Düşünsenize, bir kente giriyorsunuz, kendinize kalacak yer ayarladıktan sonra dolaşmaya başlıyorsunuz. Sokaklarda şiir taşlarıyla karşılaşıyorsunuz. Tam şiirleri okuyup kendinizden geçerken, bu kez onunla ilgili kişiler çıkıyor karşınıza. Bunlardan biri Don Kişot mesela. Onunla oturup sohbet etmeye başlıyorsunuz. Ona soracaklarınızı soruyorsunuz, cevap veriyor, yazılmamış ayrıntıları anlatıyor, hatta size sorular soruyor. Ne hissedersiniz?
Kentin sokaklarında ilerlerken, birden gözünüze biri ilişiyor. Tanıyorsunuz ama bir süre çıkaramıyorsunuz kim olduğunu. Sonra anlıyorsunuz ki Fransız Teğmenin Kadını romanındaki Sarah.
Madam Bovary ‘i ararken, Anayurt Oteli’nin kahramanı Zebercet’le karşılaşıyorsunuz. Sonra Anton Çehov’un Küçük Köpekli Kadın öyküsünün kahramanı Anna Sergeyevna ile konuşuyorsunuz. Anna, Emma Bovary’i tanıyor, size onun evini tarif ediyor. Bovary’nin evine gitmez misiniz?
Emma sizi kabul ediyor, taraçada karşılıklı oturuyorsunuz, size “Demek beni bir de benim ağzımdan tanımak için geldin buraya öyle mi?” diye soruyor. Siz de ona yaşamı hakkında merak ettiklerinizi soruyorsunuz. Emma size kitabın yazarını çekiştiriyor. Sohbetin sonunda “Bakın, arka sokakta bir arkadaşım, Anna Karenina oturuyor, onunla da konuşun, yaşadıklarımızın birbirine benzeyen birçok yanı vardır. O da benim gibi aşkın, anlaşılamamanın kurbanıdır” diyor. Konuşmaz mısınız Anna Karenina ile?
Bir kapı var ki, önünde heyecandan duramıyorsunuz. Kapı açılıyor ve size gülümseyen “Geleceğinizi biliyordum, Emma söylemişti, buyrun” diyen Anna Karenina. Anna’nın güzelliği büyülüyor. Kekeleyerek konuşabiliyorsunuz. Anna’ya, Emma ile konuştuklarınızı anlatıyorsunuz, Anna başlıyor sitem etmeye:
“Beni Emma ile aynı kefeye koyanlar var bu tümüyle doğru değildir. Bir kez Emma köylü kızıdır, köyde doğup büyümüştür. Ben ise kent kökenliyim. O okuduğu sığ romanların etkisiyle kent ve salon yaşamına yönelik düşler kurmuş, kurduğu düşlerin çekimine kapılıp onların dışına çıkamamıştır, bense onun düşlediği hayatı birebir yaşamışımdır.”
Büyüleyici sohbetleriniz, Körlük romanının kahramanı Kien ile, İnce Memed’le, Raskolnikov’la sürüyor.
Bu büyüyü yaşatan, okura hissettirmeden onlarca kahramanın özelliklerini ince ince öğreten, onlarla kurguladığı romanda adeta yaşayan çok değerli yazar, öğretmen, eleştirmen, Emin Özdemir.
Kitabı, Kurmaca Kişiler Kenti.
Kitap, tam anlamıyla kendi başına bir öğretmen. Okumayı öğreten bir öğretmen.
Emin Özdemir, roman kahramanlarıyla sohbet ederken, yazarları da mercek altına alıyor, hissettirmeden sorgulamayı da öğretiyor.
“Yaşam, geride bıraktığımız izdir” diyen, bir süre önce kaybettiğimiz Emin Özdemir’in bıraktığı izler, yolumuzu bulmamıza yardımcı oluyor. Okumanın insanı değiştiren, özgürleştiren gücüne inandığını her fırsatta söyleyen Özdemir, Mario Llosa Vargas’ın sözleriyle devam ediyor:
“İnsan mutsuz olmamak ve bütünleşmek için edebiyata sığınır”.
Bu kitabı okurken, siz de mutlu olacak, kimi zaman gülecek, kimi zaman ayırdına varmadığınız ayrıntıları kahramanların ağzından duyacaksınız. Bir de önemli not, kitapta sözü edilen kitapları okumamışsanız, onları da okumak ihtiyacı duyacaksınız. Yazardan tatlı bir tuzak. Çünkü bu kitap, bol bol kitap okumayanların okuyabileceği bir kitap değil.