Mest of 2024: 2024’ten 30 Kitap
Hayat pahalılığı, dövizin durmak bilmeyen artışı, kağıt krizleri desek de raflardan kitabın eksik olmadığı, hız kesmeyen bir yılı geride bıraktık. Elbette krizlerimiz eksik olmadı ama güzel şeyler de oldu. Büyük ödüllerin kadınlara gitmesine şahit olduk nihayet. Han Kang’ın Nobel alması, Jenny Erpenbeck’in de Booker ödülü alması, İlhan Sami Çolak’ın yıllar sonra özgürlüğüne kavuşması, bağımsız kitapçıların ve edebiyat dergilerinin bu yıl da ayakta kalması, yeni yayınevlerinin kurulması, Adam Fawer, Paco Roca ve Fabien Toulmé’nin imza ve etkinliklere için ülkemize gelmesi yılın akılda kalan sevindirici haberleri oldu. Mario Levi, Füruzan, Ferit Edgü, Alev Alatlı, Süreyya Berfe kaybına üzüldüğümüz isimlerden başı çekenler. Her güne bir kitap düşürmek isteyen bir okur olarak iki yüz elli kitap okuyarak bitirdim yılı. Bazılarını yarıda bıraktım, bazılarını ayrı sevdim. İçlerinden liste yapmak zor oldu. Geride bıraktıklarımda da gözüm kaldı ama daha çok okunmasını istediklerimi derleyip toparladım. Yılın en iyileri listesi olmadığı şerhini düşerek, en sevdiğim, okuma hazzı veren kitaplar şunlar.
“Ah ah, zaten aşk da kırıntıların verdiği hazla tatmin olmaya çalışmaktan başka ne olabilirdi?”
Yıllara yayılan bir aşkı nefis bir dil ve üslupla fantastik bir masal gibi nakşetmiş Aslı Tohumcu. Adeta nefes almadan yutar gibi okudum bir nefeste. Bayıla bayıla okurken hiç bitmesin istedim. Hem zaten okuma aşkı da böyle kitaplardan aldığımız haz değil midir? Hikâye nakleden hayalcinin muziplikleri ve göndermeleriyle de doyuran, çok sevilesi bir roman Aç Koynunu, Ben geldim. Aşkla öneririm, hazla…
Arafta Düet – Selahattin Demirtaş & Yiğit Bener / Dipnot Kitap
Net bir türe ait olmayan, çok katmanlı nefis bir roman Babamın Cinayet Defteri. Bazı bölümler (mesela resul), karakterlerin öyküsü dön tekrar oku notunu aldıracak kadar nefis. Masalsı yönleri, yakın tarihe değinmesi, atmosferi, “Kara Kitap”a yakınlığı, göndermeleri, kendi içine dönük göndermeleri… Sevilesi o kadar çok yanı var ki. Matematiği, kurgusu çok iyi. Kolay kolay denk gelebildiğimiz bir roman değil. Verdiği edebi hazzı da düşününce okuyun, okutun, sürün keyfini…
Battığımız Bataklar – Ahmet Erkam Saraç / Can Yayınları
Bir ilk kitap ilk tanışma. Yedi öykülük toplam dipsiz kuyuları anlatıyor. Yarattığı gerilimi çok iyi büyüterek, oyunlarla finale yürüyor. Süssüz, gösterişsiz, sade bir dil ve anlatımla veriyor duyguyu. Öykülerin kurulumu için çok çalışıldığı belli. Mekan ve atmosfer kullanımındaki ustalığın etkisi büyük. Yarattığı atmosferi bir anda dağıtma konusunda da iyi. Tanıdık kuyuları, girdaplarıyla çok iyi toplam. Iskalanmaması gereken ilk kitaplardan. ikinci kitabı merakla bekleneceklerden.
“Narin ilmeklere sardım kendimi, böyle kurtuldum / Kozasız hayatta kalınmıyor, buna inan” diyor Gizem Bilkay. “Teslim olmayan / Bir kara parçası / Olmak istedim / Yalnızca” diyor. Bir ilk kitap olduğuna inanmak zor. Poetikası hayli tanıdık geliyor. Sesini daha önce duyduk da içimize çoktan aldık gibi. Sanki yıllardır okuruymuşuz da yeni kitabını okuyormuşuz gibi. Çoktan içimize işlemiş de haberimiz yokmuş gibi. Haberiniz olsun…
Yılın en özel kitaplarından biri. Aynı günlerde film uyarlamasının vizyona girmesiyle keyfi de katlamıştık. “Hepimizin aynı anda, aynı odada olduğu bir an vardı. Ama kısacık bir andı. Bence kimse fark etmedi bile.” diyor Burada. Okuyan herkesin fark edebileceği bir anlar bütünü. “Kimse hayatın anlamını çözmüş değil. Hepimiz karanlıkta debelenip duruyoruz.” diyor. Debelenenler için şahane bir klavuz. İçe işleyen, okura/izleyiciye dönüp kendi zamanında yolculuk ettirecek, zamanı sorgulatacak “zaman nasıl geçti ya!?” dedirtecek bir başyapıt.
“Dünyanın sonuna oturup geçmesini bekledim
Hiçbir şeyin sonuna inanmadım
Bu yüzden ellerim iki kere acıdı
Kedilerle yatanlar kazandı / niyet okuyanlar kazandı
Otuz yaşındakiler kazandı / çocuk aldıranlar kazandı
Ben yeni bir şarkı buldum ve yenildim
Yenilmiş olmanın huzuru hiçbir şeye benzemedi”
İlk kitabından itibaren okuduğum kalemleri ayrı seviyorum. Ayrı merakla bekliyorum ne üreteceklerini. Oğulcan Kütük de onlardan. “Oğlan Çıkmazı” o kadar iyiydi ki sonrasında ne yapılırdı sahi… Gördüm ki daha iyisiyle gelinir dimdik bakılırmış. Daha çok biriktirmiş bu kez, daha yoğun söylemiş, sanki bazılarını içinden sökmüş. “Ben biraz merdivenliyim, çık” demiş. Çıkın tüm merdivenlerini “Dimdik Bakma Rehberi”nin derim.
“Ömrümüzü ilmek ilmek, bir ölüm bir yaşam ördüğümüzü ben sizden öğrendim.”
Hayatına giren insanlardan öğrendiklerini bir ansiklopediye dönüştürmek isteyen hHalis bey ile onları yazıya döken Ayşe’yi misafir ediyoruz zihnimize. İnsanı yargılamadan anlamak mümkün mü sorusuna cevap arıyoruz. “Ama anlamak iyi bir şey mi? Her şeyi anlamak zorunda mıyız?” sorularını da şerh düşüyor. Diline, kurgusuna hayranlıkla okurken bize kalan ana soru belli elbette: “İnsan her yaşadığından ille de bir şey öğrenir mi acaba?”
Ev Öldü Ben Ağaçları Seyrettim – Mustafa Orman / Everest Yayınları
“Herkes “ilk an”ın sevgisi kadar var, gerisi ona yüklediğimiz anlamlarmış ve ne çok anlam yıkıntısı içinde kalmışız.”
Mustafa Orman öykülerinin hep bir derdi var. Okuru olmak da o dertleri paylaşmak anlamına geliyor. Bu yüzden yeri ayrı, kıymeti başka. “zZamanın kurbanıyız biz diriler, ölülerin geride bıraktığı günlerde.” diyen bir öykü toplamıyla gelmiş bu kez. “Vicdanım, beni bu dünyada aksatıyor” diyen… Sevdiğimiz insanların ölümünden sonra zihnimizden geçenleri, ne hale geldiğimizi anlatmış. Mıh gibi çakıyor bazı cümleleri. İkinci bölümün uzun öyküsü de film gibi. Zevkle, keyifle önerir okuyun ve bir ağacın yalnızlığına aşılayın kendinizi derim. Ya da bir evin… Ve unutmayın; “Ölmediğimiz müddetçe yaralarımız iyileşmeyecek”…
Craig Thompson öyle bir şey yaratmış ki baştan sona haz, tarifi zor. Muhteşem ama biraz karmaşık ve çok yorucu okuma ile karışık bir sarhoşluk hali veriyor. Çok araştırmış, okumuş belli. Çok detaycı. Ana hikayeyi örmek için kullandığı yan hikayeler o kadar çok ki. Hem atmosferi katlamış hem de oryantalizmin labirentlerini yaratmış. Dinler tarihi, kentleşme, çöpler, sular, iktidar, arzu, şehvet, cinsel kimlikler, yaralı ruhlar, mesnevi, simya, şiir ve aşkı kaligrafiyle teğellemiş. Kadim bir masal, modern bir destan çıkmış ortaya. Grafik romanın sanat olduğunun kanıtı olan başyapıtlardan. Her okurun mutlaka uğraması gereken bir durak.
“İçinde ağaçların olduğu, bize ait bir dünyada değiliz. İnsanlar ağaçlara ait bir dünyaya henüz gelmiş sayılır.”
İthaki Modern’in yüzüncü kitabı benim de bu yıl okuduğum yüzüncü kitap oldu. Nasıl övsem yetmeyecek. Şahane bir roman. İnsanlığa, evrene dair bir uyarı. Powers ağaçlara, ormana dair bilgi verirken insanlığın da ne kadar aciz olduğunu vurgulayarak ağaçlara sesleniyor: “Dayanın. yalnızca yüz-iki yüz yıl daha. Sizin için çocuk oyuncağı, arkadaşlar. Tek yapacağınız bizden daha uzun yaşamak. O zaman buralarda sizinle uğraşacak kimse kalmamış olacak.”
Karagöz Dersaadette Gölge Oyunu – Hakan Öztürk / Epona Kitap
Ey edebiyatburada’nın kıymetli ahalisi! Bu okuyacağınız temaşayı daha önce okuduklarınızla karıştırmayın sakın! Bizzat tavsiye ettiğim bu roman, son derece asri usullerle zenginleştirilmiş güldürüklü olduğu kadar müheyyiç, meraklı bir cinai muamma romanıdır! Lafı uzatmıyorum şikeste beste mazur! İyi okumalar efendim!
“Hayatımıza mağara çizimleriyle başlarız ve betonarme panel resminde ölürüz.”
Keder yirmi kısa öyküden oluşuyor. Yordanka Beleva minicik olaylardan, detaylardan yola çıkarak örmüş öyküsünü. İlk elden ve yakınlıkla. Kısacık ve etkili. İncecik mizahını hüzünle yoğurması öyle bir albeni yaratmış ki hazla okunuyor. Özellikle kitaba adını veren öykü nefis. Öykü okurlarının uzunca bir süre elinden, dilinden düşmeyecek kitaplardan.
Bir ilk kitap, ilk tanışma. hHerkesin nefes almaya çalıştığı hapishanesinde kendi lekesiyle bir sınavı var bu hayatta. O sınavları veren erkekleri anlatan on altı öykülük toplam özellikle diyaloglarıyla parlıyor. İlk kitap demeye bin şahit ister. Dili ve üslubu şahane. Kalemini sivriltmiş, lafını hiç sakınmıyor. Epeydir görmediğim kadar ritmik ve akıcı. Boş öyküsü olmayan toplamlardan…
Bir kadının kendini hayata dönmüş gibi hissetme hikâyesi bu. Yarınsız iletişimler ve ilişkiler, hiçbir şey yapmadan geçirilen günler… Dünyanın dönüşünü izleyerek. Sadece orada olarak. Hayatta. kelimenin tam anlamıyla… Daha ilk sayfalarından itibaren etkileyen, maceraya ortak eden bir çizgi roman. Kurgusu çok iyi. Şaşırtmacası da yerinde. Her şeyi durdurmaya, hiçbir şey yapmamaya, bırakıp gitmeye dair bir güzelleme. Sahilde bir banka oturup ufka dalarken sadece dünyanın dönüşünü hissedesi geliyor insanın. Şahane hikayesiyle yolculuğuna ortak olmanızı bekliyor.
Hani sürekli aklınızda dönüp duran bir an vardır ya… Durup durup gittiğiniz/döndüğünüz bir an… Her gittiğinizde hesaplaştığınız ama bir türlü çözemediğiniz. Hep içinizde canlı kalan dibini bir türlü göremediğiniz o çukur… O anları, çukuru anlatıyor Malma İstasyonu. Schulman öyle yazmış ki… Her daim o anların içinde olmasına rağmen, bir o kadar da uzağında. Çok ritmik, kendi melodisi/müziği var. Süssüz, kıymıksız anlatıyor. Çok yoğun. Bitince bitmeyen, zihni uzun süre meşgul eden romanlardan. Bir sürü imge, sahne gelip yerleşiyor. Verdiği hissi tarif etmek zor. Kolay kolay tükenmeyecek duygular yaratıyor.
“gövdemiz, neşeden vahşi bir yılkı olurdu
allah seçseydi eğer miraç’tan inmeyi
delik deşik aramıza.”
“Kaypak iltimasları tenimden sıyırıp / Aşka etimden hicap giydirme niyetim.” diyor Elif Ekyol. Günah/sevap, normal/anormal, aşk/eşcinsel aşk, öteki/ben gibi karşıtlıkların, uyumsuzlukların varoluşunu dokumuş. Tarihi ve mitolojik değinilerle, dini göndermelerle ara renkleri boyamış. Sinemayı, fotoğrafı da kullanmış. Estetik diliyle nefis örülmüş lirikler. 2024 Yaşar Nabi Nayır ödüllü kitap yılın en güzel keşiflerinden biriydi. Sınırları eşeleyenler için biçilmiş kaftan.
“Bizim Zamanımız”da tanıyıp sevdiğimiz Mihrap’ın on yaşını ve dönüm noktasını anlatmış Sinem Sal. Bir kız çocuğunun yas süreciyle alevlenen varoluşunu toplumsal değişimlerin gölgesinde anlatmış. Umut ve inkara buruk da olsa bir gülümseme teğellemiş. neşe ve keyifle okunuyor. “Saatleri okumayı öğrendiğimde zamanın ne anlama geldiğini bilmiyordum. on yaşındayım ve doğduğumdan beri on sene geçmediğinden eminim. İşte buna zaman diyoruz. Saçlarımın köklerinin beyazladığından ve içeri doğru uzayıp beynimi gıdıkladığından eminim. Bunu anlayan biri olmadığından da.” diyen Mihrap’ı anlıyor ve dahası neşeyle, keyifle eşlik ediyoruz. “Neşe bulaşıcı bir şey. suçiçeği gibi. Kaşındırmaz ama iz bırakır.” diyor ve bize de bulaştırıp iz bırakıyor. “Allah sevdiği kullarını yanına alırmış. Halkı sevenleri de polisler şubeye alır. Allah’la şubeden arta kalan halkımıza da mihrap sahip çıkar.” İyi ki sahip çıkmış diyoruz. “Keşke gözlerimizi kapatınca dünyayla tüm bağlantımız kesilse. Duymasak, anlamasak, hissetmesek.” dediğinde şevkle katılıyor ve ekliyoruz: Sen çok yaşa e mi Mihrap!
“Hoyrat insan ilişkileri, dedim, bizi mecalsiz bırakan. Düzeyin sefaleti.”
On öykülük toplamla gelmiş Kamil Erdem. Minicik bir şeyden akıp gidiyor öyküler. Çevre, civar ne varsa onları da sürükleyen bir sel gibi taşıyor doluyor okurunun zihnine. Durup düşündürecek çok şeyi var, sorduracak çok sorusu, tasdik edilecek çok durumu. Dili ve anlatımı bir tık daha kusursuzlaşmış. Çok zor tanımlamaları kolay gösteriyor. edebi haz veriyor bolca. hep yazsın hep okuyalım dedirtiyor yine.
Klasik komedi filmi tadında nefis bir çizgi roman. Bildik bir formülü kullanırken komedi ustalarına selam çakıyor. Gösterişsiz, büyük konuşmadan, incecik bir anlatımla yapıyor. O kadar eğlendiriyor ve güldürüyor ki. O kadar güzel ki bitince tekrar bayıla bayıla okunuyor. Hani bitirince kalp atışımızı hızlandıran, bir şeyler yapmalıyım dedirten kitaplar var ya, işte onlardan biri Olasılıklar yasası. Okuduğumuza mutlu olduğumuz, her aklımıza geldiğinde o tebessümleri hatırlayıp elimizi yanağımıza götürdüklerimizden, hep içimizde kalanlardan.
“Suç, cinayet ne dersek diyelim, ne ad verirsek verelim, aslında toplumsal bir varoluş yöntemidir.”
Sanat tarihi doktorası olan vegan bir Komiser Vasıf; hem de uzmanlık alanı silahlar. İngiliz dili ve edebiyatı doktoralı vejetaryen bir Komiser Salim. İkilinin belli bir iş tanımı yok. Bir çeşit özel görevlendirmeyle medyanın ilginç dediği vakalara bakıyorlar. Aslında Turizm Polisi’nde kıdemli memur olarak çalışıyorlar. Tünel’de işlenen bir cinayeti soruşturuyorlar. Bir oyun roman Takris. Göndermeleri, selamları, katmanlı yapısı, geçmişi bugünle anarak ilerleyişi, şahane kurgusu, dille oynayışı ve suça felsefi yönden bakışıyla nefis roman. Tastamam edebi haz.
“Biz, bu hikâyeyi anlatmaya yeltenen avlunun kızıl taşlarıyız, bizim için aslolan sadece çocuklardır. Anlatmak istediğimiz onlardır. Duvara gömülü olan biz, onların hayatlarına bakarız. Asırlardan beri tanığız. Hikâyelerin unutulmuşları hep çocuklardır.”
Dil ve üslup ustalığıyla dokunmuş üç parçalı bir tragedya taşların anlattığı. Yazıldığı gibi okunmuyor. Parçaları okurda birleşip içine işliyor. Süse, gösterişe, ajitasyona hiç girmeden, afili cümle kurmadan karakterlerin içinden söküp anlatıyor. Bu yılın en iyi romanlarından biri…
“İnsan ne zaman büyülü masallardan uzaklaştı, gerçek yalnızlıkla o zaman karşılaştı.”
“Hatırlamak böyle bir şeymiş. Bir şey anlatırmış insan, başka şeylere kapı açan. Söz hep gebeymiş başka yollara, sapaklara.” diyor isimsiz anlatıcı. Onun peşinde hikâyeden hikâyeye geçerken bu bir Magnum Opus diye düşündüm ve öyle devam ettim okumaya. Günlere yayarak bayıla bayıla… Bitince yakın yere koydum tekrar başlamak için. Şahane roman.
“Tanrı insanı yaratmamıştır. İnsana dönüşecek başka bir şey yaratmıştır.”
On dokuzuncu yüzyıl. İsveç’ten Amerika’ya gider gitmez abisini gözden kaybedince dilini bilmediği ülkede yollara düşen bir genç: Håkan. Ya da anıldığı ve efsane olduğu isimle Şahin. Hernan diaz’ın sair zamanlar anlatısı tabiatın ve insanın karşısında her şeyi gören dev cüsseli bir gencin büyümesine tanık ediyor okurunu. Dur durak bilmiyor. Olayları ve akılda kalıcı yan karakterleriyle çok akıcı ve etkileyici. Bir büyük anlatı. Iskalanmaması gereken modern bir klasik.
“İnsan bazen anadilinde sokak serserileri gibi kusursuzca sövebilmek istiyor, kelimeleri birbirinden koparan suskunluklara pay bırakmayan bir ustalıkla, dolgun ve onur kırıcı biçimde.”
On yedi öykülük toplam, bir ilk kitap ilk tanışma. Genel atmosferi nefis, söylenmeyenleri, duyguları okura geçirmekte mahir. Vurucu son cümleleriyle etkileyici. Boğuntular, gölgeler, öfkeler, kafada büyüyenler, yeniden tutması zor kırıklar… Kendini tutanlar, dişini sıkanlar, ödeşmek isteyenler, olmayan kravatını gevşetenler, gırtlağına sıkışan çığlığı yutanlar, tükürüğü boğazına dolanlar, içinden yükselen safrayı tutamayanlar… Her şey bazen bir cümleye bakar bazen yüzüne şarkılar çarpar. Bitince akılda çok şey bırakan kitaplardan.
Bir noktada ayrılmış diğer yarımızla karşılaşsak neler hissederiz? Gerçekten mutlu muyuz? O seçimler bizi mutlu etti mi? Hayatımız tüm benliğimizle bize mi ait? Bu ve benzeri sorular eşliğinde okunan, ne kadar fantastik olsa da olağanlığını kaybetmeyen sıkı bir roman “Yarım Kalp”. İnteraktif bir okuma yaratıyor. Dönüp sık sık kendine bakma hissini sürekli canlı tutuyor. Okurunun zihninde koşuşturuyor. “Aslında hepimiz kendi mikrokozmosumuzu yaratıp onun içinde yaşıyoruz” diyor. Belki de diğer yarımız oralarda bir yerdedir ha, kimbilir?
Gabrielle Zevin oyun dünyasına ait hemen her şeyi o kadar güzel anlatmış ki nasıl öveyim bilemiyorum. Sık sık karşınıza çıkıp gülümseten detaylar var. Andıkları, hatırlattıkları ve düşündürdükleriyle başka bir coşkuyla bayıla bayıla okudum. Bitince yeniden başla diyen bir iç sesi bile var romanın. Sonsuz yeniden başlangıçların dünyası bu… “Gerçek dünya, her zaman olduğu gibi rasgele bir çöplük yangını” diyor Ant. “Belki de insanı umutsuzluktan koruyan şey, oynama isteğiydi” diyor Sadie. İyi ki o yangından kaçabileceğimiz, umutsuzluktan koruyan oyunlar ve kitaplar var.
On iki öykülük nefis bir toplam Yatakta Sigara İçmenin Zararları. Enriquez’in ürpertici dünyasından sökün eden anlatıları karşı konulması zor bir estetikle donanmış. Dili, üslubu muhteşem. Sözünü hiç sakınmıyor, tavizsiz, filtresiz… Bam güm vurup geçiyor aklına ne geldiyse. Son sürat karanlığa koşuyor (Ya da belki de orada doğmuştur.) ve bunu tutkuyla yapıyor. Atmosferi büyülü. Kıyıdaki mizahı ve cüretkarlığıyla onca fantastik şeye rağmen gerçekçiliği elden bırakmayışıyla hayranlık uyandırıyor. Cadılar, ruh çağırmalar, kalp yemek isteyenler, Kendini yatakta yakmak isteyenler, ansızın ortaya çıkan kayıplar, uğursuzluk getirenler, halisünasyon görenler, ölü deriler, hayalet çocuklar, tuhaf videolar çekenler… “Yürek yemiş manyaklar sizi” diyebileceğimiz karakterlerle dolu bir okuma şöleni.
“Çelişkiyi benden al bu yokuşu bu düzü
bir dağa isim düşünmüş kadar yorgunum çoğu zaman
ve oldurmak istiyorum şeyleri
bozkırın ortasında soyunup
kelebekleri çağırıyorum tenimle
gelip örtüyorlar yüzümü her yerimi
hep bir rüya nakli
uçsuz kanat nakli aramızdaki”
diyor Nilay Özer. Dokuz yıl sonra gelen yeni kitabın, şiirleriyle yoğrulmak çok keyifli. Özellikle kitaba adını veren şiir nefis. Tekrar tekrar okumalık, ezberlik. İyi şiire hasretliği gideren, ferahlatan kitap…
“Tercih özgürlüğünden yoksun bir hayat yaşanmaya değmez.”
2024’ün en ilgi çeken uyarlamalarından biriydi Zavallılar. İlk baskısı gözden kaçmış romanı yeniden keşfetme fırsatı verdiği için özeldi. Film sonrasında okuyanları şaşırtmıştı. Farklı ve özgün bir roman. Gray’in bulduğu kitabı düzelterek yayımlayan yazarla başlayıp cevap mektubu, açıklamalar ve görsellerle tamamlayarak kurduğu yapı hayranlık uyandırıyor. Gerçeği de bu yolla değiştirerek hangisine inanıp inanmayacağını okura bırakıyor. Görünen yüzeyin altındaysa sosyal yaşama, politikaya, sınıf ayrımına, güce, erkeklere başta olmak üzere eline geçirdiği her şeyi taşlaması var. Bella’nın Astley ile sohbet ettiği bölümle birlikte doruklara çıkan, edebi haz veren şahane roman.