“Mükerrem, ince nakış hikâyeler anlatıyor. Kadınların hikâyeleri… Belki de, gerçekliğin masal dinginliği ifadesi dense yeridir. Çünkü okuyanın zihninde çentikler bırakıyor anlattıkları. Çocukluktan yetişkinliğe, yaşlılığa kadınlarla yüzleştiriyor bizi içeriden, derinlerden bir yerlerden. Umuttan acıya gidip gelen yaşanmışlıklar. İnce bir hınzırlıkta var söylediklerinde. Konuşur gibi dile getiriyor olayları Mükerrem. Okurken o duyguya kapılıyor insan. Bir solukta anlarla, hayatlarla buluşturuveriyor bizi. Özgün, içten, duyarlı…” diyor Enis Rıza.
Kitabın Kadın adlı ilk öyküsünde anlatıcı kadın, sevgilisiyle ayrılacağı için zamanın akmasını istemiyor. Ayrılık endişesi yoruyor, uyuyamıyor. Sevişmelerden geriye izler, kokular, ışıklar kalıyor. Büyük mutluluklar ve neşe, başka insanlarla yan yana olunduğunda, karşılıklı aşkta artıyor. Kızılcık adlı öykünün merkezinde anlatıcı kadının kızıl saçları var. Geçmişe dönüşlerle hafızada kalan izler üzerinden akan hikâyede anlatıcının çocukluk, çalışma hayatı, evlilik ve annelik gibi dönüm noktalarına uğruyoruz. Kızıl saçları hep ön planda olsa da o, kendisiyle ve hayatla barışık biri. Sonuç olarak hayat yolculuğu, her insanın seçimleri, özgün deneyimleri ve hikâyelerinden oluşuyor. Keskin Koku’da anlatıcı kadının iç konuşmaları üzerinden gündelik hayat ve ev üzerinden annelik hallerine odaklanıyoruz. Çamaşır, bulaşık, temizlik, yemek ve çocuklar derken hayat akıp gidiyor. Aile fertlerinden birinin kaybı, evde olmadığı fark edildikçe aile, özellikle anne yasla sarsılıyor. Ölümün yarattığı boşluk ve belirsizlik kalanların üzerine koyu bir gölge gibi çöküyor. Bir Bardak Rakıda Kayboldum’da tatların yarattığı çağrışımlar üzerinden geçmişe, anılara dönüyoruz. Olumlu ve olumsuz hafıza izlerinin görünür olduğu hikâyede, genellikle bir kaybın gerçekleştiğini tanıyamamak olarak tanımlanan melankoli, anlatıcı kadında şimdinin umut veren halleriyle dengeleniyor. Okurla samimi bir sohbet havasında kurgulanan Gassal’da anlatıcının bir ölü yıkayıcısı ve kefenleyicisi olarak mesleğinin inceliklerine, çalıştığı mezarlığın konumuna, birlikte olduğu kadınların mesleğiyle ilgili önyargılarına, itiraflarına ve mesleğinden ayrılmasına neden olan travmasına şahit oluyoruz. Aylak Fatma’da eğitim aracılığıyla meslek sahibi olarak insanlardan farklılaşan anlatıcı kadının anıları, ritüeller, efsaneler ve hikâyeler üzerinden köydeki günlük hayata bakıyoruz. Yürüyen Merdiven’de hız odaklı kent hayatının simgesel mekanlarından metro, duraklar, yürüyen merdiven ve anlatıcı kadının temizlik personeli olarak çalıştığı hastanedeki insan manzaralarına odaklanıyoruz. Cam Kuşu’nda dünyaya açılan penceresinden mahallede olup biteni gözlemleyen Ayşe teyzenin geçmişine gidiyor; gün boyu gözlemlediği kişiler ve anlattığı hikâyeler aracılığıyla yalnızlığına ortak oluyoruz. “Olsun”da ise anlatıcı kadının bebeği ile birlikte yürüyüş güzergâhı, hastane ve çocuk parkındaki kadınlarla olan diyaloglarından hareketle annelik ve kadınlık hallerine bakıyoruz.
Mükerrem Yılmaz’ın Zamansız Kadınlar’daki üslubunu, yalın dil ve hikâye anlatımı üzerinden kadın anlatıcıların belleklerindeki izleri yakalama ve yeniden kurgulama çabası olarak niteleyebiliriz. Anılar, sezgisel birikimler, imgeler ve geçmiş deneyimler üzerinden şekillenen bir bellek bu. Biz de okurlar olarak bu belleğin kuytularında geziniyor, geçmişe özlemle ışıldayan duraklarına uğruyoruz.