Dönüşsüz Yolculuklar, Döngel Dünya’dan sonra Ethem Baran’dan okuduğum ikinci kitap. Kitaptaki ilk öykü “Ve Demiştik” olsa da aslında bu öyküde bir türlü denemeyen, söylenemeyen anlatılıyor. Meslek liseli bir gencin sevdiği kıza, sevgisini bir türlü anlatamayışı ne güzel anlatılmış. Öykünün epigrafı da çok hoş doğrusu “Ben ona aşkımı söylememiştim / Duyunca gözleri doldu dediler” Bu öyküde “Harun” bir bozkıra benzetilmiş. “Harun, köyünün tozunu, toprağını, tarlalarını, rüzgârını, kayalarını, durgun, dümdüz, ağırbaşlı bozkırını ve ses vermez derin gecelerini de yanında getirmiş.” Baran’ın öykülerinde en çok dikkatimi çeken betimlemeler oldu. Betimlemelere hayranlık duymamak mümkün değil. Sözcükleri kanatlandırıyor Ethem Baran. “Her Dağın Kendi Kışı” öyküsünün girişinde bir terminal betimlemesi var ki inanın iki kez okudum ve 1991’in Ağrı terminaline gitmiş gibi oldum. Yazın tozu, kışın buzu eksik olmayan ve hâlâ rüyalarıma giren o eski terminali tarif ediyordu sanki. O kadar canlı, o kadar Anadolu… Üşenmedim saydım, Ethem Baran “terminal” sözcüğünü 37 sözcükle kanatlandırmış. Dili coşkun akan bir nehir gibi…
“Ormanların Gümbürtüsü” öyküsünde ekmek, aş, iş bulma derdiyle köyünü bırakıp büyük şehre göç eden çocuklarının yanına sığınmak zorunda kalan yaşlı bir adamın yalnızlığı anlatılmış. Yaşlılık halleri – kurt kocayınca misali- komik durumlara düşmek; kendi evinden, köyünden, denizinden, kendi ağacından, kuşundan, böceğinden, börtüsünden uzakta yaşamak, daha doğrusu ömrünü tamamlamak zorunda kalan yaşlı adamın dramı ne de güzel anlatılmış. Göz görmez, kulak duymaz, el ayak tutmaz, gücünü, kuvvetini bazen aklını yitirmiş yaşlı insanların dramı… Hepimizin çevresinde vardır böyle insanlar, işte yazar o bildiğimiz, tanıdığımız insanı kitabın sayfalarında yeniden diriltmiş.
Öyküler duru bir su gibi akıyor. Ethem Baran, bizi yaşadığımız zamandan ve zeminden çekip alarak bazen bir otobüsün koltuğuna, bazen küçük bir kasabadaki eve, bazen de büyük bir şehirde oğullarının yanına sığınmak zorunda kalan bir yaşlının odasına konuk ediyor.
İki öyküden daha bahsetmek istiyorum. “Kızak” ve “Çamlık Palas” öyküleri anlatım tekniği açısından diğer öykülerden farklı olmuş. Bir öykünün kahramanı, diğer öykünün anlatıcısı olunca -epigrafta da yazdığı gibi “Herkes er ya da geç kendi hayatı sandığı bir hikâye bulur” diyor ya – yazarın kendi hayatı sandığım bir hikâye çıkmış ortaya. Sanırım bu nedenle en çok etkilendiğim öykü de anlatım tekniği itibarıyla “Çamlık Palas” oldu.
Genel olarak yazacak olursam, geçmişe dönüşsüz yolculuklar yapılan bu kitapta otobiyografik unsurlar ağırlıklı gibi geldi bana. Yazar, sanki kendi çocukluğunu ve gençliğini anlatırken aslında bizim de geçmişteki hâllerimize ayna tutmuş.