19. yüzyıl ortasından itibaren akla olan inancın artması ve teknolojik gelişmeler, toplumun ve özelde insanın yaşamını derinden etkiledi. Dünyanın sürekli olarak iyi ve bütüncül bir noktaya gittiğine dair yerleşik inanç, Birinci Cihan Harbi’nin patlak vermesiyle sekteye uğradı. Bütün dünyayı ilgilendiren bu savaşla beraber bireyin yaşadığı hezimet, ilerlemeye olan inancın yıkılması ve kriz, sanat yapıtlarında da yerini buldu. Dolayısıyla modernist anlatının temelinde bireyin iç dünyasının yatıyor oluşu, tarihsel dönem içerisinden okuma yaptığımızda hiç de anlamsız sayılmaz. Savaşın ve krizlerin bireyin dünyasındaki derinden etkisini, Birinci Dünya Savaşı’na katılmış, sonrasında Kurtuluş Savaşı’nı yaşamış ve yeni kurulan devletin hızlı modernleşme sürecini kontrolsüzce deneyimlemiş Türk halkı üzerinde de görmek mümkün. Yeni kurulan ulus devletin kendi halkını inşa etmek amacıyla propaganda mahiyeti taşıyan edebiyat yapıtlarının aksine, estetiği önceleyen ve bireyi temel alan eserlerin Türk edebiyatında daha önemli yere sahip olduğunu görüyoruz. Bu öneme sahip en bilinen eserlerin biri de hiç şüphesiz Tanpınar’ın Huzur adlı romanı. Yıkılan imparatorluğun son ve yeni kurulan cumhuriyetin ilk neslinin yaşadığı açmazları, iki dünya savaşı arasında kalmış bireyleri Mümtaz karakteri üzerinden inceleyen bu romanda, toplumsal olanla bireysel olanın büyük ölçüde iç içe geçişine şahit oluyoruz. Tanpınar’ın Huzur romanın baş karakteri Mümtaz, tüm bu krizlerin ve dönüşümün ortasında kalan, sürekli huzuru ve bütünlüğü arayan fakat aksine daimî bir huzursuzluğa mahkûm olmuş bir karakter. Bu daimî huzursuzluğun sebepleri de roman içerisinde belirgin bir biçimde verilmiş olan ölüm, arzu ve savaş korkusu temalarıyla ilişkili. Tüm bu temaların Mümtaz için ne denli iç içe olduğunu hem romanın ilk kısmında Mümtaz’ın çocukluğunun anlatıldığı sahnede hem de romanın kapanış sahnesinde görüyoruz. Temaların iç içe geçmiş vaziyette olması Mümtaz’ın sonsuza uzanan huzursuzluğunun temel sebebidir. Dolayısıyla bilhassa kapanış sahnesi bize Mümtaz’ın romanda sergilediği kişilik özelliklerinin iç yüzünü belirgin bir biçimde gösteriyor. Mümtaz ölüm, arzu ve savaşın kendi içinde süregelen tuhaf birlikteliğinden asla kurtulamayacak, asla tam olamayacak ve huzura eremeyecektir. Bu çalışmada Berna Moran’ın deyişiyle bir huzursuzluğun romanı olan Huzur’un kapanış sahnesi, Mümtaz’ın karakter kurulumu özelinde tartışılacaktır.
Romanın bütününü baktığımızda Berna Moran’ın Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış I adlı eserinde bahsettiği gibi Huzur romanının genel kurgusu belli başlı temalar ve meseleler etrafında, özellikle de ana karakter olan Mümtaz’ın duygu ve ruh hallerinin tezahürleri üzerine kurulmuştur.[1] Roman 4 ana bölümden oluşur. İhsan, Nuran, Suat ve Mümtaz ismindeki bu bölümlerden İhsan ve Mümtaz hikâye zamanını, Nuran ve Suat bölümleri ise hikâye zamanından bir yıl öncesini anlatır. Fakat hikâye zamanını anlatan bölümlerin içinde de geriye dönüşlerle anlatım zenginleştirilmiştir. Bizim romanın kapanışıyla birlikte ele alacağımız, Mümtaz’ın çocukluğunun anlatıldığı kısım da İhsan isimli birinci bölümde yer almaktadır. Daha romanın başında anlatıcı, Mümtaz’ın çocukluğunda yaşadığı krizi, bu krizin onun dünyaya bakışını ve kişiliğini ne denli etkilediğini söyleyerek romanın bütününe dair önemli ipuçları vermiştir. Mümtaz küçük yaşta annesi ve babasıyla yaşadıkları kasabadan savaş sebebiyle kaçacakken babası bir yanlış anlaşılma sebebiyle öldürülür. Alevler içinde kalan şehirden kaçmadan evvel son görev olarak babayı alelacele gömerler. Bu sahne Mümtaz’ın zihninden hiç silinmemiştir:
Mümtaz babasının ölümüne dayanamayıp bayıldıktan sonra annesi oğluyla beraber şehri terk eder. Yolculuk sırasında geceyi geçirmek için konakladıkları bir handa Mümtaz ilk kez bir genç kızla tensel birliktelik yaşar. Bu hatırada Mümtaz’ın zihninde ölümün ve tensel arzunun ilk kez iç içe geçtiğini görürüz:
O zamana kadar muayyen duyumların ötesine geçmeyen vücudu, sanki yepyeni bir dünyaya açılmıştı; bir nevi sarhoşluk içinde vücudunun hiç bilmediği ve tanımadığı noktalarına, sade lezzet anları taşınıp duruyordu. İçinde bazı uyku sonlarını andıran çok lezzetli bir tükenme duygusu, hatta bu sıcak kavrayış ve sokuluşların içinde bir tükenme arzusu vardı. Ve bu arzu en son haddine, şuurun kaybına vardığı, insan ve etrafının adeta birleştiği anda bütün o yorgunluk ve acıların harap ettiği beden birdenbire uykuya geçiyordu. Gariptir ki, uyku başlar başlamaz hep bir gece evvel bayıldığı zamanki rüyayı, babasını, büyük kesme billûr petrol lambasıyla görüyor, fakat hayal, kendisini ilk defa doğuran acıyla beraber geldiği için onu çok defa şiddetle uyandırıyor. O zaman içindeki acı, kucağında yattığı genç vücuttan bütün uzviyetini kaplayan hazla birleşiyor, garip çift mânalı ve vücutlu bir şey oluyordu[3]
İçinde duyumsadığı tensel haz ve ölüm acısının tuhaf birlikteliği, Mümtaz’ın hayatı boyunca yaşamına yön verecektir. Mümtaz bu sebeple sürekli korku içinde yaşayacak, tamamlanamayacak, en büyük mutluluklarında bile hep bir hüzün arayacak, aşk yaşadığı kadını kaybetme korkusunu her daim içinde diri tutacak, hep özendiği İhsan gibi ya da Suat gibi kendi iradesini ortaya koyduğu bir yaşam süremeyecek ve hep edilgen bir konumda bulunacaktır. Romanın bütününe baktığımızda Mümtaz özelinde tüm bu detayları ayrıntılı bir biçimde görürüz ve anlatıcı aslında romanın en başında Mümtaz’ın böyle bir karaktere sahip olacağını ve muhtemel kaderini bize söylemiştir:
Bu garip ruh hâli Mümtaz’da senelerce devam edecek, her adım atışında ayağına takılacaktır. İlk gençliğine girdiği devirlerde bile Mümtaz bu hislerin içinde kalacaktır. Rüyalarının bir tarafını dolduran hayaller, o garip tereddütleri, korkuları, hayatının zenginliğini ve ıstırabını yapan bir yığın ruh hâli hep bu ikiz tesadüfe bağlıdır[4]
Annesinin ölümünden sonra İhsan’ın büyüttüğü Mümtaz onu bir baba konumuna koyar, her daim ona özenir. İhsan Macide’yle evlendikten sonra Mümtaz adeta eksikliğini hissettiği anne ve babasını bulmuş gibidir. Yaşadığı krizi ve korkuları İhsan ile Macide sayesinde bastırıp geri plana itse de biz Mümtaz’ın kişiliğinde o korku ve kaygıların izlerini her daim görmekteyiz. Romanın hikâye zamanı bir günü anlatmaktadır. Sabah İhsan’a doktor aramak için evden çıkan Mümtaz tüm gün muhtemel bir savaşın patlak vereceği korkusuyla İstanbul sokaklarında dolaşır ve dördüncü bölümün sonunda akşam eve gelen Mümtaz savaşın çıktığı haberiyle yıkılır. Tüm gün İstanbul’daki gezintisi sırasında bir yıl evvel Nuran’la yaşadıkları, Suat’ın intiharı ve Nuran’ın Mümtaz’ı terk etmesi Mümtaz’ın bakışından okuyucuya verilir. Ölüm, aşk acısı ve son sahnede ilan edilen savaş Mümtaz’ın içinde garip bir biçimde iç içe geçmiş olan ve yıllarca bastırdığını sandığı duyguları tüm canlılığıyla tekrar ortaya çıkarır. Tıpkı babasının defnedilişini seyrettikten sonra ayakta duramayıp bayıldığı gibi savaşın çıktığını öğrendiğinde de ayakta duramaz ve olduğu yere çöker.
Suat kollarını açtı ve onun yüzüne şiddetle vurdu. Genç adam sendeleyerek yer düştü.
Kalktığı zaman yüzü, gözü kan içindeydi. İlaç şişeleri avucunda kırılmıştı. Bununla beraber yüzünde garip, çok ince bir tebessüm vardı. Yan pencerelerden birinde bir radyo Hitler’in o gece verdiği hücum emrini tekrarlıyordu. Bütün macerayı unutmuştu.
— Harp başlamış… dedi. Ve hala kırık şişe parçalarını tuttuğu avuçlarını açarak yaralarına baktı. Sonra yavaş yavaş eve doğru yürüdü. Yoldan geçenler, bu erken saatte kanlar içindeki bu yüzde dudakların garip tebessümüne hayretle bakıyorlardı.
Kapıyı cebindeki anahtarla açtı. Taşlıktaki ayna, sabahla tabii halini bulmuştu. Bir lahza kendi yüzünü seyretti. Sonra yavaş yavaş merdiveni çıktı.
Macide doktorla sofada oturmuş radyo dinliyordu.
— Aman Allahım! Mümtaz, bu ne hal?..
Mümtaz acıyan ellerini pencerenin önünde tekrar açıp kapadı.
— Sorma, dedi. Şimdi büyük bir kaza geçirdim. Dudaklarında hep o garip, insanda bir ömrün üzerine vurulmuş kilit hissini bırakan tebessüm vardı.
— İlaçlar da kırıldı! dedi. Sonra doktora döndü:
— Nasıl… dedi.
— İyidir, dedi. İyidir. Hiçbir şeye ihtiyacı kalmadı. Havadisi duydunuz mu?
Fakat Mümtaz dinlemiyordu. O, bir köşeye çekilmiş avuçlarına bakıyordu. Sonra birdenbire yerinden fırladı, merdivene doğru yürüdü.
Fakat merdiveni çıkmadı. Orada ilk basamakta elleri başının arasında oturdu. Doktor, “artık benimsin, sade benim!” der gibi ona bakıyordu. Macide gözlerini silerek, ona doğru yaklaştı. Radyo evin sessizliği içinde tek başına, hadiselerin gür sesiyle, herkes için konuşuyordu.[5]
Romanın kapanış sahnesinde İhsan’ın ölüp ölmediğini net bir biçimde bilemiyoruz. Doktorun “Hiçbir şeye ihtiyacı kalmadı.” demesi ve Macide’nin gözyaşlarını silmesi İhsan’ın ölmüş olma ihtimalini akla getiriyor fakat muhtemelen yazarın bilinçli tercihiyle bu durum net bir biçime kavuşmuyor ve roman ucu açık bir şekilde bitiyor. Bu bitiş ve Mümtaz’ın olanları kaldıramayıp merdivene çöküşü bize Mümtaz’ın huzursuzluğunun karakteriyle ilişkili olduğunu, geçmişe dayandığını ve muhtemelen de asla huzura eremeyeceğini gösteriyor.
Mümtaz özelinden savaş, yıkım ve krizlerin bireyin hayatını ne denli etkilediğini, daimî olarak tamamlanmayı ve huzura ermeyi arzulayan bireyin hayatının parçalı halini incelediğimiz Huzur romanının anlatımı da tıpkı Mümtaz’ın karakteri gibi girift ve parçalıdır. Dört ana bölümün zamanlarının birbirinden farklı olması, hikâye zamanının anlatıldığı kısımlarda geriye dönüşlerle anlatımın kırılması, üçüncü tekil şahıs anlatı sesinin çoğu zaman Mümtaz’ın sesiyle birleşmesi ve tıpkı Mümtaz’ın karakterinin parçalılığı gibi anlatımın da hiçbir zaman homojen ve tek tip olmaması, romanın bütünselliği açısından önemli detaylardır. Bu sürekli açılan, genişleyen, yoğunlaşan ve derinleşen anlatı tarzı tıpkı romanın ele aldığı meseleler ve karakterler gibi hiçbir zaman bir bütüne varmaz. Dolayısıyla roman boyunca karakter kurulumu ve anlatı parçalı olma ve sürekli genişleme açısından birbiriyle uyum içindedir.
Sonuç olarak Mümtaz, iki dünya savaşı arasına sıkışmış bir karakterdir ve travmalarla dolu geçmişi asla peşini bırakmaz. Babasının ölümü ve yaşadığı ilk tensel hazla beraber ölüm, savaş ve tensel hazzı hep bir arada algılar, bu da Mümtaz’a bütün yaşamını etkileyen bir kişilik bahşeder. Hayatı boyunca hazzı yaşadığı durumlarda bile hep kaybetme korkusunu hisseden Mümtaz son sahnede de tüm bu korkularıyla yüzleşir, bu yüzleşmenin ağırlığını kaldıramadığından merdivene çöküp kalır. Romanın tümü bize yaşanan krizlerin asla çözüme kavuşmayacağını, huzuru arayan bireylerin daimî bir huzursuzluğa mahkûm olacağını Mümtaz karakteri üzerinden gösterir. Artık bir devir kapanmıştır, İhsan’ın ölmüş olma ihtimali bunun göstergesidir; yeni devir ise parçalı ve huzursuz bireylerin devridir.
KAYNAKÇA
-Kara, Halim. “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Savaş Eleştirisi: Huzur’da Savaş, Istırap ve Birey.” Dil ve Edebiyat Araştırmaları (DEA). Güz 2019: 13-46.
– Moran, Berna. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış I. İstanbul: İletişim Yayınları, 1990.
– Tanpınar, Ahmet Hamdi. Huzur. İstanbul: Dergâh Yayınları, 2010.
[1] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış I, (İstanbul: İletişim Yayınları, 1990), 208.
[2] Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2010), 22-23.
[3] A.g.e., 26-27.
[4] A.g.e., 28.
[5] A.g.e., 391.
Huzur romanını okuyanlar bilir kitabın ortalarına doğru bir karakter çizer bize Tanpınar ve adı Suat’tır. Suat ‘Huzur’un ana karakteri olan Mümtaz’in evinde intihar eder ve ardında bir mektup bırakır.Huzur’da bir paragrafı yer alan bu mektupta Suat açısından Mümtaz’ın anlatılması ve Suat’ın kendi içine dönerek kendisini açıklaması ilgili bir mektup olduğu için , intihardan sonra Mümtaz bu mektubu hep cebinde taşır ve ara sıra açıp okur. Hatta bazı yerleri ezberlediğini bile zikreder.
Huzur romanından sonra mutlaka okunması gereken bir kitaptır. Tanpınar, Huzur’u yayımladıktan sonra yaptığı bir söyleşide kendisine yöneltilen, “Huzur devam edecek diyordunuz?” sorusuna “Edecek, tabii edecek. Mümtaz ölmemiştir. Hâlâ yaşıyor ve yeni bir insan olarak doğmak için beni zorluyor” cevabını verir ve şunu ekler: “Fakat daha evvel Huzur’un öbür kısmını neşredeceğim, yani Suat’ın Mektubu’nu. Küçük bir eser, okuyucu orada Mümtaz’ın meselelerini daha başka bir planda görecektir. Yani demem o ki, Suat’ın Mektubunu okumanızı tavsiye ederim.
#ahmethamditanpınar#suatınmektubu
#dergahyayınları