Doğuda büyükşehirler sadece kendi şehrinin değil, civar illerin de büyükşehridir. Erzurum, bu anlamda tüm vasıfları üzerine toplamıştır. Çevre iller için Erzurum; eğitim, alışveriş, sosyal hayat ve en çokta hastane demektir. Hele bir de hastanız bulunduğunuz ilden ambulansla gönderilmişse birazda ‘ölüm’ demektir! Çevre illerden gelen yolcuların çoğunluğu da hastane yolcusuzdur, araç otogar yerine yolcusunu hastanede indirir. Ardahan’dan Erzurum’a; kar tünelleri içinde, bir yılan gibi kıvrılan yolda midibüs yol alırken dışarının ayazının, içerideki hüznün oluşturduğu sükûnetin gizemini bir yaşlı teyzenin sesinmesi1 böldü: “ Yavrum, Allah benim ömrümü alıp sana versin!” dedi. Yanında oturan kadın, “Hastanede yatan oğlun mu kızın mı teyze?” diye sordu. “Yok, evladım ben hastaneye gitmiyorum; bunu türkü söyleyen kıza söyledim.” dedi. O an dikkatimi çekti arabadaki türkü: “Erzurum dağları kar ile boran/ Aldı yüreğimi dert ile verem / Sizde bulunmaz mı bir kurşun kalem/ Yazam arzuhalim yâre gönderem…” Güler Duman’ın sesi, türkünün güftesi, bestesi ve içerinin hüznü öyle bir ahenk oluşturmuştu ki o zaman anladım yaşlı teyzenin ne demek istediğini.
Adnan Binyazar’ın, Ölümün Gölgesi Yok2 romanı beni Erzurum yolculuğundaki o ‘ân’a götürdü. Ölümün Gölgesi Yok; sevdanın, samimiyetin, tutkunun ve hüznün; masalların, halk hikâyelerinin, şiirlerin; Batı ve Doğu anlatılarına gönderimin akıcı bir Türkçenin birleşmesi sonucu ortaya çıkan destansı bir başyapıt.
Roman, 2005 Orhan Kemal Roman Armağanı’na ve 2011 Ebubekir Hazım Tepeyran Ödülü’ne layık görüldü. Ölümün Gölgesi Yok; Adnan Binyazar’ın eşi Filiz ile karşılaşmasını, ‘sevginin kökeninden dal vermesi’ni, evlenmelerini, eşinin kansere yenik düşmesini, ölümün hüznünü ve gerçek sevginin ölümle yok olup gitmediğini gösteren bir ağıt… En isabetli değerlendirmelerden birini kitabın arka kapağında da yer alan Orhan Kemal Ödülü’nü veren seçici kurul yapmış: “Eserin dramatik yapısının sağlamlığı, akıcı ve güzel Türkçesi , etkileyici, tutarlı ve yoğun anlatımın yanında, Adnan Binyazar, kitabın ana temasında işlene, duyarlık körleşmesine uğradığımız günümüz ortamında sevginin çağdaş destanı sayılabilecek Ölümün Gölgesi Yok eseriyle, gün gün bir tükenişi yaşatırken varlık kadar yokluğun da sonsuzluğuna inandırıyor okuru.”
“Gömüldü ya Çorum topraklarına hep açar
Nice çiçekleriyle onu
Ben gece gündüz sevgisini açarım
Yadsırım ölüm denen sonu”
Roman, on bir bölümden oluşmakta olup bölüm başlarında William Shakespear, Binbir Gece Masalları, Colm Tóibín, Boris Pasternak, James Joyce, Anna Ahmatova, Cahit Sıtkı Tarancı, Yvan Goll alıntılarına yer verilmiş. Romanın, olay örgüsünün anlatımında ise Seneca, Binbir Gece Masalları, William Shakespear, Fuzuli, Anna Ahmatova, Cahit Sıtkı Tarancı, Behçet Necatigil, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Arif, Yahya Kemal Beyatlı, Dostoyevski, Colm Tóibín, Ayfer Tunç, Gustave Flaubert, Cervantes, Fazı Hüsnü Dağlarca, Albert Camus gibi şair ve yazarlara gönderme yapılırken halk anlatılarına, şarkı sözlerine yer verilmiş.
Roman, metinlerarasılık ilişkiler bağlamında akademik olarak tez konusu edilmiş veya edilecekektir. “Bir metnin yalnızca başka metinlere gönderme yaparak iletişim işlevini gerçekleştirmediğini, göndergesinin yalnızca öteki metinler olmadığını; içerisinde gerçekliğe gönderme yapıldığı gibi (bu bilinen bir özellik) kimi bakımlardan (özellikle yapı ve dil kullanımı) gerçeklik tarafından belirlendiğini unutmamak gerekir.” (Aktulum 2018: 238)4 Ölümün Gölgesi Yok, romanındaki alıntı ve göndermeler bir orkestranın tüm çalgılarının aynı anda aynı notaya çalmaları gibi olay örgüsü ile bir bütünlük taşımakta.
Roman, yazarın Almanya’da kanser tedavisi gören eşi Filiz’in hastanedeki tedavi süreciyle başlıyor. “Bu hastane köşesinde, gün gün sonsuz uykusuna yaklaşan eşimin solgun yüzüne bakıyor, içinde “ölüm” yolcusu taşıyan kırık bir takanın mecalsiz kürekçisi gibi, elimi uzatıp sevgilimi kurtaramayışın aczini duyuyordum.” (s.19)
Sıkça geriye dönüş tekniğinin kullanıldığı romanda yazarın; çocukluğu, öğrenciliği, sevdaları, öğretmenlik yaşamı, eşi Filiz ile tanışmaları ve evlilikleri ile ilgili olaylar yer alıyor.
Yazarın, ilk görev yeri Çorum’dur. “Beni Çorum’a ilk bağlayan, bu temiz sesli radyo olmuştu. Mutluluktan uçuyordum. Yıllarca okuduğum yatılı okul kurallarından kurtulmanın sevinciyle parmaklarımı düğmeden düğmeye gezdiriyor, Arabistan, Balkan ülkeleri, Avrupa, birçok istasyonda dolaşıp duruyordum.” (s.44)
Roman, yürekte bungunluk, gözlerde buğulanma hissettiren modern bir sevda masalı. Bu aşk, Binyazar’ın sevdasının büyüklüğü kadar Filiz’in de öğrencisi olmasından dolayı olanaksızlıklar içinde ‘filizlen’ bir sevgidir. “Sevgi, kökeninden dal vermişti. Kendimi ne denli denetlesem, ders sırasında gözlerim gidip onun yüzünü buluyordu. Kendime geldiğimde suçüstü yakalanmış gibi irkiliyordum.” (s.92)
Binyazar’ın diğer eserlerinde olduğu gibi ‘Ölümün Gölgesi Yok’ romanında da masalların, destanların, halk hikâyelerinin, folklorik ögelerin derin izleri görülür. Binyazar’ın, “Günümüz edebiyatı, halk anlatıları estetiğiyle beslenmedikçe bize yabancı kalacaktır. Ninnilerden deyişlere halk ruhu genlerimize yerleşmiştir.”5 dediği gibi evrenselliğin en önemli yolu yerellikten geçiyor, bir eser kendi kültürünün can suyunu aldıktan sonra evrenselliğe ulaşabiliyor.
‘Dedikoduların söz sağanağı’ gibi geçtiği, Filiz’in de okulu bitireceği yıl söz kesilmiş, her şey yolunda giderken 27 Mayıs İhtilalı yaşanır. Öğretmenler arasında ve dost muhabbetlerinde 27 Mayıs konuşulmaya başlanmıştır. “Ben, askeri yönetimlerin demokratik sayılmayacağını, demokrasinin halk iradesine bağlı bir yönetim olduğunu savunmuş; bir süre sonra askerin yönetimi sivillere bırakacağını ileri sürmüştüm.” (s.128) Her askeri yönetimlerden sonra olduğu gibi ihbarcılık, soruşturma ve kovuşturmalar başlar. “İhbar üzerine, bir öğretmeni öğrencilerin arasından tutup götürmemek için polis cipi okula gece yarısı gelmişti.” (s.130) Sıkıntılarla sevinçler aynı gün yaşanır; sabahı sorguya giden Binyazar, öğlenden sonra nikâhlanır. “Yargıç üsteğmen benden birkaç yaş büyüktü. Bilinen soruları sıraladıktan sonra,
“Evli misiniz, bekâr mısınız?” diye sordu.
“Şu anda evli değilim ama saat 14.30’da nikâhım var,” dedim.
…
Belki de beni tutuklanmaktan, o tek söz, üsteğmene öğleden sonra nikâhlanacağımı bildirmem kurtarmıştı.” (s.136)
Eşi Filiz’in iyileşme emareleri göstermesi üzerine İspanya’ya tatile gidilir. Tatilde boğa güreşleri üzerinden, eşinin de hastalığının etkisi ile ölüm duygusunun yazarda yarattığı hisse tanıklık ederiz. “Bakıcının okşayan elleri biraz sonra sağrısına şaplağı indirecek, boğa aldatılmışlığın bilincine ermeden ölüm gerdeğine girecekti.” (s.175) Filiz’in hastalığının tatilde nüksetmesiyle tekrar Berlin’de hastaneye dönülür. Filiz meme kanseridir, belirsiz süreç başlamıştır. “İnsanı belirsizlik bunaltıyor; yoksa beyin en dar durumlarda kendini kurtarmanın bir yolunu buluyor.” (s.192)
Filizin kemoterapi tedavisinin başladığı, kendi ihtiyaçlarını gideremediği, umut ışıklarının yavaş yavaş söndüğü döneme girilmiştir. “Dengesi bozuk dünyanın hali bu işte; kimi aydınlığa koşuyor, kimini karanlık yutuyor…” (s.216) Eşini kaybetmenin getirdiği korku ve yalnızlık duygusu, yazarı karamsar yapar. “Bir anlık ölüm korkusu, insana yaşam boyu neler çektiriyor!” (s.241) “Filiz, cam aynada beyaz bir sessizlikti…” (s.251)
Duygularını hep yüreğinde taşıyan yazarda, eşinin hastalığının ve umutsuzluğun getirdiği bir tükenişlik vardır. “Yürürken külçeleşen ayaklarımı kaldırımlarda sürüklerken bedenim Berlin sokaklarının ıssızlığında idi, duygularım Çorum’un bozkır kokulu odalarında…” (s.261)
Eşinin ölümü, nöbetçi doktorun telefonla araması ile bildirilir Binyazar’a.
“Eşiniz öldü…”
“Bir yakınınızın öleceğini bilmek başka, ölümünü görmek başka…” (s.266)
Eşinin ölümü ile birlikte ölüm- yaşam ikilemi yazarı derinden etkilemiş, eşinin yokluğuna alışması uzun yıllar sürmüştür. “… İleride, eşinin ağzından bir şairde söyleyecek aynı sözü; ‘Sen, beni benden çok yaşayacaksın’* diyecek. Ah, kara yazgılı insanoğlu! O, ölümü senden önce yaşayacak! Yaşamanın acı çekmek olduğunu o gün anlayacaksın! …” (s.308)
[1] Sesli düşünmek
[2] Adnan Binyazar, Ölümün Gölgesi Yok, Can Yayınları Mayıs 2017
[3] Adnan Binyazar, Masalını Yitiren Dev, Can Yayınları
[4] Aktulum,Kubilay. (2018). Metinlerarasılık Görüngüsünde Gerçeklik ya da
Metnin Göndergeselliği. bilig, Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi Sayı 85: 233-256
[5] https://www.ido.org.tr/lib_yayin/161.pdf
[*] Fazıl Hüsnü Dağlarca