Lambanın ışığını
tutana kadar her köşe başına,
varmış sayılmazsın sona.
Savaş üzerine düşündüğümüz zaman herkesin içine taş oturtan şeyler çoğunlukla ortaktır; sevdiklerimizi kaybetmek, onlara veda edememek ve hatta bazen onları son görüşümüz olduğunu bilmeden yanlarından öylesine ayrılıp gittiğimizi fark etmek. İşte bu korku bizi anlamlandırmaya, anlamaya zorlayıp düşünmeye sevk eder bazen; hiç farkına varmış mıydık acaba karşımızdaki kişiyi son görüşümüz olduğunu bilmeden son kez gördüğümüzü? Belki ona son kez dokunduğumuzun, onu son kez sevdiğimizi söylediğimizin? Ya da verdiğimiz kaç sözü tuttuğumuzun, kaçını tutamadığımızın, kaç kere gerçekten canımızın yandığının, kaç kere gerçekten umutlarımızın tozlar altında kaldığının farkına varmış mıydık?
hatıralarımız
ağır gelir ruhumuza
yaprakların ağır geldiği
gibi, can çekişen bir ağaca.
Tarih sahnesi bugüne dek bir çok tarifsiz acıya tanık olmuş, çokça kanla sulanmış, sonra bu kan belki o kandan da çok gözyaşıyla bir şekilde temizlenmiş, tüm bu olanlar insanlığın sırtındaki çantada diğer acıların üzerindeki yerini almıştır. Ve insan, başlangıç ve sonla, varlık ve yoklukla, boşluk ve dolulukla, hayatın varoluş döngüsünde yürümeye devam etmiştir. Çünkü bu, başlangıç ve bitiş arasındaki yolculuktaki doğal akışın getirdiği bir sonuçtur. Bu döngünün içindeki yürüyüşte insana en çok umut eşlik eder. Kaybolan küçük bir kalbi arayışta olan Ichiro’nun bu hikâyesinde, özgürlüğü, huzuru ve barışı umut ederken, mucizelere tutunuyor, bininci turnada dileklerin gerçekleşeceğine inanıyor, umutların yersiz olmadığına ikna oluyor, içimizdeki iyiliğe tutunmaya, küskün yanımızla vazgeçmeme cesareti ve sevdiklerimize karşı hissettiğimiz sadakat sayesinde barışabileceğimizi görüyoruz.
Hiroşima… 1945. Bir önceki gece, zamanın ilerlemesine izin vermeyen siren seslerinin ürkütücülüğünün ve havadaki ağırlığın aksine sabah, pencerenin ötesinde mavi bir gökyüzü ve sarı bir gün ışığı vardı. Ichiro ve en yakın arkadaşı Hiro, sıradan olamayan ama içinde yaşadıkları dünyanın bir süredir onları yaşamaya zorladığı olaylar bütünü ve hayat içerisinde sıradan olmaya yüz tutmuş bir günde, bombardıman tehlikesinin geçtiğini bildiren uyarılarla biraz olsun rahat bir nefes almışlardı. Sonra o korkunç beyaz ışık dünyalarına ansızın çakıverdi.
Kahramanımız Ichiro, hayatta kalmanın sevincini mi acısını mı duyumsaması gerektiğini bir türlü bilemediği o beyaz ışığın ardından yaşadıklarına rağmen yine de korkunun herhangi bir döneme, cinsiyete, kültüre, ülkeye özgü olmadığını, küçük kız kardeşlerini ya da sevdiklerini kaybeden her iki tarafın da ortak acılarla kavrulduğunu ve aslında düşmanlık diye bir şey olmadığını da anlamaya başlıyordu.
Ağır yaralı bir şekilde yerle bir olmuş şehirde ilerleyen iki arkadaş, Hiro’nun beş yaşındaki kız kardeşini bulmaya çalışırlarken verilen sözler sırtlarında bir ağırlık olduğu kadar ruhlarında da bir ışık olacaktı…
Kağıttan Son Turna Kuşu, Genç Timaş markasının Gümüş Kitaplar serisinden raflardaki yerini aldı. Gençlik romanları kaleme alan İngiliz kadın yazar Kerry Drewery, ona Büyüleyici Kitap ödülünü kazandıran fantastik tarzdaki CELL 7 üçlemesinden çok farklı olarak bu kez tarihin en canlı hatıralarından birinde, yaşanması çok muhtemel bir hikâyeyle karşımıza çıkıyor.
Dilimizde Gizem Şakar’ın çevirisiyle hayat bulan Kağıttan Son Turna Kuşu, gençler için olduğu kadar yetişkinler için de öğretici ve düşündürücü bir okuma.