Nobel ödüllü Bosnalı yazar Ivo Andriç’in 1945 yılında kaleme aldığı muhteşem romanı Drina Köprüsü, Sokollu Mehmet Paşa’nın bir vefa ve hayır eseri olarak köprüyü yaptırdığı 16.asırdan başlayarak arada isyanların bulandırdığı bir nehir gibi akan huzur dolu Osmanlı asırlarını, Avusturya-Macaristan işgaliyle değişen hayatı, 1.Dünya Savaşı’nın ayak seslerini, Vişegradlı şuh ve neşeli insanların gözünden anlatmaktadır.
Ali Hoca Mütevelli, yazarın muhteşem hayal gücü ve gözlem kudretiyle oluşturduğu roman kahramanlarından biridir. O, köprünün vakıflarını koruyan Davut Hoca Mütevelli’nin soyundan gelmektedir. Vişegrad’ta Osmanlılar döneminde Müslüman, Yahudi ve Hristiyanların kardeşçe yaşadığı “o tatlı ve sakin” yıllar bitmiştir. Herkes, Osmanlıların karşı koymadan Bosna’yı Avusturyalılara bıraktığını konuşmaktadır. Pilevlie müftüsü Osman Karamanliya, Vişegrad’a gelip Avusturyalılara karşı bir direniş hareketi kurmak ister. Ancak Ali Hoca Mütevelli, böyle bir hareketin Müslümanların kırılmasından başka bir işe yaramayacağını söyleyerek direnişe karşı çıkar. Aralarında uzun tartışmalar olur. Avusturyalılar şehre girince Osman Karamanliya, Ali Hoca’yı kulağından Drina Köprüsü’nün taraçası olan Kapiya’ya çiviletir. Acı içinde kıvranan Ali Hoca Mütevelli’nin imdadına bir Avusturya askeri yetişir. Ne var ki kendini kurtaran askerin kolundaki haç işaretini gören Ali Hoca, köprü üstünde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun işgal bildirisinin de asıldığını görünce bir nevi şoka girmiştir. İşgal, yabancı bir dinin yönetimi altına girme, “kurşun bir gülle gibi” gelmiş, göğsünün üstüne oturmuştur. Ali Hoca, mahvolmuştur.
Müslümanlar tabiatın kendilerine Allah’ın bir emaneti olduğu şuuruyla tabiatla uyum içinde yaşamaktadır. Ama şimdi şehre gelen Avusturyalılar; modern paradigmaya göre doğaya hükmetmeye, ona hoyratça sahip olmaya, onu değiştirmeye ve tahrip etmeye başlamışlardır. Vişegradlılar “yabancıların böyle durmadan dinlenmeden, yapmak, kazmak, yıkmak, bina etmek, yerleştirmek, değiştirmek istemelerini, tabiat güçlerine önceden karşı koymaya, ona engel olmaya ya da ondan kaçmaya çalışmalarını “ anlamaz, takdir etmezler. Bütün kasabaya yayılan bu imar faliyetlerinden köprü de nasibini alır. Köprünün yanındaki kervansaray yıkılır. Köprüye vinçler getirilir, nehrin suyu kesilir, tamirat başlar. Ali Hoca bir hayır eseri olan köprüye dokunulmaması gerektiğini düşünmektedir. Etrafındakilere “Görürsünüz, onu bugün onardıkları gibi yarın yıkarlar.” demektedir.
Doğu demiryolları projesiyle kasabaya gelen trenin baş döndürücü hızı da onu mutlu etmemiştir. “Birgün gelecek Avusturyalılar seni trenleriyle istemediğin ve gitmeyi hiç düşünmediğin yerlere de sürükleyecekler.” diyerek Müslümanları ferasetle uyarmaktadır.
1908 yılına gelindiğinde Sultan II. Abdülhamid’in devrilmesiyle Avusturya-Macaristan işgali ilhaka dönüşmüştür. Avusturyalılar bir savaş ihtimaline karşı köprünün ayaklarından birine bir delik açar ve içini patlayıcı ile doldurular. Birinci Dünya Savaşı başlar. Ali Hoca, Müslümanların muhafız birliğini desteklemesini istemez çünkü bu Müslümanların kullanılması anlamına gelecektir.
Nihayet Almanlar şehre girer. Ali Hoca dükkanındadır. Avusturyalılar kasabayı terk etmektedir ancak tam da Ali Hoca’nın öngördüğü gibi köprüyü yıkarak. Büyük bir patlama olur, dükkandaki her şey kırılır, Ali Hoca da bayılmıştır. Kendine geldiğinde köprünün yıkıldığını görür, eve gitmek ister ancak o da son nefesini verip ruhunu Allah’a teslim etmektedir.
Köprünün yıkılması ile Bosnalı Müslümanlarla, Türklerin bağı kesilmiş; Sokollu bir kere daha ölmüştür. Çünkü “Biz sıradan insanlar yalnız bir kez ölürüz. Ama büyük adamlar iki sefer ölürler. Birinci sefer bu dünyayı bırakıp gittikleri, ikinci sefer de bıraktıkları eserler yıkılıp kaybolduğu zaman.”