı adam birden parladı; “Eşek babandır, seni böyle atıp gitmiş” diye karşılık verdi..
İki adam arasında kavga çıkınca, elinde tavuk olanın civcivi kaldırıma fırladı, kalaycı çırağına benzeyen adamın burnundan kan gelmeye başladı. Polis çabucak yetişti ve her ikisini de bileğinden tutuverdi. O esnada zayıf, siyah renkli, yorgun, sıkılgan gözlerle bir deri bir kemik kalmış yavru kedi kaldırımın kenarında, kavgayı seyredenlerin arasında belirdi. Yerden kaynayıp olduğu yere yapışmış gibi duran kedi, önce kaldırıma fırlayan civcivin yanına gitti ve onun başını koklamaya başladı, sonra sıçrayıp elektrik direğinin altındaki deliğine girdi.
Yavru kedinin sesi kesilmişti.
*
[1] Tuman: İran’ın mevcut resmî para birimidir. Bir tuman İran’ın eski para birimi olan on riyale eşitlenerek düzenlenmiştir.
Kimdir Sadık Çubek:
Çağdaş Fars (İran) edebiyatının tanınmış öykücü ve romancılarındandır. 1916 yılında İran’ın Basra Körfezi kıyısındaki bir liman kenti olan Buşehr’de dünyaya gelmiştir. 1945 yılından itibaren öykü, roman ve tiyatro türünde eserler verir. Sadık Hidayet gibi son dönem Fars öykü ve romanının başarılı isimleri arasında yer alır. İran’ın Yaşar Kemal’i olarak bilinen Çubek, realizm ve natüralizm odağında köy, doğa ve sıradan insanları, yoksulluk, ezilmişlik ve sosyal dengesizlik gibi birçok konuyu işler. Akıcı üslubu, zengin betimlemeleri ve yöresel ağızları eserlerine yansıtmadaki başarısıyla dikkat çeker. Yazar uzun süre yaşadığı ABD’de 1998’de, 82 yaşındayken yaşama veda eder. Eserleri birçok dile çevrilmiştir. Burada yer verdiğimiz öyküsü “ŞEBÊ ÇERAĞ” (SON IŞIK) adlı öykü kitabından alınarak Türkçeye çevrilmiştir.
Öykünün özgün adı: “Beççeyê Gorbeyî”
Çevrildiği kaynak dil: Farsça (Çağdaş İran edebiyatı)