“Şiirle ilgilenmenin neden seks konusunda
geçerli olmayan bir gerekçesi olsun?”
Terry Eagleton
Bir şair bazen, ekinleri toplayan biri gibi, bir sessizlik boyunca tutar kendi yüklü başını. Susmak sanılır sese sığmayan feryat. Şairin doğru olmadığını sezdiği bir dünyanın işaret fişeği gibi parlayıp söner şiir, bir şeyle ilgili olmanın ötesine sarkıp, toplar parçalanmış geleceği.
Sokaktan emzirilmiş şiirler yazıyor Lokman Kurucu. .mını Yerim Faşizm, Kurucu’nun sözcükleri, pürüzsüz estetiği yırtan bir ustura gibi işliyor ayaklarımızın altında. Onun şiirde kastettiği şey ancak sokağı adımlarken duyurur kendini. “Çünkü tüm yasalar kendini övsün diye/ Sevenin Kalbine incir dalarlı eker./ Çünkü alnımda üç kambur;/ Sevmek, istemek ve şiddet!/ Çünkü sevdim, istedim” diye başlayan “Yaşasın Hetero Millet” şiirinde oksimorona[1] düşmeden dilin iki kutbunu bir araya getiriyor. “Sevenin kalbine dikilen incir ağacı”, “yasanın övüncü”, “yazgıya dönüşen sevmek, istemenin şiddeti” ve “sevmeye sebep olan istenç”; iç içe geçen bu karşıtlıklar sözcüklerden oluşuyor olsa da, “dilden fazlası vardır şiirde” demekten alamıyorum kendimi. Dilin kendini fark etmesi olarak şiir, çarpıp sektiği şeylerden oluşuyor. Sözcükler kendileri olmayı bırakıyor, göndergelerine bulanıyor. Ses ancak şiirde anlamın yankısı oluyor.
Okurun dikkatini kendi hünerine çeken dilde sanat olsa da hayat dışarıda kalmış olur! Ki hayata kıyısı olmayan estetik, süs cesedi olmakla ödüyor kefaretini. Oysaki Lokman Kurucu, figüratif dilin yuvası olan şiirlerinde hakikat iddiasından feragat ederek sakınıyor sanatı. Bu yönüyle onun şiirleri Paul Valéry’nin “Her eser, sanatçının yanı sıra pek çok başka şeyin eseridir” yaklaşımına göz kırpıyor. Bu örtüşmenin açtığı sahada şunu söylemek mümkün: Acının fiziği ve boşluğun grameri bütün bir yaşantının sanatçıya açtığı uzam olsa gerek.
Retorik, söylemi iktidara bahşeder. Metafor ise dilin şehvetidir, ancak bulanıkken görünür olan düşlerden sıçrar dilimize. Sahipsiz geleceğin düşüne sadakatle, sakatlanmış bir hakikate boyun eğmez. Sözcüklerin hissi ve biçimleriyle ilgilenmek; Lokman Kurucu’nun şiirde yaptığı şey bu işte. Dilin diliyle susan düş karşısında gerçeklik ayıp, suç ve günahlarıyla çıplaklık giyinir.
Yasa önce sanatta aşılır. Çünkü yasa sanatı estetiğe kapatmak ister her şeyden önce. Emeğin sanatı bu niyetin ardındaki sınıfsallığı somutlar. Bu, sanatın içsel zorunluluğudur. Niyet ve cüret, hüner ve sebep şiire böyle tutunur. Lokman Kurucu şiirleri bu zorunluluğa dilsel bir uzam oluşturuyor. Böylece evren fiziksel bir mevhum olmakla yetinmiyor; sığabileceği bir zerrenin izi, lekesi, işareti oluyor.
Şairin yazgısı kendi varoluşunu şiirle aşar. Bunun anlamı verili değildir, bir keşiften çok icattır anlam. Ve anlamı bunca değerli kılan da icadın çekirdeğindeki emek ve zekâ, istenç ve cüretle kristalize olmuşluğudur.
Lokman Kurucu şiirlerini kuşanıp geçiyor sokaktan: Aşkı taşıma kudretinden yoksun âşıkların ve bir kalbim var demekten utanacak kadar erkek dünyanın karşısında dikleniyor ve “Yaşasın hetero millet”i tükürür gibi fırlatıyor normlar cenderesine: “Kangren ettim mimiklerimi, olmadı/ Yine de sızdı aynalardan göğsüme kan!/ İmana gelemedim ey hayat, ey kâfir!”
Gözyaşlarıyla sevenleri, timsahlaşan ağlaklığı, yasayla zırhlanmış zorbaya “Varlık, hoop” diye azarlıyor ve ekliyor Lokman: “Düşün yakasından aşkın ve devrimin oğluuum!”
Rüya basan ayaklara, kalbe zincir akıllara, başa duvak fermanlara, zulmü hadis yapanlara, kan üstüne âlem kuranlara eyvallah etmiyor Lokman’ın şiiri: “Sen misin hakikati tarihin boynuna dolayan/ Nasırlıysak da hâlâ oh doğduk, deh yaşadık, sadık öldük…”
Köpüren duygular, sırıtan pozlar, kaybı apoletleştiren sinikler ve cesetlerle süslenen gevezelere de tüküreceği vardır Lokman Kurucu’nun: “İki gerilla öldü, otur onlara şiir yaz ve sat!/ Kaybedenlerin özel tarihini yaz ve sat!”
Kırılgan mutlak, bulanık kesinlik ve gıdıklanan özne karşısında, hiçten az olana gözünü dikiyor Lokman Kurucu. Sesin sözle buluştuğu kavşaktan ıslıklıyor eşyanın tabiatını: “Gidememek ateştendir, ne anlar deniz”, “Adına aşk denmezse kırılacak”, “Kendini yazarken bile konu hiç kendisine gelmedi”.
Ve kitabın son ıslığı, başlamak için gerekeni bildiriyor: “Bana bir balyoz ver hayat!”
[1] Oksimoron, birbiriyle çelişen ya da tamamen zıt iki kavramın bir arada kullanılması ve bu şekilde oluşturulmuş ifadedir. Bazen anlamı kuvvetlendirmek için veya edebî sanat yapmak amacıyla kullanılır, bazen de hâlihazırda kullanılan bir kavramı eleştirmek veya alaya almak için kullanılır.