Pablo Neruda’nın “Nâzım Hikmet’ten sonra çok büyük bir Türk şairi daha buldum. Bütün gece gözüme uyku girmedi.” dediği; Muzaffer Melih, bizim bildiğimiz adıyla Melih Cevdet Anday, çok başarılı bir roman ve deneme yazarıdır da. Fakat bazılarınca ”Garip akımının temsilcisi şair” tanımlamasıyla, LYS edebiyat hazırlığında olan öğrencilere akıllarda kolay kalsın diye OMO diye öğretilen üçlünün M’si olmaktan öteye gidememiş, yeterince değeri anlaşılamamış, sanki iki O’nun gölgesinde kalmış gibidir.
Evet, 40’lı yılların üç Garip’inden biridir Melih Cevdet, ama kesinlikle OMO’nun M’sinden ibaret değildir. 1971’de, UNESCO’nun Courrier dergisi tarafından; Cervantes, Dante, Tolstoy, Unamuno, Seferis ve Kawabata düzeyinde bir edebiyat adamı olarak tanımlanan, solunum ve böbrek yetmezliği tanısıyla 28 Kasım 2002’de bu dünyadan ayrılan Anday; eserlerinde, felsefeci yanını şair ve yazar kimliğiyle birleştirerek çağına imzasını atan güçlü bir kalem, ödünsüz ve ölümsüz bir aydındır.
Melih Cevdet Anday’ın çocukluğu İstanbul Bahariyeliyse de, gençliği Ankaralı. Orhan Veli ve Oktay Rıfat’la Gazi Lisesi’nden arkadaşlar. Aynı kızı sevecek kadar hem de… “Kıştır, kıyamettir, bütün sarhoşların selam gönderdiği Macar Lokantası’ndan” yazmaktadır Orhan Veli, o sıralarda Paris’te bulunan Oktay’a ilk mektubunu:
“12. 12. 37 Ankara Saat 14.30
Şu anda dışarıda yağmur yağıyor
Ve bulutlar geçiyor aynadan
Ve bugünlerde Melih’le ben
Aynı kızı seviyoruz.”
Bir de Melih Cevdet’ten dinleyelim aynı kıza sevdalanma hikayesini:
“Hasan Ali Yücel, meyhanede rastladı Orhan Veli’yle bana. Bir hayli zayıflamıştım. Hasan Ali Yücel:
– Çok zayıflamışsın, dedi bana.
Beslenemiyorum diyemezdim, bunu anladı. Gerçek bir incelikle:
O günlerde Orhan Veli’nin ”Oktay’a Mektuplar” şiiri yayınlanmıştı. Oktay Rifat Paris’te idi. Hasan Ali Yücel, o şiirdeki;
”ve bugünlerde Melih’le ben
aynı kızı seviyoruz.”
dizelerini mırıldandı kendi kendine. Sonra bize dönerek:
”Sahi mi bu?” diye sordu.
Bizim evet dememiz üzerine de:
-Yahu niye birbirinizi öldürmüyorsunuz? dedi.
Oysa bizim birer sevgilimiz vardı, ortaklık üçüncü bir hanım içindi; ama sadece romantikti bu sevda. Birbirimizi öldürmenin gereği yoktu bu yüzden. Rakı içerken sözünü ederdik.
Anday’ın “denizim ben batık aşklarla dolu.” dediği aşklardan biriydi herhalde bu aşk da…
Bir de “Fotoğraf” şiiri o zamanlara dair:
“dört kişi parkta çektirmişiz,
ben, Orhan, Oktay, bir de Şinasi…
anlaşılan sonbahar
kimimiz paltolu, kimimiz ceketli
yapraksız arkamızdaki ağaçlar…
babası daha ölmemiş Oktay’ın,
ben bıyıksızım,
Orhan, Süleyman Efendi’yi tanımamış.
ama ben hiç böyle mahzun olmadım;
ölümü hatırlatan ne var bu resimde?
oysa hayattayız hepimiz.”
Melih Cevdet’i hayattayken hüzünlendiren ne var bu fotoğrafta? Bana göre çok şey: sonbahar desem, yapraksız ağaçlar, arkadaşlık, geçip giderken ayrı yörüngelere savrulan hayatlar, genç ölümler… desem, yani hüzünlenmek için her şey… Boğazımda düğümlenen bir şey daha bu fotoğrafta… Galiba babam da var yapraksız ağaçların arkasında, 36 yaşında sirozdan, bana göreyse kederden ölen babam var. Bir de, hayattaydık hepimiz diyen şair de dahil, artık bu fotoğraftakilerin hiçbirinin hayatta olmamasının hüznü…
“bir misafirliğe gitsem
bana temiz bir yatak yapsalar
her şeyi, adımı bile unutup
uyusam…”
dizeleriyle çekip gitme isteği uyandıran şair, Kolları Bağlı Odysseus ile kendine özgü felsefi şiir akımını başlatır ve bu fotoğrafta cansız bir hayal olarak kalan Garipçilerden ayrılır.
Garip dışındaki şiirin şairidir artık. İşte çok sevdiğim “Anı” şiiri:
“bir çift güvercin havalansa
yanık yanık koksa karanfil
değil bu anılacak şey değil
apansız geliyor aklıma
neredeyse gün doğacaktı
herkes gibi kalkacaktınız
belki daha uykunuz da vardı
geceniz geliyor aklıma
sevdiğim çiçek adları gibi
sevdiğim sokak adları gibi
bütün sevdiklerimin adları gibi
adınız geliyor aklıma
rahat döşeklerin utanması bundan
öpüşürken bu dalgınlık bundan
tel örgünün deliğinde buluşan
parmaklarınız geliyor aklıma
nice aşklar arkadaşlıklar gördüm
kahramanlıklar okudum tarihte
çağımıza yakışan vakur, sade
davranışınız geliyor aklıma
bir çift güvercin havalansa
yanık yanık koksa karanfil
değil unutulur şey değil
çaresiz geliyor aklıma.”
Anday’a göre “Şairlik, simyacılıktır. Nasıl ki simyacılar topraktan altın çıkarırlar, şair de dilden altın çıkarır.” Sadece şiirin simyacısı değildir, başlı başına edebiyat simyacısıdır o. 87 yıllık yaşamına Rahatı Kaçan Ağaç, Telgrafhane, Kolları Bağlı Odysseus, Göçebe Denizin Üstünde, Ölümsüzlük Ardında Gılgamış gibi edebiyatımızın baş köşelerine yerleşmiş şiir kitaplarının yanına; şiir çevirileri, denemeleri, şiir üzerine yazıları ile Turgenyev ve Gogol’den roman çevirilerini katmış; Zifaftan Önce, Yağmurlu Sokak, Dullar Çıkmazı, Aylaklar, Gizli Emir, İsa’nın Güncesi, Raziye, Meryem Gibi, Birbirimizi Anlayamayız romanlarıyla; İçerdekiler, Mikadonun Çöpleri, Ölüler Konuşmak İster, Müfettişler, Ölümsüzler… gibi tiyatro oyunlarıyla ölümsüzler arasında çoktan yerini almıştır.
Bize düşen de simyacılıktır, Pablo Neruda gibi büyük bir şairin uykularını kaçıran Melih Cevdet Anday’ın eserlerini bir altın arayıcısı gibi kitapların arasından bulup çıkarmaktır
Ne demişti Melih Cevdet: “Şiir yaşamak için güzeldir, ölüme yardımcı olmaz.” Yaşamak için şiir simyacılığına ne dersiniz?