Evlerde geçen yıldan sonra nihayet dışarıya çıkabildiğimiz, etkinliklerle şenlenebildiğimiz, yaşama sevincini yeniden bulmaya başladığımız yıl oldu 2021. Edebiyattan umudu kesmedik yine. Döneme ait kitapları da okuduk, irdeledik. Kitap Fuarlarına, imza ve söyleşilere de kavuştuk. Nicedir beklenen Orhan Pamuk ve Hakan Günday romanları da raflarda yerini alınca başlayan hareketliliğe de sevindik. Maalesef yılı yine panik ve endişe ile kapatıyoruz. Kurdaki dalgalanmalar ve kâğıt krizi derken kitaplar bibliyofillerden bir iki adım uzaklaşıyor. Maliyetler yükseldikçe butik yayınevlerinin can çekiştiğine dair haberler almaktan üzülüyoruz. Dergilerin de işi zor. Tüm bu kaosun içinden yine de okuyacak şeyler bulduk neyse ki. Geriye dönüp bakma ve liste çıkarma zamanı şimdi. Pek çok liste yapıldı, yapılıyor. En iyiler listesi değil bu şerhini düşmek isterim. 2021 dendiğinde zihnimde geçit töreni yapan kitapların listesi bu. Zira zihnimizi havalandıranlar en iyiler değil en keyifle okuduklarımızdır her daim…
Ben Murtaza – Deniz Tarsus / Alakarga
Ömrü hayatı boyunca pek çok zat tanımış, kıymetli kimselerle haşır neşir olmuş murtaza. Bilgi görgü derya deniz. Hatıratı ortaya döküyor. Ağızdan çıkanı gönül kabullenir. Gelenekselin diliyle, masalsı ve fantastik, yaşamın içinden dört hatıra. Anlatıcısından kurgusuna, anlatımından karakterlerine, kıssadan hissesi bol nefis öyküler. 2021 deyince sayacağım kitaplardan biri.
Beyaz Kitap – Han Kang / April
Geçmişin, kayıpların, ölümün aşındırmasıyla oluşan bembeyaz bir çakıl taşı gibi beyaz kitap. Beyazdan çağrışanlardan oluşan epik bir dua. Sessiz ve narin bir fısıldama. Sarsıcı da aynı zamanda. Dönüp kendine de baktıran bir ayna. İnsanın çaresizliğine yazılmış, bir solukta bitse de etkisi kalan bir masal.
Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme – Barış Bıçakçı / İletişim
Okurun zihnindeki kuş sürülerini havalandıran, içine yerleşen boşluğa, benliğe, kendini anlayamamaya, gülümsemenin sakladıklarına, kalakalmanın hüznüne, hatıralara, sözcüklere, yazgıya, zamana, aşka, bekleyişe, gerçeğe, mecaza, kısır döngüye, sakince çekildiği kabuğuna doğru alabildiğine uçuran nefis öyküler.
Dolunay İki Gece Sürer – Başar Başarır / Can
Sibop’un ardından ne gelecek merakının sonu istanbul-girit arası akan bir macera. Akılda kalıcı karakterleri, şamatası bol diyalogları, ne derlermiş diyerek sarfettiği deyişleri, girit güzellemesi ile bolca gülümseten, sayfalardan taşacak denli akdeniz canlılığı ve sıcaklığı taşıyan roman dolunay iki gece sürer. Sınırlar olmamalı ile iyi ki sınırlar var arasında geçen ve bitmesin dedirten serüven. Göklere revan, okura haz.
Gece Tüm Kanlar Karadır – David Diop / Sahi Kitap
Senegalli bir askerin Fransa adına almanlarla savaşmasını anlatıyor “gece tüm kanlar karadır”. Ama son bölümde de vurguladığı gibi altına saklanan hikâye vahşet, zalimlik ve kendini arama çabasıyla yoğruluyor. Ürpertici anların ardından hikâyenin ardına bakınca tam tersine merhamete kapı açıyor. Nefis bir anlatım ve kurgu ile savaşın ortasından, vahşetinden geçmişi anlatan bir yara izi… Sık sık dediği gibi; tanrı şahit, bu yıl okuduğum en iyi romanlardan…
Gökteki Kuşlar – Karl Ove Knausgaard / Monokl
Knausgaard küçük bir aileye Kierkegaard’ın “kırdaki zambak ve gökteki kuş”u üzerinden bakıyor. Kontrolümüzde olmayan şeylere dair ikirciklerimizin, müphemlerin yarattığı ızdırap ve acıdan kurtulmanın yolunu sorguluyor. Gökteki kuşlar gibi olabilirsek hafifler ve özgür olabiliriz diyor. Ertesi günün sabahında hangi kötülük beklerse beklesin, en büyük keder ânında neşeyle dolup taşabilmek. Kederle ilgilenmemek ve gülümsemek. Kısa, derin, sorgulatıcı ve zihni uzun süre meşgul edecek bir okuma sunuyor.
Öte Dünyalar – Tatyana Tolstaya / Yüz Kitap
On sekiz öykülük toplam insan olmanın özüne kafa yorarken pek çok kavramı da irdeliyor. Gündelik hayatın sıradanlığı arasında görülenin ardına erişme arzusuna sık sık değiniyor Tolstaya. “İnsan bedeni madalyonun sadece bir yüzü, öteki yüzü olmayan bir madalyon gördünüz mü?” diyor. Öteki yüzü eşeliyor ve öte dünyaların sihirli rahiyasına pencere açıyor… Özellikle “pencere”, “ya olmasaydı” ve “kare” nefis öyküler. Öykü okurları için yılın en keyifli tanışmalarından.
Selki – Demet Fünf / Sel
“Biri kızkardeşimin canını yakar ve ben vahşileşirim. Biri kızkardeşime iftira atar ve ben vahşileşirim. Bira şişesini kavradığım gibi kafasında patlattığımı hayal ediyorum.” diyor anlatıcımız. Kızkardeşi hastanede komada. O da masallara kaçıyor. Gerçeklerle masalları paralel kurgulayarak ilerleyen bir novella selki. Yarattığı masal evreni, dili ve üslubuyla tam bir edebi haz. Muhtekulade… Bayıla bayıla okudum. Siz de okuyun da avuçiçlerimizi gösterelim birbirimize, uçarcasına ilerleyelim açılgök döşeyerek ruhlarımıza. Karmaşdolaş olalım. Evet, belki tırtılın varlığı her şeyi düzeltebilmenin tek yoludur.
Alain corbin sessizliğin izini yazılı metinlerden sürmüş. Edebiyat, resim ve sinemadan da örneklerle zenginleştirerek insanlığın sessizlikle ilişkisini anlatmış. Sessizliğin tanımı, deneyimleme biçimleri, toplumdaki yeri, aşktaki sesizlik derken yaşamımızda nereden nereye geldiğini anlatıyor. Bolca örnekle zenginleşen nefis bir araştırma. İçsel de bir yolculuk aynı zamanda. kakanofiyle boğulduğumuz çağda sessizliğin hikmetinin farkına yeniden varma çağrısı…
“insan öldü, doğa yoğun bakımda, her yerde hayvan heykelleri / bir kitabın içine sığınıp yağmuru kokluyoruz geceleri hep birlikte / pencereyi açınca sabah değil, bıkkın bir nostalji doluyor içeri / hiçbir kelime kendini karşılamıyor artık” diyor Arslan. “kesintisiz devrim, kesintisiz yenilgiydi / yeniden öğrendik domatesi ısırmayı / bir nehrin içinden geçmeyi, yürürken tökezlemeyi / üzümden ayrılıklar yapmayı / açtığımız pencereler hep gövdemize kapandı” diyor. “duvarlara kömürlerle yazılan yalnızlıktı devlet / her harfinde kırgın bir halkı gizleyen” diyor. Elde tebeşir duvarlara yazacak ne çok şey var. O birikenleri içeriyor “Tebeşir Bahçesi”. Hepimizin adına yazıyor ve dönemin kaydını tutuyor.
Gerçek ile gerçeküstünün birbirine teğellendiği kısa ve etkili on beş öykü. Özgürleşme arayışını, toplumsal baskıdan muzdarip kadını, tabuların altında nefessiz kalanları, babaları anneleri ve çocukları, aileyi, ötelenmişleri, sınırların içinde hapsolanları, varolma arayışını anlatıyor. Kısa cümleler ve düşgücüyle başka bir evren yaratıp gerçeği yeniden kuruyor.
Özenli bir dil ve kurguyla etkili simgeler kullanan, verdiği toklukla düşündüren, duraklatan, derinden başkaldıran öyküler. Kısa görünen ama uzun süre akılda kalan öyküler.
Yok Yolcu – Kâmil Erdem / Sel
Kâmil erdem on öykülük nefis toplamında üslubunu daha da derinleştirmiş. Dile hakimiyetine de şapka çıkarmamak zor. Kuşaklar arasındaki izlekten yürürken edebiyat dünyasına da uğramış. Yazarlara, şairlere, eleştirmenlere, yayıncılara inceden selam çakmış. “ayapera!” üçlemesinde de değişimi/dönüşümü okurunu çıkardığı istanbul yolculuğu üzerinden anlatıyor. Arka kapakta da dediği gibi “kâmil erdem öyküleri bir akarsu gibidir, bir akarsuyun gereğini yapar, öyle olması, akması gerektiği için akar.” keyifle kapılıyoruz bu akışa.