1949 yılında Nobel Ödülü’nü göğüsleyen Faulkner’a sorarlar:
“Hayallerinizi niçin bu kadar karışık anlatıyorsunuz?”
“Cahilliğim yüzünden” diye cevap verir Faulkner. “Eğitim görmedim ki! Okulla başım hoş değildi, okula gitmedim. Zanaatimi kendi başıma öğrendim. Galiba o yüzden bir miktar saçmalıktan kendimi kurtaramadım.”
Evet saçmalık kimilerine göre Modernist, kimilerine göre ise Postmodernist çizgideki yazarların üzerine yapışan olumsuz bir etiketti o zamanlar. Postmodern edebiyat, birtakım yazarların, gitgide geleneksel hale dönüşebileceği endişesiyle, Modernizme tepki olarak ortaya çıkardıkları bir yazı biçimi. Örneklerinin, ucu açık ve belirsiz, izanının ise meşakkatli olduğu gerekçesiyle de, o günlerden bu günlere değin, bilhassa Modernistler tarafından hep normatif elitizm çerçevesinde değerlendirilmiştir. Bu iki biçimin birbirleriyle halef selefliğine aldırış etmeden, her ikisini de harmanlayarak, bu alanlarda nadide eserler veren, Modernizmin babası kabul edilen, zamanla da Joyce, Musil, Frisch ve Woolf gibi öncülerinden postmodern bayrağı devralan yazarların başında ise hiç kuşkusuz William Cuthbert Faulkner gelir.
Postmodernist ürünlerde sıklıkla rastlanılan ve kuramsal olarak da zaten olması gereken zamansal uyumsuzluklar, dilde oynamalar, kaotik çatışmalar, paranoyak tutumlar, arayış çabaları ve ideolojik, dini kaynaklardan yararlanma gibi hususlar, Faulkner’in eserlerinde, Faulkner’in avangard yapısı gereği çok net bir biçimde karşımıza çıkmaktadır.
Öncelikle bu eser adını, Amerika’da, kölelik döneminden günümüze kadar ulaşan, bilhassa o dönemler zenci kölelerin dillerine pelesenk olan hüzünlü bir zenci ilahisinin koro bölümünden almıştır. İlahide Afrikalı köleler, kendilerini Mısır’da firavunun esareti altında yaşayan Eski Ahid Musevileriyle özleştirirler. Bu bölümde, Tanrının Musevi halkı Mısır’da çıkarmakla görevlendirdiği Musa’ya söylediği sözler yer alır:
“İn aşağı Musa,
Git Mısır ülkesine,
De ki koca Firavun’a,
Bıraksın halkımı özgür.”
Yaptığı Nobel konuşmasında, bir yazarın asli görevinin, acıma, şefkat, vicdan, dayanıklılık, alçakgönüllülük, gurur gibi evrensel ve ölümsüz değerleri insanlara anımsatmak olduğunu belirten Faulkner, Kurtar Halkımı Musa adlı bu eserinde, bu görevini layıkıyla yerine getiriyor. Zaten kitabın ilk sayfasında, eseri siyahi dadısına ithaf ettiğini belirterek, gerekli evrensel mesajı dünyaya veriyor :
“Köle doğan, aileme karşılık beklemeden, kayıtsız ve koşulsuz bir bağlılıkla, çocukluğuma sınırsız bir sevgiyle kendini adayan Dadım Caroline Barr’a…”
İç Savaş yıllarından, 2.Dünya Savaşı yıllarına uzanan süreçte, Güney Amerika gibi modern görünen ve keza öyle de bilinen bir toplumun, hayat şartlarını ve gündelik faaliyetlerinin perde arkasını, savaşın yarattığı olumsuzlukları, ırkçılık, kölelik, sömürgecilik ve bunların akabinde gelişen ahlaki çöküntü, ekolojik sistem, medeniyet ile doğanın dengesi ve yaban hayatının önemi gibi konuları okuyucuya, sabır, vicdan ve tevazu çerçevesinde, psikanalist bir bakış açısıyla aktarıyor Faulkner. Hatta bir tık daha ileri giderek, okuyucuyu Freudcu Psikanalizin devamı sayılan, post-yapısalcılık ile bütünleşen ve bilinçdışının dil gibi kendine has bir yapısı olduğunu öne süren Lacancı Psikanalizin etkisine maruz bırakıyor.
“Yürek her zaman vakit bulup sözcükleri bir araya getirmek zahmetine katlanmaz. Tanrı insanı yarattı ve insan içinde yaşasın diye dünyayı yarattı, sanırım Tanrı insan olsa kendinin de içinde yaşamak isteyeceği bir dünya yaratmıştır.”
Diğer eserlerinde karşımıza çıkan hayali ve ütopik Yoknapatawpha kasabası, yine bu eserinde de olayların merkezi konumunda. William Faulkner, metinler boyunca bilinç akışı, geriye dönüş, iç monolog gibi teknikleri yoğun ve başarılı bir şekilde kullanmış ve farklı üslup perspektiflerine yer vermiş. Şöyle ki, eserin geneline hakim olan yüksek üslup yer yer karşımıza sade ya da şaşaalı olarak da çıkabiliyor. Güçlü ve kalabalık bir karakter kadrosu, her bir karakterin dönemin olayları karşısındaki bakış açısı, ince ama zor bir dille verilmiş.Bu karakterlerin analizlerini yaparken, onları gerçek dünyaya yakınlaştırmak ve okuyuculara daha kolay adapte edebilmek için Güney Amerika’nın yöresel, sosyal ve kültürel varyasyonlarından yararlanmayı da ihmal etmemiş. Faulkner okumak ve anlamak zaten başlı başına cüretkar ve zor bir iş iken, bu eserinde bu zorluk iyice dibe vuruyor. Ancak kitabın sonunda, başı sıkışan okuyucuların yardıma yetişmesi açısından bir soy ağacı çetelesi var da durumu kurtarıyoruz.
“Yüreklilik ve onur ve gurur ve acıma ve adalet ve özgürlük sevgisi. Bunların hepsi yürekle ilgilidir ve yüreğin tuttuğu her şey doğrudur. Doğruyu bilebildiğimiz kadarıyla…”
Garip bir şekilde, hem birbirinden bağımsız hem de köklü bir altyapı ile birbirine bağlı yedi adet metinden oluşan ve doğal olarak öykü kategorisinde olması gereken bu eser, Faulkner’in ısrarları ile ilk günden bu yana roman olarak basılıyor. Kitaplaşmadan evvel ise “The Unvanquished” adlı dergide yazı dizisi olarak halka sunuluyor. İlk baskısı 1942 yılında yapılan “Kurtar Halkımı Musa”, legal ve illegal yollardan biraraya gelmiş,kimi zaman kan bağı ile birleşmiş ve neticesinde siyahi, beyaz ve kızılderili ırklarından bireylerin oluşturduğu(McCaslin, Edmons, Beauchamp), görünüşte üç ama özde bir ailenin, yüz yıllık hikayesini barındırıyor içinde. Çevirmen Necla Aytür’ün kaleme aldığı on sayfalık önsöz ve iki sayfalık soyağacı ile birlikte toplam dokuz bölümden oluşuyor eser:
-Önsöz
-İdi
-Ateş ve Ocak
-Kara Pantalone
-Eski İnsanlar
-Ayı
-Delta’da Güz
-Kurtar Halkımı Musa
-McCaslin-Beauchamp-Edmons Soyağacı
Siyahiler, kurtarılmayı bekleyen halkı simgelerken, ana karakterimiz Isaac McCaslin namıdiğer Ike Amca ise kurtuluşun umudu olarak, Tin Çölü’nde asasını taşa vurup, on iki ayrı kaynaktan su fışkırtan ya da ettiği dua ile çekirge sürülerini denize döken Hz. Musa’ yı sembolize etmektedir. Zaten yazar, “apokrifa” olarak bilinen, Hristiyanlığın başlangıç döneminden kalmış ancak Kutsal Kitaba alınmamış olan yazılardan ve Eski Ahit’ten alıntılardan da, dolaylı olarak sıkça yararlanmış.
” İnsanın bu dünyada geçireceği yetmiş yılı var, der Kitap. Bu süre içinde bir dolu şey isteyebilir insan; istediklerinin bir dolusu da ona gelebilir, vaktinde istemeye başlarsa. Ben başlamak için fazla bekledim…”
“Yalnız affedemem çünkü ancak kendine zarar verenleri affedebilirsin; Kitap bile zarar vermek üzere olduğun adamları affetmeni emretmez, çünkü İsa bile sonunda anladı ki insandan bu kadarı beklenemez.”
“Kork, korkmamak gelmez elinden. Ama ürkme. Ormandaki hiçbir şeyden zarar gelmez sana, yeter ki bir köşeye kıstırılmış olmasın ya da kokundan ürktüğünü anlamasın. Ayıyla geyiğin de, tıpkı cesur insanlar gibi ödleklerden korkması gerekir.”
Bu üç aile ile tanışmak, onların sevinçlerine, hüzünlerine ortak olmak, o dönemlerin Güney Amerikasına doğru bir yolculuk yapmak ve nitelikli bir eser okumak istiyorsanız “Kurtar Halkımı Musa” doğru bir seçenek.
Jean Paul Sartre’ın, zamanında verdiği bir röportajda yer alan “Faulkner, Fransız gençlerin Tanrısıdır” ibaresinin, bir kuple doğruluk payı vardır belki de, kim bilebilir?Ü