Behçet Necatigil’in çok güzel bir sözü var: “Az görün çok görürler.” Bu güzel değerlendirmeyi ben kendi şahsıma bir öğüt olarak aldım ve yayımlanmakta olan her dergiye şiir göndermek yerine kendi şiir anlayışıma uygun bir iki dergide şiirlerimi yayımlatmayı seçtim. Şiir öyle bir sanattır ki sizden ömrünüzü kendisi uğruna feda etmenizi ister ama karşılığında size vereceğini peşinen söylemez. Yani şair “Evet ben şiire ömrümü vereceğim.” dediği anda şiir bu söze hemen inanmaz. Zamanla şairi sınar. Eğer şair verdiği bu sözü bir an bile unutmazsa zaman da üzerine düşeni yapar ve şairi yüceltir. Edebiyat tarihi şiiri bırakanlarla doludur. Ben şiire başladığım zamanlarda İkinci Yeni şiiri ve 80’ler şiirinden etkilendiğimi itiraf etmeliyim. O etkilerle birçok şiir yazdım. Şimdi o etkileri daha net görüyorum. Etkilenmekten hiç korkmadım. Ama bir şairden veya şiir akımından etkilenmeyi aşamamaktan korkmuşumdur. Şimdilerde kendi sesimi bulduğuma inanıyorum. Bir önceki şiirimi aşma çabasında oldum hep. Yeni bir imge bulmak için hemen her yolu denerim. Bu arayış sadece kelimeleri yan yana getirmek değildir. Biz imgesel dili anlaşılmamak için değil derinleşmek için kullanırız.
İntihar işareti bekledim her sabah
nabzımda kıldan ince kuşkuyla
mucize aradım umudun zindanında
kimse anlamadı O Adam olduğumu
bilinmez kabilesinde sancının hamalıydım
çalgısıyla suskun oturuşların (Şerif Fatih, Kayıp Takvimi, s.13)
Hölderlin, “Bilmenin dili sezmesi gibi dil de bilmeyi anımsar.” tespitinde bulunur. Burada bilgi kendine uygun dili sezerek bulur ve dilde yapısı gereği zihin ve hafızadaki bilgileri, verileri hatırlar. Yani dil- bilgi, özne-nesne ve madde-tin ilişkisi şiiri etkiler. Fakat şiir, doğrudan bir kavramsallık içermediği için, sorulacak soruların cevapları bilme, anlama ve tanımlama değil; algılama, sezme ve imgeleme yoluyla anlamlandırma olacaktır. Yani şiir, bilginin doğrudan nesnesi değildir. Bu noktada şiirleri yazarken cevap vermekten veya cevabı beklemekten vazgeçmeyi denedim. Soruları sormak yerine yutkundum. Tüm ruhsal durumların birliğinde bir an özgür hissetmek istedim kendimi. Belki de O Adam, kendi varlığıma yaklaşmanın, ona dokunmanın sırrını anlatacaktı.
Adım O Adam’dır kendim değilim en önce ama
yaşıyordum kendimi arayarak. İşim kaybolmaktı
soyunarak tüm kadınları. Çünkü kendime yaklaşırdım
kaybolurken. Uzak, kaybolmak demekmiş anladım ve
kim varsa yanımda gözcüsüymüş kayıplığımın. (Şerif Fatih, Kayıp Takvimi,s.52)
Son kertede, şiir adına kendinden vazgeçtiği oranda büyüyecektir şair. Değer mi? Değer elbette.
Kaç kez prova edildi O Adamlık,
kim yazdı kendini beni yazarken?
Belki çözülür bilmecesi kayıplığımın
belki aşklar da gölgesizleşir bulunursam
ben O Adam,
yokluğuyla bilinen tek insan (Şerif Fatih, Kayıp Takvimi, s.13)