Gökhan Bakar ile ilk öykü kitabı Sahipsiz Şeyler odağında gerçekleştirdiğim söyleşi sahipsiz şeyler, suçlar ve cezalar; sahipli şeyler akıl ile vicdan hattında gitti geldi. Aynı kitaptaki öyküler boyunca, olan olaylar, gerçekleşen ilişkiler çerçevesinde gidip gelen duygu durumları misali Sahipsiz Şeyler’i konuşurken üstünde durduğumuz mesele kavramlardan ziyade nasıl düşündüğümüz, nasıl yaşadığımız, suçlarımızı nasıl işlediğimiz ve nasıl yargılandığımız gerçeğiydi. Vicdan ise hepimiz için ayrı ayrı ve ayrıca konuşulması gereken bir gerçek elbet.
Gökhan Bakar ile ilk öykü kitabı Sahipsiz Şeyler odağında gerçekleştirdiğim söyleşi için buyurun lütfen.
Aynur Kulak: Edebiyat ile olan temasınız ilk nasıl şekillenmeye başladığından, edebiyat ile olan ilişkinizin sizin için anlamına, biraz buralardan giriş yapmak istiyorum. Sahipsiz Şeyler ilk kitabınız ve kitap öncesi çeşitli mecralarda yayınlanan öyküleriniz mevcut. Avukatsınız. Edebiyata olan ilginizin, edebiyat ile olan temasınızın avukatlık mesleğini seçmenizde rolü var mı mesela? Edebiyat ile olan ilk temaslarınızdan tutalım da, meslek olarak avukatlığı seçmenizden ve bir öykü kitabıyla edebiyat dünyasında yer almanıza varana kadarki skalada sizden başlamak isterim.
Gökhan Bakar: Yapıp ettiklerimin kaynakları bakımından kesişimler var; kim olduğunuz ve gerçekleşenin ne olduğu sorularının peşine düştüğünüz ilk kitaplar vs. Fakat mesleki ilgi başta edebiyat gibi temel bir ilgi değildi benim için; bu iki tercihin rastlantı eseri olduğunu da söyleyemem. Kitapta belirli yerlerdeki jargon öyle olmasını tasarladığım için var. Hukuk, edebiyat bakımından eylemlerin koşullarını işaret eden bir alan. Edebiyat temel ilginiz olmadıkça hukuk okumanın ya da avukatlığın andığınız temasta doğrudan bir rolü olacağını sanmıyorum. Her iki alandaki sığ atmosferin çarpışması daha mümkün. Sahipsiz Şeyler’deki bir kısım çatışmalar örneğin.
Aynur Kulak: Sahipsiz Şeyler çağrışımı bol bir kapakla karşılıyor bizleri. Kitabın kapağını bu yüzden konuşmak isterim sizinle ve tabii ki kitabın ismini. Uzak veya yakın cumhuriyet dönemi tarihini düşündüğümüzde nerdeyse her günü sahipsiz olaylara gebe olan bir ülkede sahipsiz kalmış cinayetlerden-suçlardan, sahipsiz kalmış mağdurlardan-masumlardan oluşan en az on olay silsilesi bir anda zihnimde beliriverir. Böyle çağrışımlarla başladığım kitaptaki öyküler de yanıltmadı beni. “Hatırlamak istemiştim, unuttuğum şeyleri, sahipsiz kalan şeyleri.” (sayfa-96) Evet, kitabın kapak resmi ve ismiyle okuyucunun üstünde yaratılan duygu çağrışımları bu cümledekiyle aynı. Bu yüzden kitap kapağını ve ismini konuşmak isterim sizinle.
Gökhan Bakar: Kitabın adıyla ilgili sayma dökme işine girmek istemem, bu kısım şimdilik benden çıktı diye düşünüyorum. Kitabın içi dışı bir etki veriyorsa ve bu etki rahatsızlık uyandırıyorsa ne güzel, tespitiniz teşekkür ederim. Kapak tasarımı Emir Tali’nin. Topuğundan yırtık mavi çoraplar, nasırlı topuk, tabanı soyulmuş terlik kombini en sevdiğim alternatifti. Yazılan metinlerin kesinlikler karşısında düşünceyi dönüştürmesi ya da insanı hiç değilse kendi kötülüğüyle rahatsız etmesi önemli bir yönü diye düşünüyorum.
Aynur Kulak: Sahipsiz Şeyler birbiriyle bağ kuran öykülerden, bu anlamda birbirine temas eden, birbirinin yaşantılarının içinden geçen karakterlerin birbirine el vermesiyle ve tüm bunlara istinaden karakterlerin kaçınılmaz derecede çatışma içinde de oldukları bir yapıdan oluşuyor. Cinayetler, tecavüzler, tacizler, şiddet, kötünün, kötücül olanın bütünlüğe ulaştırdığı bir sistem/yapı mevzu bahis. Neyle çatışma halindeler (halindeyiz) ya da tüm bu durumlar çerçevesinde çatışma halindeler mi? Bizler –okuyucular- karakterler vasıtasıyla olayların içine çekilip, çatışmalarını seyre başlıyor olabiliriz fakat failler, mağdurlar, suçlar, cezalar tam olarak bize gösterilen çatışmayla bütünlenebiliyor mu, aslında “olan şey ne” sorusunu sorup cevabını alıyor muyuz hiç? “Asıl yanılgım şiddetin, iktidarla ve hatta hakkıyla iktidar kuramamayla olan ilişkisi üzerineydi.” (Sayfa: 39) Dilimize pelesenk ettiğimiz hak, hukuk, adalet; ahlaklı, ahlaksız; suçlu, suçsuz; mağdur, fail gibi kavramlar umurumuzda mı gerçekten? Bir çatışmanın, bir kavganın, bir şiddet içerikli durumun, bir tecavüzün oluşu, o anki aksiyon yani daha umurumuzda sanki, bu konular sonrasında oluşacak olan kavramlar üzerine düşünmek yerine, ne dersiniz?. “Anlatılmamış, susulmuş, eksik kalan bir taraf olmadan yargıçların kafası tamam olmuyor.” (Sayfa: 84) Bağ ve bütünlük hissini aslında suçlar suçsuzluklar kapsamında, “mış gibi” yaptığımız davranışlarımız özelinde fark ettirme isteğinde Sahipsiz Seyler sanki, ne dersiniz?
Gökhan Bakar: Gerçekleşenin ne olduğu sorusuna tek bir kişi üzerinden yaklaştığınızda çeşitli acı deneyimlerinden kaynaklı saymakla tüketilemeyecek güdülerle karşılaşırsınız. Fakat cezalandırırken çok da üzerinde durulmayan bu güdülerin bulaşıcılığından yönetirken otorite devşirme sorunu var. Öykülerde karakterlerin birbiriyle çatışması da muhatabını nesneleştirme, iktidar kurma çabası üzerinden ilerliyor.
Herkesi kavramlarla düşünmeye davet etmiyorum. Andığınız kavramlar toplum kaynaklı şeyler, bünyelerinde cezalandırmacılık – yaptırım var, ölüme kadar varan caydırıcı cezadan medet umduruluyorsunuz hak hukuk üzerinden; iktidarlardan kavramları ya da ilkeleri istismar etmek öğreniliyor. Şiddetin hukukla ilişkisini, failin “etkin” yargılanması ve caydırıcı ceza gibi bir başlıkla sınırlayıp yeni yeni yargılama alanlarına insanları mecbur bırakmak kötü bir görüntü. Bir tarafta kanunda suç sayılmayan bir fiilin suç sayılabileceği hezeyanıyla sinenler diğer tarafta sistemin kendi kötülüğünün garantörü olduğuna ve açıktan işlediği her suçun yaptırımsız kalacağına güvenenler. Suç olmayanın, özgürlüğün bastırıldığı alanlar çok geniş. Hukukun yaptırım alanının bittiği yerde toplumun kendi kuralları ve yaptırımları bitmiyor.
Bireyi bu sıkışmışlıkta “cezalandırmıyorum ya?” diyerek kendi koşullarına terk etmek toplumsal şiddetin de en çok beslendiği alanlardan birine işaret ediyor.
Aynur Kulak: Kitabın ilk öyküsü 2018 Kapanı ve son öyküsü Kapak Hesabı’nı odağa alarak ilerlemek istiyorum. İki öykü arasındaki tüm diğer öykülerde tematik bir yapı kuruluyor elbet fakat, bu iki öykü arasında kurulmak istenen iyilik-kötülük, suç-suçluluk, vicdan-vicdani körleşme kavramlarını iki tarafı birbirine yakınlaştıran köprü ayaklarına benzettim. Bunu böyle düşünmemde en büyük pay Kenan Namir’e ait elbet. Bazı metinlerde bazı karakterler sadece ilgili metnin değil edebiyatın da omurunu oluşturur. Kenan Namir şimdiden bu duruma aday karakterlerden. Bir hukuk adamından bahsediyoruz. Ağlayamamaktan mustarip bir hukuk adamından. Kenan Namir karakteri nasıl bir omurga öykülerin ana teması, yapısı ve atmosferi için? Kenan Namir’in omurga yapısı taşıyabileceğinden fazlasını yüklenmiş gibi geldi bana, çok fazla yük, çok fazla sorumluluk ve son öykü Kapak Hesabı’nın, “Film şeridi denir.” cümlesi ile açılması, ölümü sürekli tekrar ederek yüklendiği tüm sorumluluklardan kopma/kurtulma isteği de var sanki, ne dersiniz?
Gökhan Bakar: 2018 Kapanı, bu sıkışmışlığı veren bir kronik. Kapak Hesabında da Kenan’ın geçmişiyle bir tür hesaplaşması var. Bunu sizin söylediğiniz gibi sorumluluktan kopma ya da tam tersi öldüğünde bile ölümünün olası kötü sonuçlarını birinci ağızdan azaltmak isteyen ince bir ruh olarak yorumlamak da olasıdır belki. Kenan için çok fazla yük mü bilmiyorum, bakiyesine bakınca çok da aksiyonlu bir hayat çeviremediğinden şikâyetçi öyküde.
Aynur Kulak: Sahipsiz Şeyler kitabı için erkeklerin dünyası diyebiliriz. İçinde bulunduğumuz sistemin bir tezahürü olarak, erk dünyanın tüm kavramlarını, tüm sembollerini, yapı taşlarını psikolojik ve fiziksel tacizler, tecavüzler, şiddet üzerinden tüm çıplaklığı ile önümüze seren bir dünya bu. Yer Yatağı, Eşikten Dışarı Adım, Ölüm İthalik Değil öyküleri üzerinden özellikle konuşmak isterim erkeklerin dünyasını. Tetikte olunması, korkulması, sürekli biat edilmesi istenen, suçlar ve cezalar karşısında sürekli kendine kurbanlar arayan bir erkek yapı söz konusu. Bu noktada hemen Masumiyet Kaybı öyküsünü de eklemek isterim yukardaki üçlü öyküye, çünkü bir duvarın dibinden sürekli seyreden, seyredildiğimizi hissettiğimiz, hakkımızda not tutan, not veren, sürekli bir takım erk normların gözlerini üzerimizde hissettiğimiz, erk dünya adına bizi tedirgin etmekteki başarısıyla önemli bir öykü. Bu öykülerde karşımıza çıkan erkek karakterlerin sebepleri kendilerinden mütevelli tedirginlik, huzursuzluk, şiddet içeren kötücül olaylar silsilesi bu çağın nevrotik yapısını yansıtması açısından önemli. Kadın karakterler söz konusu olduğunda bu nevrozları, bu rahatsızlıkları, huzursuzlukları bu kadar net göremiyoruz. Kadınlarda yine bir erkek varlığı varsa (ki kesinlikle var her kadının hayatında bir erk yapı) nevrotik rahatsızlık mevzu bahis oluyor, erkeklik, erkekler, erk dünyanın öyküleri bozucu etkisini konuşalım ama bir yandan da bu bozucu, huzursuzluk veren yapı öyküleri etkili kılıyor, bizi kavrıyor, okuma isteği uyandırıyor desem, bu feci derecede ironik durumu nasıl yorumlarsınız?
Gökhan Bakar: Sahipsiz Şeyler’de konu alınan hayatlar bakımından onları kolaylıkla fail ya da mağdur diye etiketleyemiyorsanız, doğrusu bu istediğim bir şeydi. Fail, kadın ya da erkek cinsiyet kategorilerinden bağımsız fakat çoğunluğun içindeki erkek egemen bir makine bana göre; dişliler paslandıkça yağlandığından toplumdan tek bir suçluyu ayıklamak etkili bir fark yaratmıyor. Asıl olan şey ne? Asıl olanı her suçun farklılaşan failinin canavar oluşunda arıyorsanız saiklerin sonu yok. Bütün suçların toplamından eylem bakımından benzer öyküler çıkıyorsa; güdüsü de sistem otomatiği, bir tür komuttur.
Aynur Kulak: Kadın veya erkek, insani unsurlara dair yaratılan atmosfer bıçak sırtı bir yolda ilerliyor öyküler boyunca. Bu atmosfer yapısı ister istemez kurguya ve dile de yansıyor. Mesela Bir Seninle Konuşuldu Tüm Bunlar öyküsündeki kurgu yapısı, öyküde anlatılmak istenen, Nesrin Hanım’ın hayatı üzerinden yansıtılan suç kavramını güçlü kılıyor. Ya da Şeltüküs Vakası öyküsündeki kurgunun Ölüm İthalik Değil öyküsüne yansımalarının bu öykünün 1 ve 2 olarak ayrımının Hande’nin, Adem’in Kenan’ın hikayesini tüm suç ve suçsuzluklarıyla eksiksiz bir şekilde ortaya çıkarması gibi. Açık Mezar Oturumu öyküsü. Bu öykünün hukuk mevzuatlarını, hukuk terimlerini kapsayıcı şekilde ortaya çıkardığı kurgu. Bunlar olurken dili anlatımla ve karakterler üzerinden olduğu gibi, organik haliyle yaşatıyor olmanız, bu şekliyle kullanmanıza da değinmeden geçemeyeceğim. Öykü yapıları içindeki atmosfer, öykülerin kurgu yapısı ve organik, canlı dil varlığı… Ne söylemek istersiniz?
Gökhan Bakar: Şiddet ve hukuk jargonuyla katmanlarını kuran bu akışkanlıkta kalmak ve her ne kadar karakterlerin dili birbirine yakın ve sakınmasız olsa da ortakçısı herkes ve sahiplenicisi hiç kimse olan bu dili taksim etmek en zorlandığım fakat yabancısı olmadığım kısımdı sanırım: bu sebeple öykülerde çok sapma göstermeyen anlatımı tüm karakterlere temsil ettikleri tip nispetinde dağıtmaya çalıştım.
Aynur Kulak: Pandemi döneminden geçiyoruz. Suç, ceza, vicdan unsurları değişecek mi, ne dersiniz? Edebiyata bu durumlar nasıl yansıyacak, biz önümüzdeki dönemlerde edebi metinler adına nasıl kitaplar okumaya başlayacağız, bu anlamda bir değişim, dönüşüm olacak mı sizce? Bir de başucu kitaplarınızı sorsam ve pandemi döneminde hangi kitapları okumayı tercih ettiğinizi…
Gökhan Bakar: Pandeminin hukuk ya da edebiyata iyileştirici bir etkisi olacağını söylemek şimdiden kehanet olur. Olağanüstü haller yeni normalimiz oluyor, kurallaşıyor; askıya aldığımız serbestlik var. Edebiyat bakımından ilk pandemi “şiir”ini yazmakla övünenler ve “bakın, ne öngörülüyüm, bu travmada edebiyat yapacak trajedi olduğunu önceden sezdim ve metnini yazdım” tarzındaki müflis tacir halleri dışında ciddi bir çalışmaya rastlamadım yakın dönemde. Pandemi döneminde Metis Defterleri ve Jaguar Yayınlarından, çağdaşım yazar ve şairlerden okudum daha çok. Başucu kitabım yok ama Atılgan, Atay ve Tanpınar gibi hemen hemen bütün eserlerini okuduğum ve dönem dönem geri döndüğüm yazarlar var.