Piyanonun tuşlarına herkes basabilir, ses çıkarabilir. Ancak çıkan her ses melodi değildir. Belli bir duyguyu yansıtmıyorsa, yan yana getirilen notalar kulağa hoş gelmiyorsa, gürültüden öteye gidemez, yorar bizi. İşte bu yüzden asırlardır icra edilse de bazı melodiler hep aynı tazeliği, aynı duygu devinimlerini, aynı heyecanı taşır kalbimize.
İyi kitaplar da iyi melodiler gibidir. Bizi hep tazeler, heyecanlandırır, duygulandırır, kimi zaman da yerimizden sıçratır. Hatice Günday Şahman’ın Kırmızı Etek kitabı da piyanonun tuşlarında zarifçe gezinen parmakların çıkardığı nefis bir melodi. Kimi zaman yüreğimize dokunan, kimi zaman gülümseten, kimi zaman da şaşırtıcı sonlarıyla yerimizden sıçratan öyküler var Kırmızı Etek’te.
“Bir Gözümüz Ağlar Bizim” öyküsündeki Gülcan’ın dünyaya bakışına hepimizin ihtiyacı var. Gülcan gülücük topluyor. Ama son dönemde mutsuz. “İşler kesat, işler kesat” diyor durmadan. Sahici gülümsemeler istiyor. En sahici gülümsemenin doğumhanelerde olduğunu söylüyor. Topladığı gülücükleri ne yapıyor sizce?
İnsan hallerinin çok naif bir üslupla ele alındığı öykülerden “Ahtapot” çok sarsıcı. Baskılar nedeniyle susmayı yeğlemiş bir kadının irkiltici biten- ya da bitmeyen- öyküsü. Altı çizilmesi gereken bir cümle: “Gözlerimin yer döşemeleriyle başlayacak sırdaşlığı.”
Aşk, elbette hemen hemen her insanın en sevdiği, sarılıp sarmalanmak istediği, kimi zaman da en çok hırpalandığı duygu. “Evvelim Sen Oldun” öyküsünde yaşanan aşk öylesine ince, öylesine kırılgan ki okurken içiniz burkuluyor. Kahramanın kalbindeki acı hissettirmeden ince ince sızıyor içinize, kaplıyor her yanınızı: “İki yarım, bütünleşemeyen. Benim mi gitmem gerekirdi? Giderken seni de götürdü. Gün gün çekildin içine. Çekildikçe kalınlaştı kabuğun” diyor.
Kitaptaki en etkileyici öykülerden biri ise “Bir Mahinur Hikâye.” Bu öyküde insanın yüreğine dokunan çok şey var. Yaşlılık ve onun getirdikleri çarpıcı bir dille anlatılıyor. Betimlemeler duygularla yüklü. İşte onlardan birkaç örnek: “Omuzlar yıl çekimine yenik, avizeden dökülen ışıklar gözlerinde çoğalıyor, an anlıyorum yaşlı bedene hapsedilmiş genç kız ruhunu, Kuğulu Park’a gitmeyi teklif ettim. Çok sevindi. Parktaki pastaneye girdik. Gözleri kuğularla birlikte yüzüyordu.”
“Kapan” öyküsündeki “Küllükte kendi kendini içmiş iki sigara, külleri birleşmiş” betimlemesi ise müthiş bir tını.
Vicdan azabının, suçlu psikolojisinin çok ince bir ustalıkla işlendiği “Son Koz” öyküsünde yaşlı bir kadına tecavüz edip altınlarını çalan adamın, rakı içerken söyledikleri çok çarpıcı:
“Borcumu ödedim kurtuldum. Ama o kadının hayaleti. Bir de naftalin kokusu. Kurtulamıyorum. Ulan rakı bile naftalin kokuyor.”
Kitabın en dokunaklı öyküsü “Raylar ve Yaylar”. Sadece bir annenin kızını okutabilmek için yapabileceği olağanüstü bir fedakârlık var orada. Fedakârlığa eşlik eden bir de vicdan azabı. Mutlaka okunması gerek. Anlatmak kitaba haksızlık olur.
Duygu yelpazesi çok zengin olan kitapta bir yandan mahalle kavgası öncesinde rakı içen adamın “Yalnızlığıyla yudumladığı huzur”u duyuyor bir yandan Ankara Garı’ndaki patlamada ölen simitçi ve oğlunun acısıyla sarsılıyorsunuz.
“Annem bugün nihayet ölebildi” diye başlayan “Yarım” öyküsüyle yerinden zıplıyor insan. Sarsıcı sona varmadan, daha başta irkiliyorsunuz. Öykünün içinde sevgi yoksunluğu “Uzaktayken onu daha çok seviyorum. Gözlerine, yarım bakan gözlerine dayanamıyorum. Annem kardeşim ölünce, yaşamının yarısını ve bilmeden benim de yarımı onunla birlikte gömmüştü” diye anlatılıyor.
“Çok Geç” öyküsünde, yaşamın oradan oraya savurduğu annesini bir türlü göremeyen çocuğun yazar tarafından anlatımı da yüreğine dokunuyor insanın:
“İlkokula başladığında gri beyaz boyalı duvarlar arasında, cam bir bölmenin arkasında vesikalık bir fotoğraftı annesi.”
Türkiye gerçeklerinin cesur bir dille yazıldığı kitapta “Gençlik İşte” öyküsü de sarsıcı. Tecavüze uğrayan bir genç kızın, ailesi tarafından korunmasını, savunulmasını beklerken, annesinin onu nasıl baskıladığını görüyorsunuz çaresizce. O anne, yazarın kaleminde ete kemiğe bürünüyor ve “Kapıyı açıp yüzüne baktığımda anlamıştım kötü, çok kötü bir şey olduğunu. Atıldı kollarıma, sorularım cevapsız. Yüzü yağmurda kalmış sulu boya resim” diyor. Bu öyküde bir de ceninin söyledikleri var ki, kalıyorsunuz öylece.
Evet, her ses melodi değildir, demiştik. Kırmızı Etek kimi yerde sizi hüzünlendirecek, kimi yerde düşündürecek, kimi yerde kızdıracak, kimi yerde gülümsetecek farklı seslerin ruhunuza değdiği değerli bir duygu senfonisidir.