Kül Dönümü, [1] Murat Yazıcı’nın ilk öykü kitabı. Murat Yazıcı daha çok şair kimliği ile karşımıza çıkmakta. Son Uçsuz [2] ve Aşka 12 Mil Kala [3] isimli şiir kitapları bulunmakta.
Kül Dönümü; kitaba adını veren öykü ile birlikte Denizden Kuzeyde, Gül Yüzü Altında,Bir Kesiğin Karanlık Derinliği, Sert kayalıklar, Can Sıyrığı, Öğüt(ül)müş Hayatlar, Mor Açan Yaban, Kara Değirmen, Ceviz Ağacı, Rötar, Tipi, Çalgın, Rüya Tutulması, Boklu Dere, Yalnızlığın Kara Kutusu, Büyümeye Budanmak adlarını taşıyan on yedi öyküden oluşmaktadır. Öykülerde şiirsel bir dil, imgesel bir anlatım göze çarpmaktadır. Yazar sürrealist bir tarzla toplumcu gerçekçi olayları anlatmakta.
Kül Dönümü; darbe ile yasaklanan ve varlığından bile korkulan kitapların yakıldığı, insanların kendi gölgelerinden dahi korktuğu, ihbarcılığın başını alıp gittiği bir dönemin öyküsü.
Öyküde olaylar bir çocuğun gözünden anlatılmakta. “İnsanın insana güveninin kalmadığından, söz etti. Birbirinin külüne muhtaç bilinen komşular şimdi kendi külünü kurtarmak için kıvılcımı başkasına yönlendiriyordu. (s.9)”
“Uyum sağlayamayın cezalandırıldığı bir düzendi.(s.10)”
Baba ihbar edileceği korkusuyla kardeşinden kalan kitapları yakar. “Köşeleri tutuşan sayfalar, kenardan içe doğru ilerleyen ateşle küle dönüyordu. Duman içerisindeki kül üzerinde karanlık lekelere dönüşen yazıları heceliyordum. Uçuşan bir sayfanın ortasından parlayan ateşin genişleyerek yuttuğu yazının devamını okuyamadım. Ateş cümleleri hızla yutuyordu. (s.11)”
Babaannenin oğlundan kalan hatıralardır o kitaplar, özlemini onlarla gidermektedir, yüreği elvermez kitapların yanmasına.
“Babamın elinde ikiye ayırdığı kitabın son parçasını ateşten önce davranıp dumanın içerisinden çekip aldı. Yapışan kıvılcımlara yapıştırdı elini. Kokladı kitabı. (s.11)”
Bir parçası kurtarılmış kitaplar ve yaralı hayatlar…
“Kitabın yazarını ne ben biliyordum ne de ölen o yaşı kadın. Üstelik okuryazarlığı yoktu. Bazen sandığından o kitabı çıkarır, elini bir yara izinde gezdirir gibi kitabın sayfalarındaki yanık izlerinde gezdirdikten sonra, okumamı isterdi. Kitaptaki bazı sözcükler, tahılı inen bir değirmenin kendi taşını öğütmeye başlaması gibiydi. Suyun yönünün değişmesi gerektiğini anlar bazı satırları atlayarak okurdum. Oysa o sözcüklerde geçen hayatı ne o kadın ne de ben anlayabilmiştim.
Altmış birinci sayfadan başlıyordu kitap. Bir kitabın bir ülkenin, bir dönemin ve güvenin hafıza kaybı olabileceğini daha çocukluğumda öğrenmiştim. Hiçbir zaman bu duygular, yok edilen o altmış sayfa gibi, eksilen yerine bir daha gelmedi. (s.7)”
“Hayatın yavaş, sel sularının hızlı aktığı kale yamacında, iki kayalığın arkasından denize sarkan boşluğun tam başlangıcında duruyoruz. Aşağısı sis ve karanlık… (s.15)“
“Unuttuğum onca insan gitgide derine çökmüş. Yüzlerini hatırlamakta zorlanıyorum. Ellerimi, kollarımı örten deri hissiz çöl topraklarına dönmüş. Şükran’ın omzundan akan saçlarına uzanıyorum, sonra vazgeçiyorum. Taşlık bir tepede kurumuş bir dilek ağacının andırıyor parmaklarım. Kendime ne zaman dönsem, hep aynı yabancılıkla yüz yüzeyi. (s.16)”
Yazar, imgesel bir anlatımla Sivas Katliamı’na, Deniz Gezmiş’e ve Can Yücel’e gönderme yaparak adeta şiirsel bir dille telmih yapmakta.
“Sivas hep korlu küldür. Yanıktır kitapların iki temmuz sayfası. Temmuzda Sivas’a düşen yağmur, okuluna geç kalmış bir çocuktur, mahcuptur yok yazılırken. (s.18)”
“Kapağında Deniz olan bir kitabı alıyorum. Sayfalarını tutan tüm körfezler, karşı kıyıdan –Datça’dan- Can Yücel bir kadeh rakı dökse Bodrum’a taşacak kadar dolu. (s.189”
Göl Yüzü Su Altında, sanatsal bir betimlemeyle başlamakta.
“Köze gömülü gügümün isle kararmış yüzeyinde kıvrımlar oluşturarak yükseliyor duman, ocağın arka yüzeyinden baca boşluğuna. Dumanı külden koparan alevlerin evin içinde oluşturduğu gelgit… Ot süpürgenin uzayan kapıya kadar varıyor gelgitle. Sınırları değişen bir yalnızlıkta şimdi kim mülteci kim gerçek? (s.23)”
Öyküde baştan sona kadar sanatsal ve imgesel bir anlatım yer almakta.
“Duvar ondan ne kadar ölümü dinlese de yalnızlığı anlatıyor. (s.23)
“Gölgenin açtığı izin derinliğini bekledi bir süre. Sonra daracık pencereden sızan ışığın karşı duvarda bıraktığı oyuklardan geçerek uzandı evin ahşap tavanına. (s.26)
Bir Kesiğin Karanlık Derinliği, kahramanın iç sanılarını anlatan bir öykü. Olay örgüsü, kahramanın farklı dehlizlere geçişi ile verilmekte.
“Uzağı geride bırakmak için mi, uzadı yol? Bilmiyorum. Buz keseği bir karanlık… Derelerden ayaz akıyor. (s.27)”
“İnsanlar yaşlandıkça gölgelerle derinleşen göllere benziyor. Toprak çatılı evin kuzeye bakan penceresinde bitiyor yol. Oradan düşüyor boşluğa taşları ot içinde kaybolmuş eski bir mezarlık. Ötesi, yaz kış tepesi sisli dağlar… (s.27)”
“başıboş zincirler serili gölgemin ucuna. Basıyorum. Kayıp gidiyor ayaklarım yılların üstünden. Gözlerime düşüyor uzakların boşluğu. (s.289”
“Yalnızlık tek sözcüklü en uzun cümle, noktaların büyüyerek sekiyor uzaklık… (s.30)”
Soğuk Kayalıklar, dikkat eksikliği olan bir öğrencinin yaşadıklarının sürrealist bir anlayışla anlatıldığı bir öykü.
“İçeriyi kaplayan toz, eriyen seslerin üzerine çökmeye başladı. Her şey duruldu. (…) Yazı tahtasında bir önceki dersten kalan geometrik şekilleri yaran dirsek izleri birden sıyrılıp indi iki yanına. Her ikisini de diğer öğrencilerden bölen bir duvar vardı arada artık. (s.34)”
“Müdür, sınıf başkanın elinden kâğıdı çekip aldı. (…)
Kızgın sözcükler yaktı çocukların gözlerini. Sustular. (s.34)”
Can Sıyrığı, olayların ve betimlemelerin şiirsel bir dille anlatıldığı öykü. Karşımızda olay örgüsüne dayalı şiirsel bir metin bulunmakta.
“ Teneke soba alevleri yutkundu. (s.43)”
“Kat tepelerinden akan ayaz iliğe işliyordu. Ufkun üçte birini dolanan güneşkarlı dağların ötesine eriyerek yok olmuştu. Yaşlı adam dünyanın kabuk bağlamamış yaralarını içine kanattıkça dünya yavaşlıyor, gurup vakti uzuyordu. (s.43)”
Öğüt(ül)müş Hayat, değirmenci Vasil’in öyküsü. Malakan Vasil ile Alevi Hasan’ın dostlukları. Malakanların sürgünü ve Vasil’in sevgilisi Mary’nın arkasından hissettikleri…
“Fotoğraftaki kadının yüzüne dokundu. Son geceyi hatırladı. Mary’nin gözlerinde uçsuz bucaksız bir bozkır vardı.(s.48)”
Mor Açan Yaban, siyasi yasaklı genç kadının yaşamı ve kahramanın gelgitlerinin çok iyi anlatıldığı; imgesel ögelerin sıkça yer aldığı ve sılaya sığınmaya gelen kadının yaşamının burada son bulduğu bir öykü.
“Evler kar denizi içerisinde yan yana birer ada gibiydi. Açık sonsuzluğa kıyısı olan adanın sakini, kendisine komşu sessiz bir adamın kıyısına ilerliyordu. (s.53)”
“Aşk, insanı anlamlı kılan ve karşılığını bulunca hayatı hızlandıran yörünge hareketidir. Bu yüzden aşk; şubata benzer, tez geçer. (s.58)”
Kara Değirmen, değirmenci Hıdır’ın öyküsü. Coğrafya öğretmeni olan yazarın betimlemelerine bu özelliğin yansıdığı görülmekte.
“Bulutların üzerinde ışıktan sarı bir plato, derin bir uykudaydı. (s.63)”
“Hıdır’ın yüzüne bir günbatımının kızıl aydınlığı düştü. (s.65)”
Ceviz Ağacı, yöredeki bir ‘anlatı’dan yola çıkılarak kurgulanmış; dimağlarda ayrılıkları, özlemleri her zaman hissettirecek bir öykü.
“Adamın birinin karısı oynakmış. Adamda bunun üzerine köyü terk etmek için göçünü yüklemiş. Tam gidecekken gözüne ocak taşı ilişmiş. Taşı alırken karısı, ‘Taşı niçin alıyorsun?’ demiş. Adam da, ‘Gittiğimiz köyde yine ocak taşı ederiz,’ demiş. Kadın da orada ‘Taş yok mu?’ demiş. Adam da bu sözün üstüne göçünü arabadan indirmiş. (s.74)”
Rötar, bilin akış tekniğinin sıkça kullanıldığı tren yolculuğunu anlatan bir öykü.
“Kızakçı Hüseyin’in kuyuya çekilmiş gözlerinden yayılan ışıkla, gece boyu kâbuslarla kıvrandığım zamana şafak atıyor. (s.77)”
“Gardan ayrılırken takılıp kalıyorum, Kars’ın benden uzaklaşan yüzüne. Sonra dönüp yolculara bakıyorum. Tren, yolcuları gardan değil de doğanın esaretinden almış sanki: Yüzlerde ayaz yanığı, dillerde sert esen poyrazdan arta kalmış birkaç titrek sözcük… (s.77)”
Tipi, İbn-i Haldun’un ‘Coğrafya Kaderdir’ sözünün ne kadar da doğru olduğunu anlatan bir öykü. Uzun geçen kış aylarında çalışmak için İstanbul’a giden erkeklerin, köyünde kalan ve ‘kan ayak’ olarak tarif edilen eşlerin namusuna göz diken ağa, muhtar gibi kendini bilmezlerden neler çektiklerinin öyküsü.
“Genç bir kadın, evin enkazının başında, yıllardır ulaşılmayan bir menzili ve kavuşulmayan bir özlemi bekliyordu. Kararan gökyüzüne baktı,sonra kapanan evin kapısına, toprak ve taş yığını arasında yatan tezek dumanı ve nemde karamış ahşap direklere… Yaşadığı anın çok uzağındaydı; gözlerinde biriken sel, dalgın bir bakışı yararak sessiz bir ağıda çıktı… (s.83)”
Çalgın, eşinden değer görmeyen Hasan ile yetim Elif kızın duygulu, kısa, öz ve destansı öyküsü.
Rüya Tutulması, olay örgüsünün bilinçli ve bilinç dışı bir teknikle oluşturulan öyküsü.
“Kapıyı açtığımda yağmur yağıyordu. Bekleyen O’ydu. Islak saçlarından ve dudaklarından damlayan hazır yağmur damlaları bizi birbirimizden uzaklaştıran o yalnızlığı ararcasına titrekti. Ertelediğim yerden gelen ve yüzüme çarpan bir uğultuyla, onun boşluğuna düşüyordum. (s.95)
“Uyandığımda pencereden dışarıya baktım, çimenler üzerine sis çökmüştü. (s.97)
Boklu Dere, traktörün henüz zirai hayata girmediği kağnıların ne kadar önemli olduğunu ve o dönemde yöredeki insanların yaşantılarından yola çıkılarak kurgulanmış bir öykü.
Yalnızlığın Kara Kutusu, üç farklı hayatın zaman, mekân ve yalnızlık durumlarının simgesel ve sürrealist bir bakış ile anlatılan öykü.
“ O, masaya döndüğünde her ikimiz de yarım kalan bir kitabın üç noktasında saklıydık ve oradan başlıyorduk kendimizi anlatmaya (s. 107)”
“Üç farklı hayat: Ben, kadın ve yazar. Yalnızlığın kara kutusu… (s.111)”
Büyümeye Budanmak, bir çocuğun gözünden yılbaşı kutlaması ve yeni yılın anlatıcıda hissettirdikleri olayın geçtiği yöredeki kültürel ögeler ile bütünleştirilerek anlatıldığı bir öykü.
“Nihayet kaç gündür sabırsızlıkla beklediğim yılbaşı gelmişti. Yılbaşı demek, meyve, çerez, boncuklu katmer ve dayım demek. (s.113)”
“Geç de olsa anlıyorum: İnsanın kendisine en büyük ihaneti, büyümekmiş meğer. (s.116)”
[1] Murat Yazıcı, Kül Dönümü, Klaros Yayınları, Ankara, Ağustos 2019.
[2] Murat Yazıcı, Son Uçsuz, Klaros Yayınları.
[3] Murat Yazıcı Aşka 12 Mil Kala, Yitik Ülke Yayınları.