Fırat tam da böyle bir karakterdir: Kitapkurdu ama yaşamın acemisi. Böylece şu sonuca varmak mümkün: Gerçeği yıllarca kitaplarda aramış ama buna tezat olarak hayatın yanından öylece geçip gitmiş karakterler de İçyer öyküsünde kendine yer buluyor.
Fatma İçyer’in Teyzeler ve Maymunlar adlı yeni çıkan eseri Oğuz Atay epigrafıyla açılıyor: “Bir de ne görsün, hayatta bilmediği çeşitten acılar da var.” demişti Atay Tutunamayanlar’da. Bazen bazı kitaplar hakkında şu ifadeyi çok duyarız: Yazar, bizi sıradan insanların acılarına tanık ediyor. Ya da şunun gibi: Küçük insanların dünyasına eğiliyor. İçyer, anlatımıyla o yolda karşılaştığımız yanından geçip gittiğimiz insanların hem bilmediğimiz çeşitten acılarına tanık kılıyor bizi. Hem de bizzat kendimizden bir şeyler bulduğumuz öyküler de var bu kitapta. Dünyaya insan olarak gelmenin bir sonucu diyebilir miyiz buna?
Bariyatrik Mesafe, kitabın ilk öyküsü. Karakterimiz depresif oluşla yemek arasındaki denge ve orantıyı düşündüren bir yapıya sahiptir. Bir hastane odası, babaannenin ölümü gibi hüzünlü unsurlar yer alsa da mizahi çıkışlar da var bu öyküde: “Annem evlilikten kaçmak için durmaksızın kilo aldığımı iddia ediyor. Halbuki ben altı yaşımdan beri ev’lenmeyi istiyorum. Giydiğim pijamanın üstünde bile ev resmi var. Eğer üniversiteye gidebilseydim mimarlık okumak isterdim. Babam da bilmiyor, ben bedenimde taşıyorum evimi.”[1] Yankı ise aynı isimde bir öyküm olduğu ve aynı zamanda sosyal bir hadiseden bahsettiği için merakla okuduğum bir öykü oldu. Bu esnada yazarın öyküsüne dair bir keşfe varıyorum. Kötü ya da çirkin, okuru irrite edebilecek karaktere dair haller İçyer öyküsünde sırıtmıyor. Yazar, karakterleri olduğu gibi yansıtmış, adeta fotoğrafını çekmiş denebilir. Belki de güzel duran bu gerçeklik onun eserinde. Ya da karakteri maddi-manevi her kusuruyla güzel gösteren.
Davye ve Diğer Şeyler
Garip bir biçimde kitaba adını veren öyküyle kıyasladığımda ve kitabın genelini düşününce Davye ve Diğer Şeyler’in eserde zirve olan öykü olduğunu düşünüyorum. Yoksa kitaba adını veren öykü bu mu olmalıydı? Karakterin ölen babasına benzemek için dişini çektirmesi manidar geliyor bana. Çünkü “gülüşü tam babalar erken ölmez.”[2] Ana karakter bu davranışıyla ölen babasını sadece anılarda değil dünya üzerinde de yeniden yaşatıyor gibidir.
Kitapkurdu Ama Yaşamın Acemisi
Fırat’ın Kuru Kemikli Göğsü öyküsünde Fırat karakteri, Tutunamayanlar’daki bir başka sahneyi anımsatıyor bana. Fırat’ın ağzından şu cümleler dökülür: “Herhangi bir insana, eşyaya, bitkiye bağlanmamış, var gücümle kendimi “bilim”e adamıştım ama domates hakkında herhangi bir fikrim yoktu. Hayatla aramdaki makas ne ara bu kadar açılmıştı?” Atay’dan devam edelim: “Kitaplardan, yaşantılarım için yararlanamadığımı ve kendimi bir biçime sokamadığımı da yüzüme vurabilirsiniz. Ne yapabilirim? Kitap okumakla, manavın beni aldatmasına engel olamıyorum bir türlü. Manava inanmadığım halde beni aldatıyor namussuz.”[3] Fırat tam da böyle bir karakterdir: Kitapkurdu ama yaşamın acemisi. Böylece şu sonuca varmak mümkün: Gerçeği yıllarca kitaplarda aramış ama buna tezat olarak hayatın yanından öylece geçip gitmiş karakterler de İçyer öyküsünde kendine yer buluyor. Okura bu gerçeğin ve tam da olduğu gibi görünen karakterlerin çağrısına kulak vermek düşüyor.
[1] Teyzeler ve Maymunlar, Fatma İçyer, Dergah Yayınları, s. 14.
[2] a.g.e., s. 28.
[3] Tutunamayanlar, Oğuz Atay, İletişim Yayınları, s.370.