İnsanın Anlam Arayışı, Avusturyalı psikiyatr Victor E. Frankl tarafından kaleme alınan otobiyografik ve bilimsel özellikler taşıyan nitelikli-popüler bir metindir. Kitabın birinci bölümünde psikiyatr E. Frankl, II. Dünya Savaşı sırasında kaldığı dört toplama kampının en bilineni olan Auschwitz’teki deneyimlerini ayrıntılı olarak anlatır. Kampta çektiği acılar gerçekten birçok insanın kaldıramayacağı kadar büyüktür.
İnsanlar, okurken bile çekilen derin acılar hissettiren işkencelere nasıl göğüs gerebildi, bütün yakınlarının öldüğünü duyduktan sonra yaşamaya devam edebildi?
“Anlam tek başına da olsa, yaşama isteğini motive etmektedir. İnsanı var eden anlam nedir? Yaşamanın acı vermeye başladığı noktada insan, yaşamla olan bağını nasıl olur da koparmaz? İnsanlar yaşadıkları dayanılmaz denilen acılara nasıl dayanabilir? Acılardan sonra tekrar mutlu bir hayat sürmek mümkün müdür?”
Dünya muhteşem doğa güzelliklerine sahip bir yerdir. Bu güzellikleri en kötü koşullarda yaşayan insanlar bile anlık da olsa fark edebilir. Bütün bu güzellikleri doyasıya yaşamak varken insanların birbirine niye bu kadar acı çektirdiğini anlamak zordur. Dünya çok güzel bir yer, bu güzellikleri görmeyi bilir ve yaşamaya çalışırsak yaşamamızı daha iyi ve daha anlamlı hale getirebiliriz. Kötü koşullarda yaşıyor olsak da önemli olan bakış açımızı değiştirmektir. Kitabın sonlarında yer alan “Dünya kötü bir durumda ve her birimiz elinden geleni yapmadığı sürece her şey daha da kötüye gidecek,” cümlesi insanların hayata nedenle geldiğini gösterir. Hayatı sadece kendimiz için yaşamıyoruz. Başka insanların yaşamlarına, onların da bizim yaşamımıza etkileri var.
“Hayata anlam katmak için başka insanların da olması gerekmez mi? İnsan tek başına yaşayamaz, yaşamak için başka insanlara muhtaç değil miyiz?”
“Olumsuz yaşantıların nedenini sorgulamak yerine kendimize bir amaç edinmek yaşama dair anlamlar bulmamızı kolaylaştırmaz mı? Yaşamda sadece mutlu anlarımızın olmadığını, acıların da yaşamımıza anlam kattığını kabul edersek hayata daha doğru bir açısıyla bakmış olmaz mıyız? En güçlü ve en temel insan motivasyonu, hayatlarımızı amaçlı ve anlamlı kılmaya çalışmaktır.”
Amaçsız insanların özellikle gençlerin depresyon, saldırganlık ve bağımlılık tarzı hastalıklara yakalandıkları görülüyor. Gençlere “Amacın nedir?” sorusuna yanıt verme konusunda yardımcı olmak gerekiyor. Çünkü gençlerin anlamsızlık duygusundan ve hayatla ilgili bir amaçlarının olmamasından dolayı yaşadıkları boşluk duygusu dünyanın daha da sorunlu bir yer olmasına neden oluyor. İnsanların olumsuz alışkanlıklardan ve davranışlardan kurtulabilmesi için onların hayatına amaçlar katmak gerek. Bu sadece gençler için değil, her yaşta insan için gerekli değil mi? Hayatta bir şeylerle uğraşmayan, amaçları olmayan insanların hem kendilerine hem de başkalarına zarar verdiklerine sürekli tanık olmuyor muyuz? Kendisi ve çevresi için olumlu eylemler yapan insanların kötü şeyleri düşünecek vakitleri olmaz. Uğraştıkları işler onları yanlış üretimlere yönelmekten uzak tutar. Gençleri spor, sanat, bilim dallarından birine yönlendirmek ve onlara hayatla ilgili bir amaç bulmalarında yardımcı olmak birçok sorunun çözülmesinde olumlu roller oynayabilir.
“Acı da yaşamın kader ve ölüm kadar silinmez bir parçasıdır.”
Acıdan kaçmak mümkün değil. O zaman acılarımıza anlam yüklemek zorundayız. Yaşanılan her acının bir nedeni olduğunu düşünürsek acılardan daha az etkileniriz. Hayal dünyamızda yaşattığımız anılar ve hayal edebildiğimiz amaçlar o anki acıdan uzaklaşarak yeni anlamlar bulmamıza yardımcı olabilir. Doktor Frankl, kamptaki acılara dayanabilenlerin hayal dünyasında yaşayabilen ve bu sayede etraftaki ufak güzellikleri fark edebilenler olduğunu söylüyor. Kendi içimizde yaşattığımız hayaller, bizi o an yaşanılan acılardan uzaklaştırabilir. O günlere kavuşma isteği hayata anlam vermemizi kolaylaştırabilir. Toplama kampında kaybolan Doktor Frankl’ı ayakta tutan şey, eşiyle yaşadığı güzel anları hayal etmesi ve yazdığı kitabı tekrar yazmaya başlamayı amaç haline getirmesi. İnsanın kendine koyacağı irili ufaklı hedefleri ve hayalleri olmalı. Günümüz insanı da yaşadığı hayatın içindeki ufak sevinçleri görmeyip sürekli büyük arzuların peşine düşerse hayat anlamını yitirebilir. Elimizde olanlarla yetinmek hayata anlam katmamızı sağlayan bir motivasyon unsuru haline gelmeli. Ufak bir çiçeğin üzerindeki kelebek insanı mutlu etmeye yetebilir, dinlediğimiz bir müzik içimize yaşam sevinci katabilir.
“İnsanlar araçlara sahip ama amaçları yok.”
“Yıkılma, ayakta kalmaya devam et! Nazi kampında işkence çekiyor olsan bile, her an ölüm tehlikesi yaşasan da yaşam kendi içinde hep tesadüfleri barındırır.”
Hayatta her zaman yeni bir anlam ve amaç bulunabilir. Başımıza ne geleceğini önceden bilemeyiz. Doktor Frankl’in seçimlerinden dolayı ölümden kıl payı kurtulması, bu belirsizliği gösteren en önemli kanıtlardan biridir. İnsan olumsuz gibi görünen bir durumdan başarıyla çıkabilir ya da olumlu şeyler sonumuzu da getirebilir. Bu nedenle yaşamın anlamını iyi şeylerin yanında kötü şeyler yaşasak bile kaybetmemeliyiz. Kendimiz için bulduğumuz anlam, bizi her zaman ve her koşulda koruyabilmeli.
Hayatımızın anlamını ararken kaderimizin bizim için belirlediği durumlardan kaçamayız. İnsan kaderini değiştirebileceğini ya da ona karşı gelebileceğini düşünebilir. Yaşamın anlamını kaybettiği noktada insanlar kendilerini kaderlerinin ellerine bırakabilir. Ancak anlatılan ilgili bütün hikâyelerde kaderimizden kaçamayacağımız vurgulanır. İran’da sandığı Azrail’den kaçmak için Tahran’a gelen hizmetçinin orada Azrail’le buluşması gibi biz de bir şeylerden kaçmaya çalışırız ama bir de bakarız ki kaçmaya çalıştığımız şey karşımızda.
“Kaderlerimizin bir anlamı var mıdır? Her şeyi kadere bağlamak insanı sorumluluk duygusundan uzaklaştırır mı?”
Her şeyin kaderimizde yazılı olduğunu düşünürsek kendi anlamını kendimizin vereceği bir yaşamdan uzaklaşmış oluruz. İrademizin getirdiği seçimleri rahatça göz ardı edebiliriz. Doktor Frankl, kaçma fırsatı varken kararını değiştirip ona muhtaç olan hastasının yanında kalarak yaptığı seçimle ölümden kıl payı kurtulur. Kararını kaderi değil kendi verir. Yaşamın anlamı en kötü koşullarda bile seçim yapabilme gücüdür. Bazen seçimlerimiz bizi ölüme götürür, bazen de ölümden kurtulmamızı sağlar. Her koşulda insan tercihi kendisi yapabildiğinde anlamı ve değeri olan bir davranışta bulunur.
İnsanların isimlerinin söylenmediği, yalnızca numaradan ibaret oldukları bir kampta bütün insani şartlardan yoksun olan insanları gözlemlemek, Doktor Frankl için derin bir acının yanında esin kaynağı da olur. Çektiği acıların sonunda bir terapi yöntemi geliştirir. İnsanın kendini ve çevresini gözlemlemesi hayatın anlamını kavramada büyük bir rol oynar. Bu gözlemlerden çıkarımlarda bulunmak ise, insanın kendine ve geleceğe yapacağı en büyük yatırımı doğurur.
“İnsan onurunun yerlerde süründüğü II. Dünya Savaşı’nı yaşamak bir yok oluş mu yoksa eşsiz bir deneyim mi?”
Doktor Frankl’e göre iki tür insan ırkı vardır: biri soylu öbürü soysuz. İnsanlar karakterlerini davranışlarıyla ortaya koyar. En zor koşullarda bile hayatı iyilikle görebilirse karşılığında iyilik yapar. Bu davranış onun yaşama iyilik anlamı kattığını gösterir. Sonuç olarak toplama kamplarını insanlar yaptı, kapatılan insanlara ölümü bile göze alıp yardım edenler de insandı. Peki bir insan neye göre soylu ya da soysuz olabilir? Bunu belirleyecek olan son tahlilde o kişinin tercihleridir. Hayatın anlamını iyilikte ya da kötülükte bulması gerçeğidir.
İnsanın Anlam Arayışı’nın yazılma nedenlerinden biri de yaşanılan acıları insanların gözünde canlı kılarak anlam çıkarmalarını sağlamaktır. Doktor Frankl bunu başarmakla kalmayıp bu deneyimlerinin ve bilgi birikiminin sonucunda insanlığa yararlı olan bir terapi sistemi geliştirir. Freud’un psikoterapi yöntemiyle karşılaştırılan legoterapi arasındaki en büyük fark, birinin geçmiş yaşantılara, ötekinin ise yaşanılan ana ve geleceğe odaklanmasıdır. Hastalıkların nedenini aramak, her şeyi bir nedene bağlamak gibi çözüm odaklı olmayan bir bakış açısıyla hastaya yaklaşmak yerine legoterapinin yaşamı bir bütün olarak kabul etmesi, acılarla ve mutluluklarla gurur duyulması gerektiği gerçeğini vurgulaması insandaki ölüm duygusunun yarattığı anlamsızlığına da çözüm getirebilir. Her şeyin bir anlamı olduğunu kavrayan insan hem yaşama daha kolay bağlanabilir hem de ölüm fikriyle daha rahat yüzleşebilir.
Yaşanılan şeyler onu yaşayanlar için anlamlıdır ve herkes için her şey anlamlı olmak zorunda değildir. Yaşanılan en küçük şey de bile bir anlam vardır. Bunu görebilen ya da anlayabilen insanlar yaşadıkları her anı değerlerli görmeyi başarabilir. Peki bu neyi sağlar? İnsanın her anının ve her davranışının sorumluluğunu almasını kuşkusuz. İnsan sorumluluğunu alabileceği davranışları hayata geçirirse bu onun kötülük yapmasına engel olabilir. Bu bilinçte olmak hayatın değerini ve anlamını kavramakla mümkündür ancak. Çevremize baktığımızda kötülük yapan insanların hayatın anlamını gerçekten kavrayamadıklarını rahatlıkla görebiliriz. İşte insanı eylemlerinden sorumlu hisseden bir varlık haline getirmek ve anlam üzerine düşünmesini sağlamakla sorunlara daha ilk aşamadan çözüm üretmeye başlamış olabiliriz.
“Umut, inanç ve sevgi ile her şeyin üstesinden gelmek mümkündür.”
Hayata anlam kazandırmanın birçok yolu daha var. İyilik, doğruluk ve güzellik için yaşamak; bu değerlere ulaşmaya çalışmak, doğayla iç içe yaşamak, kültürlü olmak için çalışmak, kültürel faaliyetler üretmek, fırsat buldukça bu kültürel faaliyetlere katılmak ve her ne olursa olsun insanı sevmek en temel değerler. Sevgi olmazsa savaşların, işkencelerin, gaz odalarının yolu açılır. İnsan sevgi sayesinde yaşamına en derinlikli anlamı katar.
Hayata anlam katma çabamızda bize iyimserlik mi kötümserlik mi yol göstermeli? Acı, suçluluk ve ölüm… Bu üç temel karamsar duyguya rağmen hep iyimser olmaya çalışmalıyız.Yaşamda karşımıza çıkan her şeye “Evet, kabulüm,” demek önemli. Zor anlar yaşayabilir, çok kötü durumlara düşebiliriz. Ama her ne olursa olsun yaşayamadığımız gelecek günlerde iyi şeylerin olma ihtimali her zaman olacaktır. İyi şeylerin olması için her insanın içinde bir güç gizlidir. İşte bu güç hayatın gerçek anlamıdır.
İyilik, insanların her türlü kötülüğe olumlu bakış açısıyla yaklaşması durumudur. İnsanlar değişebilir, kötü ya da iyi olabilir. Düşünceler, olayların sonuçları kötüden iyiye dönüşebilir. Olumsuzluklara karşı negatif değil pozitif açıdan yaklaşmalıyız. Bu bakış açısı hayata anlam katar, zorluklarla baş etmek için insana güç verir. İnsanı hayata mutluluk bağlar. Mutlu olmak için bir amaç ya da amaçlar gerekir. Bu arayış insan yaşadığı sürece hiç bitmez ve dinamik olarak kendini yenilemeye devam eder. İnsanın kendine her an yeni amaçlar bulması gerekir. Amaçlara ulaşmak için inançlı olmak ön koşuldur. Peşi sıra doğayı, insanları ve genel olarak dünyayı, evreni sevmek gerekir. Bu değerler bütünü insanı hayata bağlayan anlamların en temel kaynağıdır.
“Hayat amacı edinmek, sevgi beslemek ve acı çekmek.”
Amaçlarımız önemlidir. Bizi gelecekte yapacaklarımız için motive eder, hayata bağlar. Bir insanı sevmek onu anlamakla mümkündür. Sevginin içinde özlem de vardır. O insanı hatırladıkça sevgimize anlam katarız. Anılar gözümüzde canlandığında mutlu olur, iyi hissederiz. Ailemizden birilerini, arkadaşlarımızı kaybedebiliriz. Ama onlara yüklediğimiz sevgiyle ilişkili anlam bize güç verir, ayakta tutar. Varlıklarını aklımızda ve ruhumuzda canlandırmaya yardım ederiz. Yaşamla ilgili en büyük anlam sevgi eşliğinde bizi hayata bağlar. Öte yandan anlama acı çekerek de ulaşabiliriz. Hayatta çok umutsuz durumlarla karşılaşabiliriz. Bazı şeyleri değiştiremeyebiliriz. Buna çoğunlukla kader diyerek kendimizi rahatlatırız. Yine de her ne olursa olsun mücadele etmeyi, geleceğe umutla bakmayı bırakmamalıyız. Gerekirse çok acı çekmeli ama hayata anlam katma çabamızdan bir an olsun vazgeçmemeliyiz.
Avusturyalı psikiyatr Victor E. Frankl’ın kaleme aldığı İnsanın Anlam Arayışı hayatımıza anlam katan değerler, amaçlar, anlamlar üzerine okuru derin düşüncelere salan çok yönlü bir başucu kitabıdır. Her insanın hayatının anlamını bulabilmesi için psikolojik açıdan dengeli, iyi ve mutlu olması gerekir. Psikolojik denge için hayatın anlamını buldum demesi de önemli. Zorluk ve acılarla mücadele etmesi ve yılmadan çalışması şart. İnsan kendi değerinin ve anlamının farkına varırsa, yararlı olduğunu anlarsa hayata farklı açılardan bakabilir, hayatın anlamını daha kolay bulabilir. İnsanı insan yapan şey, bütün zorlu koşullarda onurunu koruyabilmesi ve mücadeleye devam edebilmesidir.
“Hayatın anlamı her türlü zorluğa göğüs germek, mücadele etmek ve değerli bir amaca ulaşmaya çalışmaktır. Peki bu amaç nedir? Sevgi, iyilik, mutluluk…”