Alper Akçam, edebiyatımızın değişik türlerinde eser veren bir yazarımız. Onun eserlerinde Anadolu Rönesans’ı, Köy Enstitülüleri, Anadolu insanı ve Anadolu inananının yaşam zorlukları önemli bir yer tutmaktadır. Alper Akçam’ı anlatıda başarılı kılan en önemli özelliklerden bir de anlattıklarını yaşamış olması, yaşadığı kültürel birikimi eserlerine taşımasıdır.
Vecihi Timuroğlu’nun , «Alper’in biçemi güzel. Onun öykülerinde, Anadolu’ya özgü insancıl gerçeğin ağırlığı var. Bu durum, ona, okurlarının öykü kişileriyle kolayca ilişki kurmalarını, giderek onlarla uyum içinde düşünmelerini sağlıyor. Kısası, okurla Alper’in kişileri, birbirleriyle çelişmiyorlar. Bir özlemi yansıtan kişiler olduklarından, okurların hoşlarına bile gidiyor olabilirler. Çünkü, onun kişileri, bugünün Türkiyesi’nde, yozlaşmayı temsil eden burjuvayla küçük burjuvaya ters düşüyor.
Alper’in kişileri, Türkiye toplumunun çürümemiş yanını temsil ediyorlar. Toplumun çürümüş yanını yansıtmak amacıyla, kokuşmuş düzenden zarar gören insanları arıyor, onların umut veren yanlarını gösteriyor bizlere. Diyebilirim ki, Anadolu insanını ezen düzene, gerçek tanıklar arıyor. Her zaman, bu tanıklarını bulduğunu söyleyemem, ama bulduğu tanıklar, Anadolu’nun ekinsel (kültürel) birikiminin ürünüdürler.» [1] değerlendirmesi Alper Akçam’ın eserlerinin manifestosu niteliğindedir.
Roman, dul kalan annenin kızı Munise ile birlikte yeni evlendiği Merdo’nun köyüne gelişi ile başlar. Çetin geçen yolculuğun ardından Merdo’nun köyüne gelinir. Fakirliğin, sahipsizliğin, yetimliğin ve öksüzlüğün birleştiği bir yerdir Merdo’nun evi.
“Anam önde, ben arkada girdik örtmeye. Önce bir çocuk başı, sonra bir çocuk daha, sonra bir daha. Biri benden az büyük bir kız; iki de küçük oğlan. Üçü de bana dikmiş gözlerini. Bana bakarlar boyuna. Kızın üstü başı dökük. Oğlanlar da yırtık, yamalı… (s.10)”
Alper Akçam, realist bakış açısı ile yaşanılanların resmini çizmektedir bize. Bu yolculuk bir yoksulluktan diğerine geliştir.
“Ahırda bir inek, bir dana… Yan yana… Bağrıştılar bizi görünce. (s.14)”
Olayın bu halkasında Cılavuz Köy Enstitüsü öğrencisi olan Durmuş’un öyküsü ile karşılaşırız. Munse’nin öyküsünün anlatımında birinci kişi anlatıcı ve kahraman bakış açısı tekniğine başvuran yazar bu bölümde üçüncü kişi anlatıcı ve ilahi bakış açısı tekniğini kullanmıştır. Her ne kadar Durmuş’un öyküsü desek de Durmuş bağlamında Ölçeklilerin hikâyesidir. Ölçek yazarımızın köyü olmakla birlikte Durmuş karakteri de yazarın amcasıdır. Ölçeklilerin iş bulmak için Antep’e gidişleri anlatılır. Yazar, romanında folklorik ögelere, masallara, türkülere, anlatılara yer vermekte.
“Kim geri duru ki… Köroğlu Kırat’ta, Kiziroğlu Alapaça’da… At sürmüşler düzler yamaçlar boyu; çimeni çiçeği, nehirlerdeki suları, ala gözlü balıkları havalara uğratmışlar; gürz kalkan kılıç vuruşturmuşlar… (s.20)”
Romanda edebiyatımızın önemli yazarlarından biri olan Ümit Kaftancıoğlu’na da yer verilir.
“Üç günlük yoldan çıkıp geliyordu Cılavuz’a… Garip ki garip; adı da Garip… Bir garip Türkmen balası… (s.19)”
Yazarın betimlemeler öyle realist bir anlatım içindedir ki adeta bir kadrajdan çekilen fotoğraflardır.
“Dağların yamaçlarında, yalçın kayalıkların eteklerinde cırım cırım, küçük küçük tarlar. Kimisi sarı, kimisi mavi, kimisi turunç rengi, kimisi al valalar gibi uzanır… ekinden çok,arpadan çok, çiçek bitiyor bu topraklarda. Bu toprak çiçek toprağı…Küçük küçük tarlalar. Babadan oğla bölüne bölüne adam doyurmaz olmuşlar. (s.19)”
Munise ve anasının Ölçek köyüne yerleşmeleri; Merdo ve çocukları ile birlikte zorluk içinde geçen yaşamları devam etmekte.
Durmuş ve Ölçeklilerin öyküsün de ise Antep yolundaki açlık, susuzluk, yorgunlukları anlatılır.
Munise’nin hayatının değiştiği bölüme geçilir. Munise Ardahan’da bir subayın evine boğaz tokluğuna hizmetçi olarak verilir. Munise için zor, acı ve özlemle dolu bir hayat başlar.
Ölçekliler Anep’i bulamama korkusu içinde son takatlerinin kaldığı bir şekilde devam etmektedir.
Selahattin Binbaşının evinde ev işlerini öğrenen Munise, evin komutanı durumunda olan Nezahat hanım ve kızlarının her türlü kirli işlerini yapmaktadır. Munise bu evde bir nevi hiçbir hakkı olmayan köledir.
“En zor iş o taharet bezinin küçük bir leğen içinde yıkanmasıydı. Midem bulanıyordu. (s.55)”
Alper Akçam’ın düşünce dünyasının oluşumunda en önemli olgularda biri de ‘Köy Enstitüleri’dir hatta kendini ‘Köy Enstitüsü’ öğrencisi olarak da görebiliriz. Yazarın düşün dünyasının oluşumunda İsmail Hakkı Tonguçlar, Mahmut Makallar, Dursun Akçamlar etkili olmuş; Köy Enstitüsü ‘esintisi bile yetmiştir.’ Alper Akçam aynı zamanda Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Ankara Şubesi başkanlığını da yürütmektedir.
Romanın bu bölümünde Durmuş’un anlatımıyla Topal Hasan Efendi ve Eşref’in öyküsüne tanıklık ederiz. Eşref, bozkırın ortasında açmak isteyen bir çiçek gibidir. En büyük arzusu Hasanoğlan Köy Enstitüsüne gitmektir ancak bunun için de şahadetname, şahadetname için de köyünde okul olması gereklidir.
“Ben okuma yazmayı söktüm zati… Şahadetnamem olsun diye istiyorum okulu. Kardeşlerim bacılarım da okusun hem… (s.70)”
Eşref, köyüne okul yaptırabilmek amacıyla Topal Hasan Efendi’yi bulmak için Güdül’ün Bozdere köyünden yola çıkıp Nallıhan’a gidişi ve Topal Hasan Efendi’nin, Eşref’in köyüne gelerek okul yaptırma serüveni anlatılır. Romanın bu bölümünde toplumun Köy Enstitülülerine bakış açısının da görürüz.
“Bu enistütü öğretmenleri köylerde kooperatif de kuruyormuş. Ayrıca tefeciye kaptırmayın malınızı diyorlarmış köylüye; birlik olun, birlikte alın, birlikte satın diyorlarmış… Şehir yerinin esnafı onun için sevmez okulları ileri geri konuşur… (s.71-72)”
“Kendi gözümle gördüm. Kız oğlan aynı yerde okuyorlar, belki de yatıp kalkıyorlar. Ramazanlık zamanı gittiydim. Baktım eşkere yiyorlar oruçlarını. Sordum oruç tutmaz mısınız siz diye; tutanımızda var ama biz talebeyiz dediler, işimiz de çok… Laf mı bu şimdilik… İşleri dersler varmış da… Burası Müslüman memleketi değil mi? (s.72)”
Munise bir nevi modern köledir. Binbaşı Selahattin’in tayininin Malatya’ya çıkması ile birlikte anası ile hasret gideren Munise’nin Nezahat Hanım zorbalığındaki hayatı Malatya’da devam eder. Munise ev işlerinden kalan zamanını roman okuyarak ve radyo dinleyerek geçirir. Munise büyümüş, serpilmeye başlamıştır. İnsanı zaman değil de yaşadıkları olgunlaştırırmış.
“ Biz Malatya’ya taşındıktan sonraki ikinci şubat tatilinde Nezahat hanım iki kızını alıp İstanbul’daki annesinin yanına gitmişti. Malatya’da albay ve alay komutanı olmuş Selahattin gece ben uyurken yatağıma girdi. Heyecanlandım, korktum, şaşırdım… Bağırırım dedim. Oralarıma dokunma dedim. Biraz okşadı beni… Sonra çekip gitti. (s.97”
Ölçekliler; uzun, yorucu, aç ve susuz ancak türkü ve masallarla iç içe geçmiş bir yolculuğun sonunda Muş ovasına gelip Abdi Ağa’nın yanında iş tutarlar.
“Aha sana geldik Muş ovası / Cepte yoktur ekmek parası / Bu yoksulluk inan yüz karası/ İşte Entep burası / Hazal bende yürek yarası” (s.84)
Munise, Selahattin Binbaşı’nın da yardımıyla dışarıdan girdiği sınavlarla ilkokul diploması almaya hak kazanır. Zaman zaman Nezahat ve kızlarına dayanamayan Munise evden kaçama düşüncesine kapılır ancak dışarıda kendini nasıl bir hayat beklediğini bilemediği; Selahattin Albay’ın Paşa olası ve tayinlerinin İstanbul’a çıkması ile bu düşüncesinden vazgeçer.
Abdi Ağa’nın işinin, bitmesi ile birlikte Ölçekliler Tarhan Ağa’nın yanında iş tutarlar. Tarhan Ağa, Ölçeklileri oyuna getirmiştir ancak sonunda Ölçeklilerin fendi Ağa’yı yenmiştir.
Selahattin Paşa’nın ölümüyle birlikte Nezahat Hanım, eski ihtişamını kaybederken ekonomik kriz de baş göstermeye başlamıştır. Zamanla sağlığı bozulan Nezahat Hanım’ı, doktora Munise götürür ve onun sağlık problemleri ile ilgilenir. Munise, Nezahat’ın ölümü ile birlikte anasını görmeye memleketine gelir.
Tarhan Ağa’dan emeklerinin karşılığını alan Ölçekliler dönüş yoluna koyulur ve Kars’a ulaşırlar.
Memleketine gelen Munise’nin bakış açısı ile yöredeki kültürlerin, dillerin birbiri içine geçişini bir bütünlük oluşturduğunu görürüz.
“Gübreye ahbun diyorduk… Ne çok dil birbirine karışmış bu yörede. Bildiğim kadarıyla Rusça, Gürcüce Kürtçe, Arapça, Farsça, Türkçeyle kucak kucağı yaşamış buralarda… Şehirlere taşınırken zengin diller fakirleşmiş sanki… Diller fakirleşince insanlar da içindeki insan dilinden olmuş, yavanlaşmış, yabanlaşmış. (s.256)”
Munise’nin anasına ziyarete gelmesi, Durmuş’un köyüne dönmesi ile kahramanlarımızın yolları kesişir. Munise, Durmuş’la evlenme hayali kursa da geç kalmıştır çünkü Durmuş sözlüdür. Alper Akçam’ın; annesi, babası ve kendisiyle karşılaşırız. Bu bağlamda da roman otobiyografik özellik göstermekle birlikte biraz da Ölçek özelinde o bölgenin yaşantısıdır.
“Annesinin kucağındaki kepçekulaklı, çirkin bir oğlan gözünü dikmiş bana bakıyor… (s.270)”
“ Adı ne oğlunuzun diye sordum Perihan öğretmene. Alper dedi… (s271)
“Toplumcu gerçekçiliğe göre sanatın yansıttığı gerçeklik toplumsal gerçekliktir, ama bu gerçeklik devrimci gelişme içinde görülür ve doğru olarak tarihi somutlukla, işçi sınıfının
eğitimi gözetilerek yansıtılır.” [3] Berna Moran’ın, bu değerlendirmesinden bir çıkarıda bulunacak olursak Alper Akçam’ı, toplumcu gerçekçi edebiyat anlayışı içinde görebiliriz.
Munise, arık köyünde duramayacağını anlayarak boğulacaksak büyük denizde boğulalım diyerek tekrar İstanbul’a gelir. Olayın bu halkasından sonra işçi Munise’nin hayat öyküsü ile karşılaşırız: bulaşıkçı Munise, garson Munise, ütücü Munise.
İstanbul’da yalnız başına toplumsal zorluklarını yaşayan Munise, görücü usulü ile kendisinden otuz beş yaş büyük Meftun bey ile evlenir.
“Kendince bana açık kapı bırakıyor. Zaman içinde miras olayına filan tav olup babam yaşını bile geçmiş bir adama karı olmamı bekliyordu. Ne kadar düşünürsem düşüneyim böyle bir teklifi kabul etmem mümkün görünmüyordu. Ta ki bekâr odasında kaldığım yıllarda peşime takılıp yanındaki iki sarhoş arkadaşıyla birlikte üstüme abanan o külhanbeyli kılıklı adamı yeniden karşımda görene kadar! İlk olaydan sonra ağlaya ağlaya karakola gitmiş, şikâyet etmiştim. Koluma mühür basmış, beni doktor muayenesine sev etmeye kalkmışlardı da hastaneye götüren bekçi, boş ver bacım demişti, bir netice çıkaramazsın bu işlerden, adını da kara listeye alırlar, dedikodu ederler, vazgeç şikâyetinden, üstüne üstüne gelirler… (s.308)
Munise aynı zamanda bir devir romanıdır. Ülkedeki toplumsal ve siyasal gelişmelere de tanıklık ederiz. 27 Mayıs darbesi yaşanır ve romanda bu darbeye ‘Köy Enstitüleri’nin tavrı açısı yazarın babası Dursun Akçam’ın bakış açısı ile verilmiştir.
“Benim ikide bir subay üniformasına baktığımı görünce konuşmaya başladı Dursun öğretmen. Çok iyi oldu bu Ak Devrim dedi. (s.326)”
Meftun Bey’in ölümü ile birlikte Munise, evden ayrılmak zorunda kalır çünkü evlilik sırasında Meftun Beyin oğlu ve kızı, Munise’ye birtakım belgeler imzalatarak onu babalarının mirasından mahrum bırakmışlardır.
Son bölümle geçildiğinde yazar, özetleme tekniğini kullanmıştır. Munise, adeta Türkiye siyasi tarihinin yoğculuğunu yaşamaktadır.
“12 Mart 1971 sabahı marşlarla uyandı. Asker idareye el koymuştu. (s.334)”
“Ölçekli Dursun öğretmenin yöneticisi olduğu öğretmen sendikası da kapatılmış kendisi tutuklanmıştı. (s.335)”
1980 darbesi ile birlikte değişen toplumsal yapı.
“Başka başka hoca efendilere ait kasetler, kitaplar taşıyorlardı ellerinde, çantalarında. (…) Kimse onlara neden işini yapmadın, neden izin almadan çıkıp gittin, neden amirini memurunu dinlemediğin gibi sorular sormuyor ya da soramıyordu. (s.342)”
Romanın sonunda, üç roman karakterinin buluşmasını görürüz. Bir kitapçıda tanıştığı Eşref’le evlenen Munise, emekli olduğu hastaneye gittiğinde Durmuş’la karşılaşır ve onu evine davet eder. Eşref ile Durmuş eskiyi yâd ederler.
“Susmadı Eşref, susmadı Durmuş.
Baktılar Munise’nin gözlerine. Kahırla,çileyle geçirilmiş koca bir ömürden sonra,sanki bu buluşma için damıtılmış gözyaşlarına…
Munise’de katıldı marşa; sonra türküler söylediler. Ilgazlarda dolandılar; Tonguç Baba’yı horona çağırdılar. (s.352)”
“Sis Dağı’nın başında borana bak borana/ Tonguç Babamızı da istiyoruz horona… (s.352)”
[1] Vecihi Timuroğlu, Alper Akçam’ın Öyküleri Üzerine (Cumhuriyet Kitap, ( 18.1.2001).
[2] Alper Akçam, Munise, Abis Yayınları,2017
[3] Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları