Parlak paketli yılbaşı hediyelerini heyecanla açtığımda içinden muhtaç çocuklara yardım kartı çıktı; annem gülümsüyordu.
Küçürek hikaye namı diğer mikro, kısa kurmaca, çok kısa, kıpkısa, öykücük, sımsıkı, minik, mini, minimal, çekirdek, küçük ölçekli, kısa kısa, en azcı, cüce, mesel, anlık kurmaca, şıppadak hikayeler günümüzün hızlı yaşam tarzına bir cevap olarak ortaya çıkıyor. İngilizcede ‘Short-short Story, Micro Fiction, Nano Story, Flash Fiction’ olarak da adlandırılan bu hikaye türü minimalizm akımının bir uzantısı niteliğinde. Bu akımdan hareketle, “az çoktur” felsefesini benimsiyor ve en az malzeme ile en yoğun etkiyi bırakmayı hedefliyor. Tıpkı atom bombası gibi.
Minimalizm, sanatçının içsel durumunu aktarmayı amaçlayan ve biçime ve duyguya aşırı önem veren soyut dışavurumculuğa bir tepki olarak 1960’larda ortaya çıkmıştır. Minimalist veya yalın sanat eserlerinin özelliği sade, az, öz ve düz olmasıdır. Sanatçıdan ziyade izleyicinin üzerindeki duygusal etki önemsenmiştir. İşte, küçürek öyküler de bu akımın edebiyata yansıması olarak ortaya çıkıyor. Eski edebi türlerde, şiir, deneme, anı, anlatı şeklinde de kullanılmış bu biçim günümüzün hızlı koşullarına uyum sağladığı için her geçen gün daha çok rağbet görüyor. Küçürekler, endüstrileşen modern toplumun değişen koşullarını yansıtıyor. Bilgi ve tüketim çağında, doğayı harap ederek çevre sorunlarıyla karşı karşıya kalan bireyler git gide daha minimal yaşamak, fazlalıklarından kurtularak özgürleşmek arzusu duyuyor. Nietzche’nin “Nesnelere sahip olmak sizi köleleştirir” sözü günümüzde daha da anlamlı bir hale geliyor. Üstelik, atom bombasının etkilerinin hâlâ unutulmadığı ve kuantum fiziği çalışmalarının hız kazandığı çağımızda, mikro dünyalara ait maddenin en küçük parçasının gücü vurgulanıyor. Küçürekler, kuantum fiziği veya atom altı parçacıkları gibi ‘yükte hafif, pahada ağır’ sözüyle de tanımlanıyor. Bir mikroçip misali, çok işlevli ve hünerli görevler görüyorlar. Küçürek öyküler, özellikle anı yakalamaya çalışıyor. Tıpkı birer fotoğraf karesi gibi işlev gören bu mikro hikayeler, günümüzün akıllı cihazlarıyla çektiğimiz yüzlerce fotoğraftan birini dondurmayı ve özelleştirmeyi amaçlıyor. Bu şekliyle, günümüzün sosyal medyasında birbiri ardına paylaşılan ve anında tüketilen görsel kültürüne de gönderme yapıyor.
Kıpkısa öyküler, içerik olarak fazla sade, eksik, kolaycı olmakla eleştirilse de temsil ettiği akım bakımından derinlik kazanıyor. Konu olarak bireyin yalnızlığını, yabancılaşmasını ve sıkışmışlığını varoluşçu bir açıyla işliyor. Üstelik, izleyiciye aktif bir rol vererek onu da eserin içine katıyor. Okuyucu, düş alemine davet ediliyor ve yazarın sezdirme yoluyla bilerek bıraktığı boşlukları doldurarak hikayeyi tamamlıyor. Küçürekler, izleyicinin sanat eseri ile yoğun ilişki kurarak nitelik kazandırdığı bir yöntem ile ilişkiselliği öne çıkarıyor. Sanat, izleyicinin varlığı ve yaklaşımıyla anlamlanıyor. Bu biçimde, sanatçı ve okuyucu birbirine yaklaşıyor. Bunun yanı sıra, gündelik hayattaki sıradanlık işlenerek, olağanın içindeki mucize yeniden keşfediliyor; sanat kaf dağından indiriliyor ve sınıflar arası farklar azalıyor. Küçürekler vasıtasıyla, okurun farkındalığı artıyor ve ufku genişliyor. Kurgu, içeriği aza indirgerken etkiyi artırıyor. İlk bakışta, tarihi ve politik olayların dışında, ahlaki öğelerden uzak, derinliksiz, sıradan ve belirsiz gibi görünse de; kıpkısa öyküler günümüz insanının, küresel, evrensel, sınırsız, sınıfsız ve farklılıkları birleştirici özelliklerini yansıtması bakımından önem taşıyor. Kim bilir belki de mikro öyküler, Korkmaz’ın dediği gibi, kendi yarattığı modern dünyanın içine sıkışmış insanın “çığlığını nağmeye dönüştürecek” birer kapı olma yolunda ilerliyor.
Hikaye de inceleme yazısı da çok güzel, başarılar …