1982 Batman doğumlu olan Ercan y Yılmaz, sınıf öğretmenliği ve Türk Dili Edebiyatı mezunu, kıymetli bir öğretmenimiz. Adındaki “y” harfini, aynı ad ve soyadın sık kullanılmasından dolayı yaratabileceği karışıklığı önlemek amacıyla soyadından kopyalamış. Kısaltma olmadığından mütevelli de noktasız ve küçük diye belirtmiş.
“Şiiri seviyorum, öyküden hoşlanıyorum, romanla yaşıyorum, sinemaya karşı boş değilim ama görsel kültüre de göz kırpıyorum” diyen Ercan y Yılmaz, Yürüyen Siyah adlı şiir kitabı ile 2012 Arkadaş Z. Özger Jüri Şiir Ödülü’ne, On Üç Sıfır Sıfır adlı öykü kitabı ile 2015 Necati Cumalı Öykü Ödülü’ne ve Semizotu öyküsüyle de 2009 yılı Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödüllerinde dikkate değer bulunmuş.
“Beyazı Kirli” öyküsü ile 2009 yılında Gıla Kohen Öykü Ödülü alan ve ödül parasıyla kendisinin yazıp yönettiği, çalıştığı köy okulundaki öğrencilerini oyuncu kadrosuna yerleştirdiği “Vitrin” adlı filmi ile de 2011 İstanbul Kısa Filmciler Derneği En İyi Film Ödülünü kucaklamış. Sinemaya olan bu ilgi ve sevgisini, romanına da yansıtan Yılmaz, efsanevi İtalyan oyuncu Sophia Loren’i romanında altın bir tahta oturtmuş.
Kendisi ile tanışmama vesile olan bu eserinde, bir Anadolu çocuğu olmasının hakkını vererek, yakın tarihimizde kendi coğrafyasında yaşanılanlara ayna tutmuş ve “O Öyle Olmadı” efendim, tam olarak işte böyle oldu diyerekten vurmuş sazının tellerine. Saz diyorum çünkü serde bir dengbejlik olduğu aşikar.
Konunun üstadlarından Mehmed Uzun, dengbejliği şöyle tanımlıyor : ”Dengbej, sesi kelam, kelamı kılam, türkü haline getirendir. Tıpkı yazılı edebiyatın ilk Homeros’u gibi.”
Deng : Ses
Bej : Söylemek
Kılam : Şiirlerin makam ile ağıtlara dönüştürülmüş hali…
Ercan y Yılmaz da, her ne kadar eğlenceli bir giriş ile başlasa da, devamında ağıt niteliği taşıyan, sancılı ve okurunu bu sancıdan kıvrandıran bir roman sunmuş. 80 Darbesi, Türk-Kürt sorunu, Ezidi ve Ermeni olayları, zulümler, yargısız infazlar, göçler, tehcirler, sahte ermişler ve tabii ki bunların karşısında kimi zaman sessizce boyun eğen, kimi zaman amansızca direnen gariban Anadolu halkı da yazarın mızrabından nasibini almış.
“Bilinir ki ölüler türküleri severlermiş. Ölüler ve türküler aynı topraklardan beslenir ve aynı topraklara kök salarlarmış. Bir nevi kardeşlermiş.”
2004-2017 tarihleri arasındaki 13 yıllık süreçte tamamlanmış olan, Fernando Pessoa’nın Huzursuzluğun Kitabı’nda yer alan “Anlamak için, kendimi yok ettim.” alıntısı ile bizi karşılayan eserin Meçhul adlı ilk bölümü, yazarın da doğmuş olduğu Batman’ ın Korike (Aydınkonak) köyünde, Bünyamin’in çocukluk yılları ile açılışı yapıyor. Yer yer fantastik bir anlatımla şekillenen bu satırların akabinde devreye esasoğlan
“Meçhul Dayı” giriyor. Meçhul Dayı kim derseniz, o, yaşam serüveni sırasında, dünyanın güneş etrafında yetmiş iki tur attığı, göğsünde her daim bir apolet gibi – C-harfi arması taşıyan yeminli bir halk kahramanı. Yani kitabın kapak tasarımında, gereken ilham Meçhul Dayı’dan alınmış. Çevresindeki insanlar ile tercihleri doğrultusunda yakın ilişki içerisinde olmayan, Bünyamin ve Ercan dışında arkadaşı bulunmayan, Sophia’ya ölesiye aşık, cesur, koca yürekli, yüce gönüllü bir veli zat…Kendisi asla kabul etmese de, Bünyamin ve Ercan ile birlikte yerel bir edebiyat dergisine, Sophia’ya yazdığı mektuplar ile ortak edilecek kadar da iyi bir yazar aslında. Derginin ismi “Ciklet”. Bu isimle amaçlanan ise ağızlara sakız olmak.
“Eğer sabah yapması gereken tüm işleri birkaç saat erken uyanarak bitirmişse, yani hayvanları yememiş, ahırı temizlemişse, bir de gitmek zorunda değilse buğday öğütmeye ve gökyüzündeki dağınık mart bulutları canını sıkmamışsa, Meçhul Dayı elinde bir yorgan iğnesi ve birkaç bin metre beyaz orlon iple bulutları dikmeye giderdi. Dikmeden önce iyice çitileyip karasını alır ve sonra biraz da nem aşırarak nisan bulutlarına dönüştürürdü bu kara bulutları. Bir de gökkuşağı kotarmayı başarmışsa, gökten şenlikle iner ve köy meydanında aynen böyle anlatırdı sabahını. ”
Bünyamin’in gençlik yıllarında, geçmişi kurcalarken rast geldiği 80 Darbesi ve etkileri, romanın akışını başlı başına değiştiren bir etmen olarak başgösteriyor.
Hepimizin bildiği üzere, 12 Eylül’de; emir komuta zinciri etrafında Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen askeri darbe ülkemiz için kara bir leke, şaibeli bir utanç tablosudur. Ve hiç şüphesiz ülkemizi yıpratan ve çökerten olayların en başında gelir.
Takribi olarak ;
*14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı.
*180 kişi işkence altında öldürüldü.
*517 kişi için idam cezası verildi.
*1 sene boyunca gazete yayınları durduruldu.
*900 ün üzerinde film yasaklandı.
*35 bin kişi işten atıldı.
*Sayısı bilinmeyecek kadar çok sayıda kitap toplatıldı ve yakıldı.
“Bir evden önce çığlık sonra da bebek ağlaması yükseldi. Ramazan’ın eviydi. Karısı doğum yapmıştı. Kenan Evren bebeğe kendi adını verdi. Zavallı çocuk çok çekti bu isimden. Kimse onu sevemedi. Akranları onunla oynamadı. E kolay mı bir celladın adını taşımak. İsmiyle müsemma Kenan, üç yaşındayken civcivleri ağaca asmaya başladı…”
Köye gelen paşa; muhtar, öğrenci, öğretmen demeden köydeki herkesi azarladıktan sonra yemek için kazaya gitti. Bu sebeple kurban bile kestirmedi.
“Galiba birkaç koçu kurban olarak az görmüştü. İnsanlarla uğraşanı hayvan eti doyurmaz.”
Darbe etkilerini öğrenince derinden sarsılan ve rotasını başka yöne çeviren Bünyamin’in, artık ilk hedefi, hasta yatağındaki Meçhul Dayısını bir nebze de olsa huzura erdirmektir. Ercan’ın bu konudaki yardım ve desteği elbette ki yadsınamaz. Meçhul bölümüne yön veren, Meçhul Dayı tarafından Sophia’ya yazılmış mektuplar var ki lezzet-i şahane.
İkinci bölüm olan Meşhur’da ise ana karakterimiz Asaf ya da rüyasındaki adıyla Asal… Romanın postmodern izler taşıdığının bir emaresi olarak metne dahil olan Ercan y Yılmaz, okura şöyle sesleniyor :
“Sizlere sevdirmeye çalışmadan Asaf’ın gerçeğini anlatmak zor olacak. Kiminiz gerçekliğinden kaynaklı sevecek ama çoğunuz belki de sonrasında fazla politikleşecek Asaf’tan rahatsız olacaksınız. Ben bu satırları yazarken Asaf hâlâ yaşıyor. Ecelin elinin ayarı bu topraklarda önceden sezilmez ama isterim ki uzun yaşasın.”
Bu beyanata istinaden, Asaf’ı çok sevip, bağrına basan azınlıktan olduğumu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. Mardin Kızıltepeli Asaf, romanın en güçlü karakteri. Onurlu gazeteci kimliği, dik duruşu ve cesareti ile günümüz Türkiyesinde benzerine az rastlanır bir portre çiziyor.
Soyadı : Duman
Adı : Asaf
Baba Adı : Yunis
Anne Adı : Kötü çizilmiş bir çizgi…
Doğuştan anasızdı Asaf. Onları ayıran ölüm değildi, keşke öyle olsa diye düşünürdü hep. Annesi ölmemiş, kaybolmamış ya da babasından ayrılmamıştı.
Kocaman bir boşluk.
Hiç olmamış bir anne.
Hiç doğrulmamış bir beden.
Hayat karşısında kötü çizilmiş bir çizgi.
Zaten Asaf’ı kahreden de bu bilinmezlikti. Çok şükür ki, zaman içerisinde, kendisi yerine, canından bile geçerek annesinin izini sürecek Ercan gibi dostları mevcuttu Asaf’ın…
“Şunu söylemekten hoşlanıyordum: gerçeklik ile dost arasında seçim yapmak gerektiğinde, ben her zaman dostu seçerim.”
Milan Kundera / Kimlik
Asaf Duman, elinden kitap okumaktan başka bir iş gelmeyen, gelmesini de istemeyen bir karakter. Hal böyle olunca, kendini okuma sonrası yazmaya adıyor ve tüm ülkeye nam salan cesur bir kalem halini alıyor. Gülünün Solduğu Akşam kitabını okuduktan sonra kaleme aldığı ‘Güllerin Solmayacağı Yarınlar Mümkün’ ve ‘Mayın Döşediğimiz Akşamlar’ yazıları ulusal basında bir hayli ses getiriyor.
21 Kasım 2004′ te Mardin’in Kızıltepe ilçesindeki evlerinin önünde, polis tarafından açılan yaylım ateşi sonucu, babası ile birlikte öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ı konu alacağı yazısının sinyallerini de dönemin valisinin suratına “Sizin büyük cinayetiniz!” haykırışı ile veriyor Asaf.
33 yazıdan oluşan Mümkün Toplum yazı dizisi ise 28 Temmuz 1943’te Van’ın Özalp ilçesinde gerçekleşen 33 Kurşun Katliamında, sorgusuzca, sualsizce, yargısızca kurşuna dizilen 33 köylümüze bir selam, faillere bir sitem mahiyetinde. Bu satırları okurken Ahmed Arif’in hatırlara düşmemesi mümkün değildi.
Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden,
minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı
koyanda
Bıyıkları yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı,
Hafif,
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…
O Öyle Olmadı, okuruna, biraz fantastik, biraz masalsı, çokça gerçek, çokça hüzünlü, bolca yaşanmış, bolca bastırılmış, hayallerin gerçeğe, gerçeklerin hayale doğru yol aldığı, edebi şölen havasında metinler sunan ustalık işi bir roman. İlahi bakış açısını, karakterlerden birinin üstlenmesi sonucu ortaya çıkmış olan muazzam anlatıcı tekniği, üst kurmaca ve kurmaca ötesi yöntemlerinin ilmek ilmek esere yedirilişi ve iki farklı hikâyenin dahiyane bir kurgu ile birleştirilip meydana getirdiği bütünsellik gerçekten takdire şayan.
“İnsan isterse bir öyküye dahil olabilir, şiirde yaşlanabilir ya da bir romanda susabilir ama hiçbir zaman masalının dışına çıkamaz.
Denersin. Yüksek bir yere çıkarsın, ‘Burada masal yok’ dersin bulutlar seni yanıltır. İnersin derin bir mağaraya. Serinlik, buradayım der; yanılırsın. Yüzersin. Kaçamazsın. İnsan masalından kaçamaz, bir de topraktan… ”
Böyle yazarları görmek, tanımak ve varlıklarından haberdar olmak, Türk edebiyatı adına umut aşılıyor. Hikayesi uzun olan cümleleri kısa tutar, diyen Yılmaz, gerçekten de kısa cümleler ile uzun mesajlar vermeyi başarmış. Birkaç şiirini de gözden geçirme şansına ulaştığım yazarın, şair yönünün de oldukça baskın olduğuna kanaat getirdim. Romanında dizelerine yer verdiği bir şiiri alıntılamak isterim:
Saat Dörtte Batman Ağıdı
Tüm ölümler dörde kurulu
En güzel saattir
Vurulmak için sokaklarda
Sokaklar pusu
Sokaklar yetim
Sokaklar dul
Tüm sevişmeler dörde kurulu
En güzel saattir
Ölüm varken sokaklarda sevişmek
Sevişmeler pusu
Sevişmeler yetim
Sevişmeler dul
Saat dört
Ya sevişiyordun
Ya da vuruluyordun sokaklarda
Doksan üçte Batman’da
Batman’da pusu
Batman’da yetim
Batman’da dul
Sevgili Ercan y Yılmaz, ışığınız sönmesin, kaleminiz susmasın…