2023’ten 23 Kitap
Zor bir yılı geride bıraktık. 2023 deyince aklımızda neler kalacağını düşünürsek pek olumlu bir şey yok maalesef. Artan maliyetler ve hammadde krizi sebebiyle oluşan durumun okura yansıması ağır oldu. Daha az kitap alır olduk. Ya da daha sıkı elemeden geçiriyoruz alacaklarımızı. Sanat dünyası ise hep krizlerle gündem oldu. Sansürler, verilecek ödülün iptali, sosyal medyada atışmalar, edebiyatımızın adını koyma tartışmaları, bookstagramların çıkardıkları rezaletler derken yine olaysız geçmedik yılı. Akılda kalan güzellikler ise Nobel ödülü sahibi Annie Ernaux’un ülkemize gelişi ve Nazlı Berivan Ak’ın belgeseli “Kitapçı” oldu. Özellikle yılın ikinci yarısında çıkan kitaplarla hareketlenen yılın kitaplarını seçmek çok zor değildi. Artık olmazsa olmaz grafik romanları ayrı kategorileyerek listelemeyi tercih ettim. Yılın en iyileri listesi olmadığı şerhini düşerek, en sevdiğim, okuma hazzı veren kitaplar şunlar.
“Derler ki, ağaçlar insanları duyamazlarmış ama kendilerine göre zamana, hayata ve hikâyelere dokunurlarmış.”
Gerçek ile hayalin birbirine teyellendiği dura düşüne okunan etkileyici bir büyü yaratmış Oylum Yılmaz. Bu büyüyü çoğaltma isteğiyle bazı cümleleri, paragrafları dönüp tekrar okuma dürtüsü veriyor. Doğaya, ağaçlara, büyümeye, insana dair söylediği o kadar çok şey var ki… Hani kapılıp gittiğimiz özel metinler var ya, onlardan…
“Ayı,” diyordu ona, baştan çıkarmaya çalışarak, “Alt tarafı insan dişisiyim ben. İncecik tenimi takırdayan pençelerinle yırt. Narin bir varlığım. Zor değil senin için. Pençenle kalbimi çıkar, kütük altındaki kurtçuklardan farkı yok. Başımı kopar, canım ayı.”
Marian Engel’in romanı eşine kolay rastlanabilir bir metin değil. Belki de bu yüzden katlanıyordur etkisi. Gayet olağan başlayıp yarıya kadar da öyle usul usul ilerledikten sonra öyle bir coşuyor ki… Engel’in tüm sınırları zorlarken ritmi koruması ve aynı sakinlikte devam etmesi takdire şayan. Kontrolü hep elinde tutarken batırıyor tüm iğnelerini. Yer yer fantastik, gotik yer yer şiirsel. Çok cesur ve derin. Nefis roman netekim.
“Müzik insanın kalbini ve duygularını, böylesine nüfuz edici empatik bir güçle şekillendirmeyi nasıl başarıyordu?”
Figaro’nun düğünü operasına aşık bir adam sen-nen ile tanışmak ne güzel. Adının anlamı “bin yıl” demek. Ona ilgi duyan kadını “kalbi bin yıllık heceyi taşımak için çok küçüktü.” diyerek anmış, böyle hoş çağırışımlar ve anlamlar üzerinden zarif bir romantizm yaratmış Mizubayashi. Sanatla da yoğurmuş metnini. Hitchcock başyapıtı Vertigo başta olmak üzere filmleri ve yönetmenleri anıyor. Müzik tutkusunu o kadar iyi işliyor ki adeta birbirine örülen notalar gibi yükselip yoğunlaşıyor. Sen-nen’in müzik iştahını, tutkusunu dile getirme halleriyle, Mozart hayranlığıyla etkileyici. Yaşamın ağırlığı ve günlerin aynılığı ile kuşatılmış yalnızlıkla donanmış zarif finaliyle de nefis. Müziğin akıl ermez duygusuna duyduğumuz ortak tutku sayesinde içinde kendimizden bir parça bulabildiğimiz bir aşk bu. İçinden fışkıran notaları kapın, ıskalamayın ve unutmayın: kendini müziğe bırakanlara ne mutlu. Dünyanın azapları ortasında huzur bulacaktır…
Çirkin Sevgilim – Mehmet Fazlı Gök / Varlık Yayınları
2022 Yaşar Nabi Nayır öykü ödülüyle taçlanan kitap, iyi ilk kitaplardan. Farkındalığını, gözlem gücünü başarıyla ironiye yontmuş bir öykücüyle tanışıyoruz. “Bir Allah Misafiri” isim vermeden anlatmış tanıdığımız birini. Haklı bir gerilim, tasa ve gülümseten bir trajikomiklik. Thomas Bernhard’a adadığı nefis öykü “Yürüyememek”te ise amiyane tabirle adeta şov yapmış, döktürmüş. Onun gibi yazmış tastamam, onun gibi İstanbul’u. Şevkle, zevkle, ısrarla önerip ıskalamayın dediklerimden oldu.
“Bu dünyanın içinde kendime yeni, bana has ve başka bir dünya kurmak için çırpındım da çırpındım. Olmadı, dünya sadece kendisini tanımamızı ve anlamamızı istiyor, biz hiç umurunda değiliz. Nefes alıp hayaller kurabileceğimiz bir ikinci dünyayı kurmamıza izin vermiyor.”
Dile, üsluba çok kafa yoran kalemleri ayrı seviyorum. Her kitapları şenlik havası estiriyor, bayram yerine döndürüyor zihnimi. Bora Abdo o kalemlerden. Yıla iki kitap sığdırdı. Önce masallarla ördüğü, çağrışımı, anlamı her okurda farklı algıya açık romanla “Kızılağaçlar Cinayeti” ile sevindirdi. Sonra da örselenmiş ruhlara dair yedi öykülük toplamı “Doğu’nun Yedisi”yle “Doğu’daki en büyük suç iyi bir hikâye anlatmaktır. Asla cezasız kalmaz.” diyor. Cezaya ortak olmak çok keyifli.
Dudağım Politik – Okan Yılmaz / Everest Yayınları
kan kesen nehirlerden
gözünü kapadığın anıtlardan
utanç müzelerinden
ahlakın daha vahimi allahın pek derin bilgisinden
biraz da kendimizden konuşalım
kendi tarihimizden”
Üç bölümden oluşuyor dudağım politik. Sevgiliye adanmış/yazılmış şiirler. Adından da belli meramı zaten. Politik tarihimizin ilişkinin tarihiyle kesişimleri ve seslenişler. Güncel meselelere isyan edeceğim diye şirazesinden kayan çok örnek gördüm/okudum. Dudağım Politik bu konuda çok başarılı, nasıl olması gerektiğini gösteren ender örneklerden. Eksenden kaymamış. Poetikayı koruyarak politik olabilmeyi başarmış. Meseleleri ve göndermeleriyle çok iyi bütün. Çünkü öpüşmek politiktir, sevişmek politik…
“Bizimki gibi sıcak memleketlerde adalet yeşermez. Adalet istiyorsan kuzey’e gideceksin. İklim soğudukça insanlar akıllanır, belki o zaman gelir adalet.”
İki zıt kardeş ile köylü/şehirli zıtlığı üzerinden tespitler ve doğa ile ilişkimize dair nefis kurguyla tadına doyulmaz bir anlatımla döktürmüş yine Başarır. Güle eğlene o kadar keyifle okunuyor ki bitmesin istiyorsunuz. Aksel, Seyfi, Meryem Ana, Muhtar, Dağyüzü bir süre daha kalıyor zihinde. Tırtıklı Aksel’in yediği haltlar ve tabiatın kanunlarının kesin hükmü. “İnsan ol, yaşam hak ettiğini verir.” epigrafıyla başlayan değme blockbusterlara taş çıkaran bir film adeta.
“Sesi, düşüncemin etine saplanan bir kılıçtı. Suyun üstüne çıkarıyordu beni. Telaffuz ettiği her bir sözcüğe ahşaptan kalaslarmış gibi tutunabiliyor, hepsi eriyip yitene dek tekmeleyerek biraz daha dayanabiliyordum. Sonra başka sözcükler söylüyor, ben bu sözcüklere de sarılmaya koşuyordum.”
Yeni bir kalemle tanışmanın karşılığını fazlasıyla veren kitaplardan Elmas Öfke. Sekiz öykülük toplam daha yarısına gelmeden ne yazsa okurum dedirtiyor Tentoni için. Kişisel felaketlerinin sonrasında adeta araftaki karakterlerinin bocalama evrelerini anlatırken zihinlerinin röntgenini de çekip koyuyor önümüze. Etkileyici kısa filmler izliyoruz sanki. Üstelik son derece basit ve sadelikle yapıyor bunu. Bir sonuca da bağlamıyor. Niye bağlasın zaten bu gibi durumlar uzun ve bitmek bilmez döngüler.
“Yağmurla yıkanmış kaldırımda, sokak lambasının sarı, kirli, puslu ışıkla çizdiği çıkmaz bir sokakta, dudaklarının arasından göğe yükselen dumanın içindeki bir ah’tım. Yandım. Buz atılmış kadehten bir yudum rakı, taştı. Yudumda bir of’tum. Düştüm.”
On dört öykülük toplam, dört bölüme ayrılmış. Şiirden ve masaldan el alarak oluşturduğu dille insanı geri plana atarak boşluklardaki detayların peşinden uçuyor ve okurunu da peşinden sürüklüyor. Nefis bir dil ve üslupla, çiçeklerden böceklerden sesler vererek, arka planda akıp giden müzik gibi ritmiyle anlatıyor meramını. Hani kapılıp gittiğimiz özel metinler var ya, onlardan…
“Feci zor bir dava, doğru dürüst delil yok, parmak izi yok, görgü tanığı yok… Bir ipucu bulmuşsun ki o da sahici ipucu mu, emin olamıyorsun. Anca söylediğin gibi varsayımlara dayanmak zorundasın. Başkası olsa boku yemiş, Fizan bileti cebinde, derdim ama eğri oturup doğru konuşalım arkadaş: Sen en iyimizsin, yalan söyleyecek halim yok. Öyle ya da böyle, sonunda çözeceksin meseleyi, eminim.”
Geçtiğimiz yılın en iyi kitaplarındandı Kavgaz: Çantacı. Çok bekletmeden ikinci kitabın gelmesi ne güzel oldu demeli öncelikle. Genç komiser yardımcısı Mutlu Kavgaz’ın ikinci vakasında bu sefer devletin namusu söz konusu! Büro tarihinin en önemli faili meçhulü… Bir cinayetin izinde doksanlı yılların arifesinde ötekilere dair pek çok şeye tanık oluyoruz. Okurun kendini Kavgaz’ın yerine koyarak dönemin lgbt kültürünü öğrenmesi hali romanı o kadar akıcı hale getirmiş ki tebessümle ilerlemek çok keyifli. Karşılaştığı şeyleri kafa karışıklığıyla anlamlandırmaya çalışıyor Mutlu Kavgaz. Çok ritmik, heyecanlı ve muhabbeti bol çözüm bölümü nefis. Okura da keyfini çıkarmak kalıyor. Yeni vakayı tez vakitte bekliyoruz ağabeyler dememek zor.
“Ayı göremediğimiz günleri çıkarsak hesaptan, o günleri yaşamadığımızı. Uyuduğumuz ama rüya görmediğimiz günleri de… Pek bir şey yaşamamış oluyoruz. Çok mu bıkmışsın, çok mu kırgınsın. Yorgun bakiye devretmiyor. Haklı sayıldığımları unut, ‘Bence’ başladığım cümleleri de boş ver. İki kişinin yurdu oluyor sarılmak. Ne zahmetler çekmişsin. Yaşamak öyle zor ki, altında kalıyor insan her sabah ayrı koldan, ayrı iş gücünden bir vasıtanın.”
Murat Çelik sekiz öykülük toplamında eksik yaşamları eşelemiş. Dili ve üslubuyla bolca edebi haz veriyor. Her biri etkili ve çok iyi öyküler. Özellikle öykü içinde öykü “Şerefiyetrio”yu anmak gerekiyor. “Hayat bazen kitaplardan daha usta bir kurmaca.” diyen kitap yılın en iyi öykü toplamlarından.
“Ağzı kapalı bir zarf değil midir insan? Kimi gevşek, kimi sıkıca kapatmıştır ağzını. Gevşek olan hemen açılacakmış gibi görünse de kolay değildir açılması. Sıkı olan daha kolay açılır oysa. Hiç beklemediğin anda cümle cümle patlar. Kimini de açmaya gerek yoktur. Ne yazdığını ne yazıldığını bakmadan zarfa bakınca anlarsın zaten.”
Adını görünce yoksa polisiye mi diye düşünüyor insan ama memleket hikâyesini çok içerden anlatıyor Ali İpek. “Gidelim Buralardan Muhlis” ile açtığı kapıyı genişletiyor. Son dönemde üzerimize boşalan yeni yazar fırtınasından geleceğe sağlam kalacağını gösteriyor. Nefis bir dil ve üslupla edebi haz veren roman yine.
“Etrafımızdaki her şey her zaman çöküyor. Yalnızca, biz bunu fark edemeyecek kadar canlıyız.”
On paragraf George Saunders övgüsü dizmeden kendimi tutarak nasıl anlatabilirim diye düşünüyorum. Nefis, olağanüstü, muazzam, muhteşem ve her dildeki eş anlamını sıralamaktan başka ne yapılabilir ki sahi? Yaratıcılık, özgünlük, yeniyi deneme, kurgu, üslup ve edebi haz diyerek tanımlanabilecek yazarımız dokuz öykülük toplamla gelmiş. Dünya çöküyor ve Saunders bunun farkında… Yine Amerikan tarihini eşeleyerek başlamış. Sonrasınıysa sığ ilişkileri, arkadaşlıkları, sabitlenemeyen kaygan değerleri, hayatları alaşağı ederek getirmiş. Hicvi, alegorisi, absürdü derken satır aralarını, yazmadıklarını da okuyabilenler için edebi haz.
Kuru Dallar Yangını – Özcan Yılmaz / İthaki Yayınları
Asphalt Ribbons’dan dönüşüp ilk albümü yayımladıklarında dinler dinlemez vurulmuştum. o günden, 1993’ten itibaren en sevdiğim grup oldu Tindersticks. Her albümlerini aynı keyifle dinleyip sevdim. Her konserlerine gittim. Bazı şarkıları mıh gibi çaktım kalbime. Yaratım sürecinde ilk üç albümden faydalanan roman onca yıldır dinlediğim şarkılar evrenini genişleten tamamlayıcı oldu. O evrenin eksik parçasını bulmuş gibi bulutların üstündeymişçesine okudum. Hikâyesi, şiirsel dili, üslubu ve melankolisiyle sevdim. Peki grubu ve şarkıları bilmeyen için nasıl bir okuma olur? İşte onu bilemiyorum.
On Bin Varlık – Aslı Solakoğlu / NotaBene Yayınları
Kitaptan ödünç alayım verdiği hazzın tarifini: “Okumak, evet. … Okumak gibi söylemek, mırıldanarak, unuttuğu bir şarkıyı hatırlayarak, yavaş ve sakin, parlak bir melodinin içinde, parlayıp sönen, gırtlağı kaşındıran bir sesle söylemek gibi okumak.” Solakoğlu’ndan yine şiirle bezenmiş, kategorize etmeyi tercih etmeyeceğimiz benzersizlikte, cesur ve zihin açan nefis bir metin. Büyülü ve çarpıcı. Hani okurken kapılıp gittiğimiz, çarpıldığımız, hiç bitmesin dediğimiz özel metinler var ya, onlardan…
Sahi Adım Neydi – Polat Özlüoğlu / İthaki Yayınları
Kalemini, öykü evrenini sevdiğim isimlerden Polat Özlüoğlu. Ötekilerin, yaralı ruhların müellifi… Karakterleriyle empati kurdurma konusunda çok ehil bir kalem. Yaraları öyle iyi deşiyor ki. Yine deşmiş. On bir öykülük toplam öyle bir solukta bitmiyor. Arada durup nefeslenmek gerekiyor bu demir leblebiden. Bu sefer şiirler ve şarkıları da geçirmiş içlerinden. Sarıp sarmalamış, his kardeşliği yaratmış daha fazla. Hepsi iyi de “Yılkı Atları Gibi Bozkırda Başıboş” ne şahane öykü öyle. Kaç kez okunsa doyulmaz.
Uyuşma – Elif Derviş / Alakarga Kitap
Karısı ve çocuğunun ölümü sonrası dağılan bir adamın kendini bulma hikâyesini anlatıyor Uyuşma. Başka bir dünya yaratıp yolculuğa çıkarıyor kahramanını. Fantastik damardan besleniyor ve masal evrenine yakın duruyor. İlk roman olduğuna inanmak zor. Alıntıları, çizimleri, ormanın ruhu ve atmosferiyle bitmesi istenmeyen nefis romanlardan. Ruhu besleyenlerden. “Geçecek. Biraz sabır, biraz inanç.” diyenlerden.
“Derler ki dileğinin allah’ın kulağına gitmesini ve eksiksiz gerçekleşmesini istiyorsan, sen de eksiksiz dilemelisin. Zira yaradan çoğu zaman ciddi ve öfkeli olsa da bazen muzipliği tutar, dilekte eksik kalan yerleri kendi mizahına göre, aciz kuluna ibret olsun diye dolduruverir.”
Erkol’un dördüncü öykü toplamı beş öyküden oluşuyor. “Alelade insanların sabah kahvaltılarında açıp okudukları gazetelerin üçüncü sayfalarına düşen, aynı insanların höpürdeterek çaylarını içerken hayret ve esefle başlarını salladıkları ‘ne tuhaf şeyler oluyor bu dünyada’ dedikleri türden” olaylardan yola çıkarak boşlukları doldurmuş. Haliyle yer yer fantastiğe kayan, absürd ile ironi arasına konuşlanan çok iyi kurgulanmış öyküler. Kurgusundan yaşanmışlığına ıskalanmaması gereken öyküler.
Grafik Romanlar
“Bu, her şeyden önce bir aşk hikâyesi. Hem de öyle keyif verici, dingin bir aşk ki, varlığını sürdürmek için fırtına olup esmeye, okyanusu çalkalamaya hazır.”
Sessiz hikâyelerin insanı alıp götüren anlatımı, büyüsü vardır. Sadece çizimlerle anlatılmasının yarattığı boşluk okur için oyun gibi, masal gibidir. İçine yerleşir, dokunur, etkiler. En güzeli de hayal gücünü tetikler. Sesi, diyalogları zihnimizde ekleriz. Anlamını büyütürüz. Kişiye özgü bir okuma deneyimidir, hazdır. Bu hazzı fazlasıyla yaşatıyor Aşk Denizi. Kelimeler susunca başlayan sihre eşlik ettiriyor. Sayfalardan taşıyor, dokunabiliyoruz. Denizin kokusunu, martıların sesini duyuyoruz. Merak ve heyecanla sayfaları çeviriyor o kavuşma anını bekliyoruz. Gülümseten, duygulandıran o kadar çok an var ki. Sessiz filmlere saygı duruşu, denize övgü, kaderin oyununa bile karşı gelen bir aşk serenadı bu. Kapağını görünce dostuyla karşılaşmış hissini, sardalya konservesi deyince gülümsemeyi ekliyor dimağımıza. Yılın en özel ve güzel kitaplarından.
“sevebildiğince sev beni / ağır ağır bu dansta / aşk sözcükleri fısıldarken bana / tek isteğim böylece kalayım daima… / ya da zaman dursun / sevebildiğince sev beni”
Toulme, eşini yeni kaybetmiş Suzette ile ilişkisinde yeni aşamaya geçmiş torunu Noemie’nin macerasını işlerken ilişkilere dair altı çizilesi cümleler kuruyor. Erkeğe, kadına, aşka ve ilişkideki konumlarına attığı bakışa katılmadan edemiyorsunuz. Ve elbette aşkın büyüsü her yaşta var. Anneanne ile torunun büyük aşkı bulma yolculuğu tatlı tatlı gülümseten, kalbi dolduran, iç ısıtan, şevk veren, keyif veren bir çizgi roman…
Her Şeye Rağmen – Jordi Lafebre / Çizgi Düşler
Doktora tezi için uzaklara giden kitapçı Zeno ile görev süresini doldurmayı bekleyen belediye başkanı Anita’nın özlemle hasretle dolu aşkları. 37 yıllık kavuşamamanın ardından yağmurda şemsiye altındalardır. Peki ne olmuştur da beklemişlerdir bu kadar… İşte bunu okuyoruz… Gülümseyen yüzlerle dolu çok renkli ve pozitif bir grafik roman. Geriye doğru ilerleyen bölümleri ve harika kurgusuyla da usta işi bir aşk filmi adeta. Okurunu gülümseten, hafifleten çok hoş ve zarif bir hikaye. Benim gibi iflah olmaz romantiklerin bayılacağı türden bir güzellik. Sizde öyleyseniz ıskalamayın ve unutmayın: “Sevmeyen bir kalp, parıldamayan bir ışığa benzer.”
Kulağımda Dünyanın Sesi – Giacomo Bevilacqua / Çizgi Düşler
Kötü ayrılığının üstüne kendine kurallar koyarak meydan okuyan, sadece tek, basit bir kurala uyarak: hiçbir insanoğlu ile konuşmadan iki ayını New York’ta geçiren Sam ve şehrin sürprizleri… İlk anısı şarkı olanlar, hâlâ kafasının içinde yankılanmaya devam eden bir şarkı olanlar ve burcu günbatımı olanlar için nefis grafik roman. Melankolisi, çizimleri ve hikâyesi ile kalpte şakıyan hoş bir nağme… Ne yaparsan yap, ne düşünürsen düşün, ne kadar duvar örersen ör her şey mümkündür güzellemesi, bir umut şarkısı… Çünkü şans bu dünyadaki en korkutucu şeydir. Çünkü kural tanımaz. Çünkü bazen çok hızlı yuvarlanan iki bilye birbiriyle çarpışabilir ve birbirine karışabilir. Birbirlerine anın sevgisini yeniden bulmada yardım edebilmek için…
“Belki de başkalarının acısına katlanamıyorsundur. Görmezden gelmek için her şeyi yapıyorsundur. Ve bu yüzden de tek derdin kendinledir. Çünkü kendi acın dayanılmaz olsa da ona katlanmakta sıkıntı çekmiyorsun. Ama başkasının acısı öyle değil. Başkalarının acısı yüreğini dağlıyor. Seni lime lime ediyor.”
“İnsan büyüyünce böyle mi oluyor?” diye soruyor Gipi. “Dikkatini dağıtmak için başka şeyler mi düşünüyor?”. Annesi ölmek üzere olan kahramanımız karmanın varlığını, hayatın bir döngü olup olmadığını, iyi ile kötü arasında sebep sonuç ilişkisi bulunup bulunmadığını sorguluyor. Minik anektodlarla süslü nefis bir film gibi. Gipi’den yine usta işi bir çizgi roman.