SERVET ÜSTÜN AKBABA İLE “O YABANIL SESSİZLİKTE” KİTABI ÜZERİNE FARUK BAL SÖYLEŞTİ
Servet Üstün Akbaba: “Issızlık, şiirin doğal toprağıdır.”
Faruk Bal: Sevgili Servet Üstün Akbaba, 2024 Kasım ayında ikinci şiir kitabın “O Yabanıl Sessizlikte”[1] yayımlandı. Bu kitabı okumaya başladığımızda hakikaten ‘yabanıl’ dizelerle karşılaşıyoruz. Seni yabanıl dizeler yazmaya yönlendiren etkenleri anlatabilir misin okurlarımıza?
Servet Üstün Akbaba: Şiir, benim için her zaman medeniyetin dokusuna işlenmiş, fakat doğanın vahşi ve saf sesiyle yankılanan bir ifade biçimi oldu. O Yabanıl Sessizlikte, yeryüzündeki yalın, işlenmemiş ve köklerden gelen bir sesin izini sürme çabasıydı. Külsüz, parlak bir uygarlığın ötesinde, zamanın aşındırdığı ve hafızanın süzgecinden geçerek saflaşan bir söz yaratmak istedim. Yabanıl olan, insan ruhunun derinliklerindeki ilkel çağrıdır. Bu nedenle dizelerim de çoğu zaman bu çağrıya kulak veren, insan ve doğa arasındaki o kadim sessizliği konuşan sözcüklerden doğdu. Zamanın çanları akşamın kıyılarına vururken, biz de tarihin bir dönemine tanıklık ediyoruz. Geçmişin izlerini bugünün seslerinde duyarken, şiirin yabanıl sessizliği, geçip giden varoluşun yankısına dönüşüyor. Şiirim, kadim kentin kültürel hafızasına dokunan, geleneklerin, türkülerinin, inancının seslerini duymaya çalışan bir yolculuğun izlerini taşıyor. Yabanıl olma hali, bir anlamda bu seslerin saf haline ulaşma çabasından kaynaklanıyor; düzenlenmemiş, yoğun bir deneyimin şiire dökülmesi.
Faruk Bal: Anlattığın şeyler o kadar çok ki… Birçok şiirinde betimleme de yapmışsın gibi geldi bana. Nedir seni betimleme ağırlıklı şiirler yazmaya yönelten?
Servet Üstün Akbaba: Bir dilin büyüsü, onun sunduğu görüntülerle de ilgilidir. Beni betimlemeye yönelten, şiirin sadece bir anlatı aracı olmasının ötesinde, onu bir görsel, dokunsal bir deneyime dönüştürme arzusudur. Coğrafyanın seslerini, renklerini, dokularını şiire taşırken, aslında şiirin kendi görme ve duyma biçimini oluşturduğuna inanıyorum. Betimleme benim için sadece bir görsel öğe yaratma aracı değil, aynı zamanda zihinde yankılanan bir atmosfer kurmanın, hissettiklerimi okura doğrudan yaşatmanın bir yolu. Kelimelerle resimler çizmek, duyularla anlatmak, hafızada iz bırakmak istiyorum. Doğa, tarih, hafıza ve insan arasındaki sessiz diyaloğu anlatabilmenin en etkili yolu bazen bir yaprağın köhne bahçeden kopup gidişini betimlemek ya da bir sarnıcın sessizliğinde yankılanan bir sesin kayboluşunu hissettirmek oluyor. Şiirlerimin dokusunda mekânlar, renkler, kokular ve sesler bu yüzden yoğun bir şekilde yer alıyor.
Faruk Bal: Şiirin dışında fotoğrafla da ilgilendiğini biliyoruz. Sanırım el sanatları ile de uğraşıyorsun. Şiirine bu uğraşıların ne gibi katkıları oldu?
Servet Üstün Akbaba: Görmek ve anlatmak… Biri gözle diğeri sözle var olur ama aslında ikisi de aynı kaynaktan beslenir: Bakışın derinliği, anlam arayışı ve hissetmenin özgün dili. Fotoğraf ve şiir, bu dilin iki farklı ve tamamlayıcı yüzü olarak hayatımda yer etti. Fotoğraf makinesinin vizöründen baktığım her kare, içimde bir dizeyi uyandırıyor; renklerin, gölgelerin ve dokuların birbiriyle konuşması, şiirin sözcükler arasındaki sessiz ahengiyle bütünleşiyor. Baktığım manzaralar, yüzler, unutulmuş sokaklar veya şehirlerin gri dokusu, içimdeki imgelerle büyüyerek anlam buluyor. Her fotoğraf, bir şiirin ilk kelimesi olabilir, her şiir de bir fotoğraf karesine dönüşebilir. Fotoğraf okumak da, şiiri anlamak gibi sabır ve duyarlılık ister. Yüzeyde görülenlerin ardındaki hikayeyi sezinlemek, ayrıntılara dikkat kesilmek gerekir. Işığın hangi yönden geldiğini, gölgelerin ne anlattığını, bir bakışın veya bırakılıp gidilmiş bir nesnenin taşıdığı duyguyu okumak… Tıpkı şiirde olduğu gibi, bazen en derin anlamlar en küçük detaylarda gizlidir. Fotoğraf ve şiir, bende zamanın izini sürmenin, anın içindeki sonsuzluğu yakalamanın iki farklı yolu olarak varlığını sürdürüyor. Her çektiğim karede, her yazdığım dizede, bir anıyı çok ötesine taşıyan, ona ruh katan bir anlam arayışını sürdürüyorum. Baktığım her şey, bakışımın sesi oluyor ve ben, bu sesi şiirin ve fotoğrafın diliyle duymaya devam ediyorum.
Fotoğraf, zamana bakma ve anı çerçeveleme biçimidir. Gözüm bir kareyi nasıl yakalıyorsa, zihnim de o anı sözcüklere nasıl dökebileceğimi düşünüyor. Fotoğraf ve el sanatları bana şiirde dokunsal bir boyut kazandırdı. Nesnelerin dokularını, ışıkla buluşma biçimlerini, zamanın ve doğanın onlar üzerindeki etkisini görmek ve hissedebilmek, şiirlerimi daha somut ve yaşayan bir hale getirdi. Özellikle el sanatlarıyla uğraşmak, emek ve sabrın, şekillendirmenin, detayın önemini bana hatırlattı ve bu detaycılığı şiirime de yansıttım.
Faruk Bal: İlk kitabın “Yalnızlık Yer Değiştiriyor” [2]adlı eserinde ayet, dua, ilahi ses gibi metafizik sözcükler yer alırken; son kitapta bu sözcüklere daha az rastladım. Kitap adlarının her ikisi de yalnızlığı çağrıştırıyor. Her iki kitabın da tematik benzerlik ya da farklılıkları nelerdir?
Servet Üstün Akbaba: Her iki kitabım da yalnızlığın farklı yüzlerini konu alıyor. “Yalnızlık Yer Değiştiriyor” daha metafizik, daha çağrışımsal bir yalnızlığa odaklanıyordu. İnsan ruhunun yücelme ve kâinat içindeki yerini arayışına dair bir metindi. Ancak “O Yabanıl Sessizlikte”, daha yeryüzünde bir yalnızlığı konu alıyor. Bireyin doğayla, tarihsel hafıza ile ve kolektif travmalarla kurduğu ilişkiye odaklanıyorum. Burada yalnızlık, insanın içindeki boşluk ya da tanrısal bir uzaklık değil, tam aksine, hayatın kendisiyle hesaplaşan, geçmişin seslerini işiten, özüne dönen bir yalnızlık. “Yalnızlık Yer Değiştiriyor” adlı eserimde yalnızlık kavramı temel bir eksen oluşturuyor. Ancak, bu yalnızlığın içeriği, biçimi ve dili zaman içinde değişime uğradı. İlk kitabımda, metafizik bir derinlik ve ruhsal bir arayış belirgin bir şekilde kendini gösterirken; ayetler, dualar ve ilahi sesler bu yalnızlığın içinde yankılanıyordu. Şiirlerimde varoluşsal sorgulamalar, kutsal olana dair bir yakınlık ya da onunla hesaplaşma hissediliyordu. Son kitabımda ise bu metafizik unsurlar belirgin şekilde azaldı. Yalnızlığın yeryüzündeki izdüşümüne, bireyin toplumsal yalnızlığına ve sistemin dayattığı soyutlanmışlığa daha fazla odaklandım. Bir çocuk sesinin bastırılması, bireyin kendini var etme çabası, toplumsal yapıya karşı şiirin bir direnç alanı olarak konumlanması daha ön planda yer aldı. Tematik olarak her iki kitabım da yalnızlığın farklı yüzlerini yansıtıyor. İlk kitapta yalnızlık daha mistik, daha içe dönük bir çehreye sahipken; son kitapta toplumsal, tarihsel ve sistem eleştirisini de içeren daha sert ve dışa dönük bir ses haline geliyor. Yalnızlığın yer değiştirmesi, bireyin ve şiirin zamanla dönüşen kimliğiyle de doğrudan ilişkili.
Faruk Bal: “Gecenin Yüzü” adlı şiir kitabının adını çağrıştıran “Bakışın ıssızlaştığı / O yabanıl ıssız tepede” dizeleriyle başlıyor. “İnsan kendini yalnızlıkta tanır” dizeleriyle bitiyor. Anlattığın onca şey varken ıssızlığı ve o ıssızlığın içinde yalnızlığa da yer veriyorsun. Kendini yazdırmak için şiir de mutlak bir yalnızlık ister. Bunca olan bitenin içinde ıssızlığa, yalnızlığa nasıl yer buluyorsun?
Servet Üstün Akbaba: Issızlık, beni büyüleyen bir tema. İşlenmemiş bir toprağın çıplak gerçekliği gibi. Yalnızlığın getirdiği o çıplak gerçeklik, insanı kendiyle yüzleştirir. Şiir de böyle bir yalnızlık ister; en saf haliyle yazıldığında, insanın kendi sesine ulaşmasına olanak tanır. Issızlık, şiirin doğal toprağıdır. Şiir, insanın kendi sesini diğerlerinden ayırdığı, dünyaya kendi yankısını bıraktığı bir alan. Bu yüzden yalnızlık, bir eksiklik değil, bir gereklilik. Yalnızlık, dilin ve anlamın saflaşmasını sağlar. Yalnızken insan, kelimelerin gürültüsü yerine sessizliğin gerçek sesini duyar. İşte bu yüzden yalnızlık ve ıssızlık şiirlerimde kendiliğinden beliren bir olgu haline geliyor.
Şiir, yalnızlık, ölüm, sürgün, doğa ve kutsal olanın terk edilişi gibi temalar üzerine kurulu. Bu temalar, insanın içsel yolculuğunu, geçmişin izlerini ve varoluşsal sorgulamaları yansıtıyor.
Ölüm ve Unutuş: “Kırılmış kayalardan ölülerin sesleri yükseliyordu” ve “Gece ölümü sezdiriyordu” dizeleriyle geçmişin yankılarını ve ölümün kaçınılmazlığını hatırlatmak istedim.
Sürgün ve Kayıp: “Kadim düştüm kanlı bahçelerde / Kavmin kırıldığı sürgünü” dizeleri, tarihi ve mitolojik bir sürgün temasına gönderme yaptım.
Doğa ve Kutsal Olan: Ağaç, taş, zeytin, tapınak gibi imgeler, kutsal olanla insan arasındaki ilişkiye dair bir sorgulama içeriyor. “Tapınakta tanrı açtı, ağaç kabukları yiyordu” dizesi, tanrının bile terk edilmişliğe mahkûm edildiği bir dünyayı anlatmak istedim .
Tekrarlanan sorular şiirin sorgulayıcı yapısını güçlendirmek için,
“Kaç kez yanar insan?”
“Kaç kırık sesin eşiğinde beklemiştir?”
“Hangi dağ benim kadar üşür bu gece?”
Bu sorular, okuyucuyu da şiirin dünyasına çekerek düşünmeye itmek istedim .
Faruk Bal: İleriki süreçte yazım serüveninde neler var?
Servet Üstün Akbaba: Şiirin izinde yolculuğuma devam edeceğim. Yeni coğrafyalara, yeni dillere, yeni şiirsel anlatım biçimlerine açılmak istiyorum. Farklı disiplinlerle şiirin buluştuğu noktaları keşfetmek de ilgimi çekiyor. Bir süredir bir roman üzerinde çalışıyorum. Şiirde yarattığım imgeler dünyasını, hafızanın, geçmişin ve kimliğin izini süren bir anlatıya dönüştürmek istiyorum. Ayrıca şiirin yanında çeşitli gazete ve dergilere yolladığım, yayımlanan deneme ve makale yazılarımı da derlemeyi düşünüyorum. Edebiyat sadece bireysel bir anlatım biçimi değil, aynı zamanda kolektif hafızanın bir yansımasıdır. Bunu daha geniş bir formda ele almak istiyorum.
Faruk Bal: Eklemek istediklerin?..
Servet Üstün Akbaba: Şiir, insanın kendisiyle geçirdiği en değerli vakittir. Ve ben sözcüklerle tutkulu bir aşk yaşadım. Bu yolculuğun sürmesi dileğiyle. Okuyuculara sabırla, kelimelerin peşine düşerek okudukları için teşekkür ederim. Şiir, anlam arayışıdır ve bu yolculuk hepimizin ruhunda bir iz bırakır.
Faruk Bal: Söyleşi için teşekkür ederim.
Servet Üstün Akbaba: Ben teşekkür ederim, bu anlamlı sorularla şiirim üzerine düşünmemi sağladığınız için. Söyleşi oldukça kapsamlı ve derinlikli oldu. Okurlarımla şiirin, yalnızlığın ve doğanın iç içe geçtiği dünyanın kapısını araladınız sorularınızla.
[1] Servet Üstün Akbaba, O Yabanıl Sessizlikte, 40 Kitap Yayınları, 2024
[2] Servet Üstün Akbaba, Yalnızlık Ye Değiştiriyor, Red Yayınları, 2014