Didem GÖRKAY: Edebiyatta çoğu öykü kitabı bağlam ve konu bağlantısı açısından genellikle birbirinden bağımsız öykülerden oluşurken sizin kitabınız birbiriyle ilintili öykülerden oluşmaktadır. Bu bağlamdan hareketle kitabı yazma sürecinizden bahsedebilir misiniz, Ne Mutlu Apartmanı’nı ne doğurdu?
Sevtap AYYILDIZ: İlk iki öykü kitabımda birbirinden bağımsız öyküler vardı. Aslında bu kitapta birbiriyle bağlantılı öyküler olsun diye yola çıkmamıştım. Öykü defterimde bitirilmeyi bekleyen birkaç öykü vardı ama birbirleriyle ilintili değildi. Bir gün okuldan çıkmış yürürken bir apartman dikkatimi çekti, adı Ne Mutlu Apartmanı’ydı. Ne güzel bir isim dedim kendi kendime. Sanırım o gün bir apartman fikri oluştu zihnimde, adıyla çelişen insanların yaşadığı bir apartman.
DG: Öykülerinizin çoğunda başkarakter kadınlardan oluşmakta. Aile içi sorunlar, mutsuzluklar, kaygılar, aşksızlıklar… Öykülerinizi neden bu tema etrafında oluşturdunuz?
SA: Erkek karakterler de var, Postacı, Sevgili Dostum Deniz ve Ali Bey öykülerinde olduğu gibi. Ancak kadınları yazmak sanırım daha büyük haz veriyor. Dört duvar arasına sıkışmış hayatlar kendini kadında daha çok hissettiriyor. Anlatılacak öyle çok şey var ki kadınlarla ilgili, hayata bakışları ile ilgili. Renk var, derinlik var…
DG: Öykülerde dikkati çeken noktalardan biri kadınların kadınlara yönelik olumsuz tutumları, yaftalamaları gibi istenmeyen yönler. Sizce kadının baskılandığı bir toplumda kadınlar da birbirlerine karşı yıkıcı bir tutum takınıyorlar mı?
SA: Özellikle geleneksel toplumda erkek tarafından sindirilmiş kadınlar hemcinslerini ezme, karalama eğiliminde olabiliyor. Bir bakmışız kadının düşmanı yine bir kadın oluvermiş, bazen kayınvaliden, bazen yan komşun ya da iş yerinden kadın arkadaşın. Öğrenilmiş davranışlarla ilgili sanırım, kuşaktan kuşağa aktarım. Geleneksel toplumda ezilen kadın eline güç geçtiğinde bu gücü diğer kadını ezmek için kullanırken kapitalist sistemin rekabetçi anlayışında bir kadın diğer kadını rakibi olarak gördüğünden aynı durum söz konusu olabilir. İnsan olmanın bilincine varıp öncelikle karşımızdakinin insan olduğunu görebilmemiz önemli, sonra kadın ya da erkeğiz.
DG: Kurgusala konu olan hayali apartmanda güvercin ve pencere imgeleri hemen hemen tüm öykülerde karşımıza çıkmaktadır. Bu iki imgeyi işleme nedeniniz nedir?
SA: İlk fikir apartman boşluğumuza yuva yapan güvercin ailesinden çıktı. Yumurtadan çıkacak yavruyu beklerken apartmanın karanlık boşluğu ile uçan kuşun tezatlığı çeldi aklımı. Ve pencere. Tülün ardından seyredilen hayatlar, sokağa açılan gözlerimiz. Ayrıca pencereler kendimizi gizlediğimiz yerler, perdelerin ardında sır gibi yaşanan hayatlar.
DG: Kurgu-Gerçek düzleminde öykülerinizi gerçekten ne kadar koparabiliyorsunuz? Bu kurgular yaşamın odağındaki gündemler mi yoksa salt yazarın örgüsü mü?
SA: Ne salt gerçeklik ne de salt kurgu. Elbette içinde yaşadığım toplumdan etkileniyorum. İşten çıkartılan bir baba var mesela bir öyküde, son yıllarda yaşadığımız acı bir gerçek işsizlik, çocuğunu kaybetmiş bir anne, değersizleştirilme – kadın aynaya bakıp ben değerliyim diyor, bunu ben de denedim ama pek olumlu sonuç vermedi- gibi. İlk öykü olan Kaçkın’da Diyarbakır sokaklarında kış günü üzerinde ince ev giysileri ve ev terliğiyle gördüğüm kadın yazdırdı öyküyü. Onu evden, tutsaklığından kaçan bir kadın olarak düşündüm ve yazdım.
DG: Mutlu Apartmanı’nın bitirdikten sonra bir kadın ve yazar olarak ne hissettiniz?
SA: En sonda yer alan Güvercin öyküsünü defalarca yazdım. Güvercin her bir daireyi ziyaret edip apartman sakinleriyle vedalaşacaktı. Sanırım üç ya da dört defa yazdım ama hiçbiri içime sinmedi. Sonra kısa bir anlatıda karar kıldım ve nihayet bittiğinde bir pencereyi daha kapattığımı hissettim.