Anna Karenina, bedenini tren raylarının üstüne bırakmadan hemen önce arabanın içinde kısa bir yolculuk yapar. Arabayı çeken atların nal sesleri ve taşlı yollarda tekerleklerin çıkardığı sesler birbirine karışır. Tolstoy daha önce hiçbir romancının yapmadığı bir şeyi yapar: Araba yolculuğu boyunca bize Anna’nın zihnini göstermeye çalışır. Sayfalarca Anna’nın monologlarını okuruz. Bu kısa araba yolculuğunda Anna’nın tüm hayatı bir şekilde gözlerinin önünde netleşir. Sonuç olarak her şey anlamsız ve çirkindir. Anna’nın intihar eylemi daha önce düşünülmüş bir karar değildir, bu kısa yolculuk sırasında bilincinde anlamsızlaşan hayatının dökümü bu ani kararı ona verdirmiştir. Anna’yı ne zaman anımsarsam bu son yolculuğu üzerinde düşünürken yakalarım kendimi. Ve zihnimden bin bir türlü sorular filizlenir.
Ya da: “Anna bu kısa yolculuğunu kalabalık bir ortamda yapmış olsaydı -örneğin arabada yanındaki koltukta haylaz bir çocuk oturuyor olsaydı ve yaramazlıklarıyla Anna’yı çıldırtsaydı- düşünmeye vakit bulamasaydı yine de Anna’yla anımsayacağımız bu eylem gerçekleşecek miydi?”
Ya da: “Tolstoy’un elinde bu bölümle ilgili başka bir pusula olmuş olsaydı?” gibi.
Yolculuk bazen yolcuya geçip gitmekte olan ömür üstünde düşünmesi için bir tür fon görevi yapar. Ani kararlar gibi görünen bu kararlar aslında uzun zamandır gizlendiği yerden gün yüzüne çıkma fırsatını daha yeni yakalamıştır sadece, hepsi bu.
“Mahler, güvertede sandığının üzerinde oturmuş, sarsıcı bir teslimiyet duygusu içinde yaşamın hiçliğini düşünüyordu şimdi. Hayat, kısa bir nefesten öte değildi aslında, kasırgada hafif bir soluktu, ama yaşamayı yine de öyle çok seviyordu ki, bu sevginin boşluğundan duyduğu hüzün yüreğini parçalıyordu.”
Büyük müzisyen Gustav Mahler, Robert Seethaler’in “Son Senfoni” yapıtında bir kıtadan başka bir kıtaya bir geminin içinde son yolculuğunu yapmaktadır. Büyük müzisyen hastadır, yorgundur ve ölümün kıyısında olduğunun bilincindedir. Yolculuk boyunca müziğini, konserlerini, karısı Alma’yı, küçük kızı Anna’yı ve daha küçücükken ölen kızı Maria’yı sık sık düşünür.
“Diyelim ki görüştüm, ne olacak?” demişti Alma. “Ben bir kadınım. O da bir erkek. Bu kadar basit. Tabii sen bundan anlamazsın. Bir deha böyle işlerle uğraşmaz. İnsan sürekli sadece zirvenin peşinde olunca böyle uluorta konulara bulaşmak istemez. Ancak zirve diye bir şey yok. Daima onun da üstünde bir yer vardır. Şimdi ne söyleyeceğini biliyorum. Ama artık duymaya tahammülüm yok. Bıktım. Gelgitlerinden. Hastalıklarından. Toplum içindeki davranışlarından. Öfke nöbetlerinden, kıskançlığından, sınır tanımaz bencilliğinden bıktım! Ben bir çocuğa aşık olmuşum, ne var ki bir kadın, yanında bir çocuktan fazlasına ihtiyaç duyar.”
Mahler güvertede yalnız başına durmakta, rüzgâra karşı konuşur: “Her şey farklı olabilirdi. Karşı sahile kadar yüzmemiz, öbür tarafa geçmemiz gerekirdi. Yarı yoldan dönmek hataydı. İnsan bunu yapar mı?”
Mahler müzik dünyasında bir tanrıydı. Uzun zamandır karısının gözünde ise bir çocuk. Büyük müzisyen bu defa Kharoon’un kayığında Hades’e doğru ilerlediğini biliyordu. Ve bu yolculuk esnasında geriye dönüp baktığında ne çok kasvetli anlar geçirdiğini görür.
Mahler evinde bir insandı; karısı için bir koca, çocukları için bir baba. Ama bu rollerinde yeteri kadar başarılı olamamıştı.
“İnsan bunu yapar mı?”
Bedeni yolculuk boyunca ona acı çektirir. Agresiftir. Güvertede yalnız başına bir saat kadar bile bırakılmaya gelmez. Seethaler yapıt boyunca bize Mahler’in zihnini gösterir. Okur olarak şunu sormadan duramayız elbette: “Zirve bu muydu?” Tıpkı Mahler’in Kharoon’un kayığında kendine sorduğu gibi.
Robert Seethaler, Son Senfoni, Çev: Regaip Minareci, Timaş Yayınları