Serkan Fırtına: “Edebiyat bir oyundur; okuyucunun da bu oyuna katılması ve sürece dâhil olması güzel bir şey.”
Kentin içinde nefes alamayanları, kentin dışına itilmişleri; toplum içinde bir şekilde yalnız kalmış ya da yalnız bırakılmışları; doğal olan ile yapay olanın bitmek bilmeyen karşıtlıklarını konu edinen Serkan Fırtına ile söyleştik.
Mehmet Özçataloğlu: “Ruh Bağışı”nın hikâyesi nedir? Nasıl çıktı ortaya?
Serkan Fırtına: Ruh Bağışı’nın hikâyesi aslında insanoğlunun binlerce yıldır taşıdığı bir karmaşaya vurgu yapıyor. Bu hayatı nasıl yaşadık ve arkamızda ne bırakıyoruz? Maddi dünya dışında bizden kalacak olan ne? Neden yaşadık?… Ya Faust gibi kişiliğimizi satışa çıkaracağız, ya da onu insanlığa bir miras olarak bırakacağız.
Bu bir hesaplaşma ve içe dönüş yolculuğu… Herkesin yaşamında eninde sonunda bu noktaya geleceğini düşünüyorum.
Mehmet Özçataloğlu: Öykülerinizdeki karakterler genel olarak yenilmiş olarak tanımlayabileceğimiz insanlar. Neden bu insanları yazmayı tercih ettiniz?
Serkan Fırtına: Öykülerimde, görünen ama görülmek istenmeyen kişileri su yüzüne çıkarmak istedim. Dışlanan, tutunamayan, yorulan, kaybeden, yalnız bırakılmış insanları anlatmayı seviyorum. Çünkü hayat yolculuğumda hikâyeleri ile beni etkileyen çok insanla yolum kesişti. Bazen bu hikâyelerin arasına karıştım; bazen izlemekle yetindim. Ön yargının ne kadar iğrenç bir şey olduğunu yaşayarak gözlemledim.
Türkiye’nin en önemli gitaristlerinden Aydın Cakus’un önemli bir sözü vardır: “Ben neşeli şarkılar çalamam. Kalbim ağrılarla dolu” Dünya denilen yer küre böylesine bir çöplüğe dönüşmüşken, yüzeydeki güzellik kırıntıları pek ilgimi çekmiyor doğrusu… Yalnız bunları söyleyince yaşamı sevmeyen karakterler veya öyküler yazdığım düşünülmesin; kitaptaki bazı öyküler, alabildiğine yaşam sevgisi de taşıyor. Ancak sadece yaşamı sevmek; bazı felaketlere ve kaybedişlere engel olamıyor, hepsi bu!
Yenilgilerin, toplumun kabullenmediği kişilerin varoluş mücadelesinin durakları olduğunu da düşünmek gerekiyor. Ayrıca bu öykülerdeki ‘yenilgi’nin, gerçek anlamda bir yenilgi olmadığını düşünüyorum. Varoluşu anlamlandırma yolculuğunda oluşan boşlukların fotoğrafını göstermek istiyorum. Yenilme ve kaybetme gibi şeylerin, aslında yalanlarla örülü bir dünyanın en acımasız gerçekliğini oluşturduğunu biliyorum.
Yaşadığımız dünyada onlarca ekonomik, siyasal, kültürel ve toplumsal sorunlarla yüz yüzeyiz. İnsanlar kendi algısı çerçevesinde izlediği bu dünyaya karşı bir konumlanış alıyor. Yazarak adaleti sağlayamayacağımı biliyorum ama kendi adıma edebi bir huzur arayışında olduğumu söyleyebilirim.
Mehmet Özçataloğlu: Yenilmişleri anlatmanıza rağmen yoğun bir dram, trajedi yok öykülerinizde. Düz bir anlatımla aktarmışsınız. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Serkan Fırtına: Okunabilir olmayı çok önemsiyorum. Kişileri, olayları, durumları oluştururken buna her zaman dikkat ederim. Yazdıklarımı farklı gözle defalarca okurum. Çeşitli sosyolojik katmanlardaki insanların nasıl çıkarımlar yapabileceği üzerine düşünürüm. Sanırım bu dramaturgi ile yoğun bir ilişki içerisinde olmamdan kaynaklanıyor.
Kitaptaki bir öyküde (Cam Sığınak) diğerlerinden farklı bir anlatım yolu izleyerek, bilinç akışından yararlanmaya çalıştım.
Mehmet Özçataloğlu: Öykülerinizde kesin bir sonu okumuyoruz. Ucu açık bırakılmış gibi. Okur mu tamamlasın istediniz?
Serkan Fırtına: Böyle anlaşıldığı için mutluyum. Çünkü en büyük hedeflerimden biri de bu. Ben edebiyatın ve geniş anlamda sanatın açık bir okumaya ve değerlendirmeye yol açmasını önemsiyorum. Alımlamanın okuyucu içinde yaratıcı bir süreç olması çok besleyici bir durum. Kendi okurluğumda da böyle metinler beni daha da heyecanlandırır. Edebiyat bir oyundur; okuyucunun da bu oyuna katılması ve sürece dâhil olması güzel bir şey.
Mehmet Özçataloğlu: “Füsun” başlıklı öyküyü okuduktan sonra not almışım altına, “Kimdir bu Füsun?” diye. Genel olarak da böyle karakterleriniz. Kurgu olduğu kadar gerçek, gerçek olduğu kadar da kurgu. Ne dersiniz?
Karakterlerimi çok iyi tanıyorum. Ceplerinde kaç para olduğundan, yemeklerini nasıl yediklerine kadar her ayrıntıyı düşünerek yazıyorum. An’ların, çağrışımların, durumların ortaya çıkardığı çelişkilerin izini sürüyorum. Füsun aslında her yerde karşımıza çıkabilir. Bakmak ve görmek arasındaki fark yazar olmanın ön koşullarından birini oluşturur. Tüm bunlara hayal gücünün sınırsız özgürlüğünü eklersek öykü karakteri denilen şey ortaya çıkıyor.
Mehmet Özçataloğlu: Profesyonel olarak tiyatronun içindesiniz. Tiyatro ile öykünün birbirini beslediği muhakkak da merak ettiğim, tiyatro mu öyküyü, öykü mü tiyatroyu besliyor? Hangisi daha ağır basar?
Serkan Fırtına: Özdemir Nutku Hoca’dan alıntılayacak olursam; Tiyatro yapıtı edebiyattır, ama edebiyat tiyatro değildir” Tiyatro anlatmaz; gösterir. Bunun yetmediği ya da anlatımın daha yoğun olması gerektiği yerde öyküleme isteği doğar. (Tabi bu söylediğim sadece beni bağlayan bir düşünce) Tiyatroda seyirci ile bütünleşme ve coşkuyu birlikte yaşama vardır. Edebiyat ise okuyucu ile sessiz ama daha derinden bir ilişki kurmayı hedefler.
Açık biçim kurgusunu bazı öykülerime zaman zaman taşıyorum. Bununla ilgili incelemecilerden olumlu geri dönüşler alıyorum. Bunda tiyatro eğitimim ve uğraşımın katkısı yadsınamaz.
Mehmet Özçataloğlu: Daha önce yayınlanan tiyatro oyunlarınız vardı kitap olarak. Fakat öykü alanında ilk kitap Ruh Bağışı. Peki, masaüstünde neler var?
Serkan Fırtına: Evet, oyun yazarlığı benim öncelikli uğraşım ve tiyatro eğitmenliği ile birlikte mesleğim. Yayımlanmış oyun kitapları dışında, sahnelenen ve sahnelenmeyi bekleyen oyunlarım da mevcut. Uzun zamandır dergilerde sürdürdüğüm öykü yazarlığım ise ilk defa “Ruh Bağışı” ile kitaplaştı. Sırada bir edebiyat klasiğinin tiyatro uyarlaması çalışmam var. Yakında kitap olarak çıkacak. Öyküye ise ara vermeden devam etmek istiyorum. Yeni bir öykü toplamım da hazır bekliyor. Tiyatro ve kültür sanat üzerine on yıldır yazdığım ve çeşitli yerlerde yayımlanan yazılarımdan bir seçkiyi de kitaplaştırmayı düşünüyorum. Bunlar dışında taslak halinde çalışmalarını sürdürdüğüm ama işlerimin yoğunluğundan dolayı ara vermek zorunda kaldığım bir romanım var. Onun için sanırım daha uzun bir zaman var. Çünkü zor bir yola girdiğimi düşünüyorum…