neva
adını koymaya karar vermeden önce
duvara astığı gülleri kuruttu annen
temmuzu, ağustosu yaz ikindilerini
büyütür gibi büyüttü içinde seni neşeyle
dileği yalnızca bir makamdı yeryüzünde
kaç kenti geçtik birlikte,
bir kıtadan diğerine yaş alarak
nehirsiz yerlerde nasıl yaşanır öğrendik
tepelere çıkmayı, gölgelerde avunmayı
güzü bekleyenlerin kederlerini
panayır yeriymiş gibi dünyayı
taşıdık mısralarımıza
bir deniz bu kadar güzel olabilir
duyduk kavuşmanın hazzını yağmurdan
inanmak bütün zamanları içine alır
kararsızlıkları ve çıkışı arayanları
kan içen dikenli bitkiler gördük
bulutlara yakın sarı otları
yangın yerinden kalmış kalıntıları
ekoeleştiri üzerine yazılmış kitapları
unutulan dilleri hatırlattık birbirimize
soyları tükenme riski olan
iskoç kedilerini izledik o belgeselde
adını koymaya karar vermeden önce
babanla saatlerce bir ada’da yürüdük
yüz yıldır aynı yerde duruyordu zeytin ağaçları
kokusu unutulan taş evlerin arasından
yabancı bir mezarın içinden geçtik
sönmüş mumlar vardı başlıklarında
aranılan cenneti bulmuş gibi
toprağın huzurlu koynunda uyuyordu
kaderi yazgısı tarih olan insanlar
belki de sürgündü her ölüm
kalplerimizin içinde akan ışık
turunç bahçelerine koşan tek çocuk
uykulu elleriyle yazı dolduracak olan
neva, diye söylendim fısıltıyla
hayat mı dedim yoksa bu boşluk
Serkan Türk’ün şiirlerini okumak alışkanlığa dönüşüyor bi zaman sonra. Yani şöyle; onun şiirlerinden birine denk gelince okumadan geçmek bir boşluğa sebep oluyor. Bu şiirini okurken bunu daha iyi anladım.