Bazen kargodan çıkan bir sürpriz güzelleştirir hayatınızı. Hele bu bir kitapsa daha güzelleşir hayat. Zincirleme edebiyat dostluğu sayesinde tanıdığım arkadaşımın gönderdiği bu kitap, yazarı Hatice Günday Şahman tarafından benim için imzalanmış. Hatice Günday Şahman, başkentli bir yazar. Orada doğup büyümüş, orada kök salmış anladığım kadarıyla… Öyküleri internet üzerinden yayın yapan dergilerde ve öykü seçkilerinde yayımlanmış. Bu ilk kitabındaki “Ahtapot” isimli öyküsü de 5.Sarıyer Edebiyat Günleri Öykü Yarışmasında birincilikle ödüllendirilmiş.
Yazarının ilk göz ağrısı Kırmızı Etek için kitabın arka kapağında yazılanlar, kapağını açıp içeriye girecekler için bir ipucu:
“Hatice Günday Şahman’ın öykülerinde beğendiği elbiseyi diker gibi kendine yeni bir hikâye yazan anneler, kızlarının üstüne kuluçkaya yatan anneler, annelerinin sözleri kulağına kurşun gibi akan kızlar, annelerinden kaçmak isteyen kızlar, pişmanlıklar, dilindeki bukağıları çözmeye çalışan kadınlar ve çokça yalnızlık var. Erkekler de bildiğiniz gibi işte. Tecavüz edeni de var, er meydanına çıktığında “az erkek görünmekten korkanı da. Peki ya aşk? Olmaz mı? Ama yazarımız küçük mayınlar yerleştirmiş içine. Dikkat edin!”
Mayınlara çok dikkat ettim aslında, bir mayın dedektörü gibi taradım sayfaları…Ama yine de kendimi kurtaramadım patlayan mayınlardan. İçine bu küçük mayınların yerleştirildiği kitap, on yedi öyküden oluşuyor. Öykülerin başlıkları öyle şiirsel ki acaba dizeleri bu başlıklardan oluşan bir şiir yazılamaz mı diye düşünmeden edemedim. Ben denedim doğrusu… Siz başlıkları alt alta getirin isterseniz. İsterseniz istediğiniz öyküden de başlayabilirsiniz. Ama sonuncusunun yeri değişmesin kesinlikle….
Aynalı Kafeste Bir Muhabbet Kuşuydu
Gençlik İşte / Çok Geç
Yarım / Raylar ve Yaylar
Bayrak Yarışı / Halay / Er Meydanı /Son Koz
Kırmızı Etek /Kapan
Davetsiz Konuk / Bir Mahinur Hikâye
Geceden Sabaha / Evvelim Sen Oldun
Ahtapot /
Bir Gözümüz Ağlar Bizim
Başlıkların sıralaması bu şekilde yapılmış, bence çok da iyi bir sıralama olmuş. On yedi öykünün on altısının kahramanı, çoğu kadın olmak üzere yaralı ve yalnız… Kimi yaşlı. Yaşlı olduğu için de hayatın kenarına alınmış, yedek oyuncu bile değil; yediği içtiği, konuştuğu kontrolde… Kiminin geleceği karartılmış. Kimi, ruhu örselenip derin yaralar almış. Umutlarından, hayallerinden vurgun yemiş genç kadınlar çoğu… Kırmızı Etek’teki Canan ve Güler, Geceden Sabaha öyküsünde Aysel ve Göksel adlı ikizlerin başka yörüngelere savrulan hayatları çok çarpıcı bir biçimde anlatılmış. Yıl çekimine yenilmiş olsa da Mahinur Hanım gibi zengin bir hayal dünyasını yaşayan ve yaşatanlar da var aralarında…
Elinizdeki öyküsü bitse de kafanızdaki öyküsü bitmiyor Kırmızı Etek’teki kadınların… “Ahtapot” öyküsünde olduğu gibi… “Bir soru işareti, iki ünlem, bir sıra keşke, bir sıra lanet olsunlu kazaklar, şallar, bereler ören fakat içlerindeki düğümleri çözemeyen”,
“Baba, anne, abi ve büyükannelerin sus ve cısslarıyla büyüyüp kocalarının susturmalarıyla içlerindeki tomurcuklu dalları kırılan”,
“Varlığım varlığına, benliğim benliğine , isteklerim isteklerine armağan olsun” diyerek yok olan kadınların öyküleri kitapta bitse de kafanızda sürüp gidiyor. Ödüllü olduğu için belki de en çok merak ettiğim öykülerden biriydi Ahtapot… Güzeldi, çarpıcıydı fakat sonunu ben başka türlü yazdım kafamda.
On yedi öykünün en sonuncusu daha başka bir yer edindi bende. Çünkü bu öyküde umudu, sevgiyi arayış vardı. Bu arayışı yapan da İstifçi Diyojen. Sinoplu Diyojen gibi, elinde lambası yok ama sokaklardan gülüşleri, kahkahaları toplayıp kirpiklerine hapsederek mutluluk dönüştürücülerine götürüyordu. Bu İstifçi Diyojen, diğer öykülerin çoğunda olduğu gibi yine bir kadındı biraz uçuk, biraz sıra dışı ama umutlu… Neşe, umut ve gerçek gülüşlerin avcısı… Bazen “düğünlerde gelin ve damatların imzayı attıktan sonraki mutlu gülüşlerini, bazen de okul bahçelerinden, çocuk parklarından gerçek gülücükler” toplayan bir İstifçi…
“Evvelim sen oldun” deyip “Ahirim sen oldun ” diyemeyenlerin öykülerinin “Bir Gözümüz Ağlar Bizim” le bitirilmesi gerçekten çok anlamlı geldi bana. Gerçekte de öyle değil midir bir gözümüz ağlasa bile diğerinde yarına, insana, insanlığa dair hep bir umut var. “İlk kitabını koklayan genç yazarın mahcup gülümseyişinin ” umudu gibi…