Soru şu: Sahibin köleye, zalimin mazluma bu kadar uzun süre hükmetmesinin ve zulmetmesinin bir izahı var mıdır?
Sorulan soru basittir aslında, belki de yanıtı da öyle, yine de insan denilen türün ilk doğumundan beri bu sahip-köle, zalim-mazlum ikilisi varlığını bir şekilde hep devam ettirdi. İster kamuda çalışan bir memur olsun, ister zamanının çoğunu süper markette geçiren bir kasiyer, ister bodrum katlarındaki tekstil atölyelerinde ya da büyük-küçük bir fabrikada ekmek peşinde koşan bir emekçi olsun değişen fazla bir şey yok. Sadece sahibi (zalimi) ya da köleyi (mazlumu) gösteren ambalaj değişmiştir. En azından benim cepheden görünen tam da şu anda bu.
“Blake ve arkadaşları Cora hakkında hikâyeler uydurmaya başladı. Bir gün ağırların arkasında şekerleme yaparken aniden uyanan Blake, elinde baltasıyla anlaşılmaz bir şeyler homurdanarak başında dikilen Cora’yla karşılaşmıştı. Tanrı vergisi bir taklit yeteneği olan Blake hikâyeyi mimikleriyle anlatırdı. Blake’in çetesinin habis üyesi Edward, memeleri yeni yeni büyümeye başlayan Cora’nın eteğini sallayıp kendisine şehvetli tekliflerde bulunduğunu söyleyerek böbürlendi. Reddettiği zaman kafa derisini yüzmekle tehdit etmiş kız onu. Genç kadınlar kendi aralarında fısıldaşıyor, dolunayda kulübelerden ayrılıp ormana gittiğini ve orada eşeklerle, keçilerle çiftleştiğini anlatıyordu. Bu son hikâyeyi inanılmaz bulanlar bile bu tuhaf kızı saygın insanlardan uzak tutmanın faydalarına olacağını anlıyordu.
Cora’nın hikâyesi beyaz adamların gemileriyle yaşadıkları yerden binlerce uzaklıktaki topraklara giderek oranın yerlilerini zincirleyip köle pazarlarında sattıkları döneme kadar uzar. Ama bizim oraya kadar giderek uzun bir mesafe kat etmemize hiç gerek yok. Cora’nın anneannesi doğup büyüdüğü topraklardan zincirlenerek koparılmış bir siyahi, muhtemelen Blake’in ebeveynleri de öyle. Cora ile Blake beyaz olan adamlar tarafından çiftliklerinde köle olarak çalıştırılırlar. Cora henüz erken yaşta annesini kaybettiğinden tamamen korumasız kalmıştır. Annesi bahçesi dediği iki metre karelik bir alanda sebze yetiştirir. Sorun şu: Annesi öldükten sonra Cora bu bahçeyi hâlâ sahiplenip kullanabilecek mi? Buna gücü yetecek mi? Blake Cora’nın üç katı irilikte bir adam (romanda anlatıldığı şekliyle) ve gözünü bu küçük alana dikmeden duramaz. Blake bir gün Cora orada bulunmadığı bir zamanda küçük köpeğine bu bahçede villa dediği bir kulübe inşa eder, üstelik bunun için tüm zanaatkârlığın ispatlamıştır. Henüz çocuk yaşta denilebilecek bu genç kız bu zorbalığa katlanamaz, içten içe isyan eder ve eline bir balta alarak villayı yerle bir eder ve hatta bu kulübenin parçalarıyla o gece güzelce ısınırlar. Blake Cora’nın bu beklenmedik darbesi karşısında afallayıp kalır. Böylece açıkça linç alır başını gider ve sonrasındaki tecavüz.
Calson Whitehead’ın Yeraltı Demiryolu romanı elbette sadece bunu anlatmakla kalmıyor, bahsini ettiğim yapıtta sadece küçük bir hikâye. Hatta yapıt merceğini daha çok sahibin (beyaz adamın) zulmüne odaklamış durumda (Cora daha çok zülüm görecek) ve tabii Cora’nın bükülemeyen azmine, sanırım burada da yanlış olan bir şey yok.
Biliyorum, insanoğlunun açgözlülükte renginin, ırkının, dininin, cinsiyetinin ve hatta yaşının bile hiç bir sınırı yok. Yine de ister yürüdüğümüz bir sokakta karşımıza çıksın ister edebi bir yapıtta, insandaki bu uslanmaz açgözlülük bir şekilde içimizi paralamalı.
Başta sorduğum sorunun yanıtına geliyorum: Sahibin ya da zalimin saltanatının bu kadar uzun sürmesinin nedeni sahibin ya da zalimin zulmünden daha çok kölenin köleye ya da mazlumun mazluma ettiği zülümdür. Blake ve Cora’nın bu küçük hikâyesinden anladığım da budur.
Kaynak: Calson Whitehead, Yeraltı Demiryolu, Çev: Begüm Kovulmaz, Siren Yayınları