Haber bültenlerinde “felaket” bombardımanlarına maruz kalıyoruz. İnternetten, sosyal medyadan trajedi yağmurlarına maruz kalıyoruz. Ama daha haber bitmeden unutuyoruz felaketi. Trajedilerin içinden özel kıyafetiyle denizden geçerken tenine tek damla tuzlu su değmeyen dalgıçlar gibi geçip gidiyoruz. Duyarsızlık bir maraz gibi sarıyor zihnimizi ve olan biten olmamış gibi yapmayı başarabiliyoruz. Bu başarıya karşı “edebiyat” anlamlı bir yordam sunuyor.
Dilek Kartal’ın şiirinden tam da bu noktada bahsetmek gerekiyor. Bilgece sözler, derin hikmetler peşinde değil Dilek Kartal. Tam tersine onun şiirini güçlü kılan yan söylediğimiz, söyleyemediğimiz, inkâr etsek de varlığını bildiğimiz bir günlük hayat. Daha da doğrusu günlük hayatın o “usyarılmasını” (burada kasten şizofreni değil usyarılması dedim), ahlak yarılmasını… Sözün kısası sessizlikle, görmezden getirerek geçiştirdiğimiz ne kadar yarılma varsa neredeyse hepsini şiirinde bir araya getirmesi Dilek Kartal’ın şiirini özel kılan temel dinamik. En azından beni bugün Dilek Kartal okuru yapan temel dinamik tam olarak bu.
Dilek Kartal’ı edebiyatın içinde farklı ve anlamlı kılan, “edebiyat dışı” zannedilen temalara ve öznelere söz verebilmiş olması. O slogan atmadan, angaje olmadan, mesaisini sözün yok sayılan, susturulan, itibarsızlaştırılan, nesneleştirilen dolayısıyla çölleştirilen alanlara kulak kesiliyor. Ancak bunu dıştan ve üstten bir gözlemci olarak yapmıyor. O anlattığı konuya soğuk ve mesafeli yaklaşmıyor. Hatta “yaklaşım” kelimesi bile Dilek Kartal şiirinde yer almayan bir mesafe. O ne yazdıysa kendi halince yazabildiği kadar yazıyor ve bu dikkati, duyarlığı onun yazdıklarını “yakıcı” kılıyor. Onun şiirini “içten” kılan da tam olarak bu zaten.
Günlük hayattan detaylar üzerine “derinlikli” bir sorgulama yaparak kuruyor Dilek Kartal şiirini. Onda dolmuşta gördüğü enucuzpirlanta.com reklamının da kafede yaşanan sıradan bir hayat kesitinin de… Neyi ele alırsa alsın alabildiğine duyarlı bir kalemle yazıyor ve kendini bir seyirci, gözlemleyici konumuna getirmeden yazıyor şiirlerini. Mazlumların sesi olurken kendini “müstağni” tutmuyor bütün olan bitenlerden. Kendini de “sorgulamaya” dâhil ediyor ve hatta kendine karşı daha sert soruyor sorularını.
Bir akımın, bir ekolün sözcüsü olmak; başka şairlerin biat etmesini beklediği bir manifestoya imza atmak gibi derdi yok Dilek Kartal’ın. O, şiirinde güçlü bir bütünlük yakalıyor. Farklı denemelere kapatmıyor şiirini.
Bir gün izdiham.com sitesinde Dilek Kartal’a, “şiir nereye kadar” diye sormuşlardı. O da şu cevabı vermişti: “Tam da bu günlerde ne iyi oldu Filistinli güzel şair Mahmud Derviş’i hatırlamak. Onun da dediği gibi “Bir şiir, ne kadar güçlü olursa olsun, asla bir savaş uçağını düşüremez, ama bir pilotun düşüncelerini etkileyebilir”. Bunun üzerine ne söyleyebilirim ki. Şiir işte buraya kadar.”
Dilek Kartal, “Şiir buraya kadar” derken buranın neresi olduğuna dair bir şiir alıntılamam gerekiyor.
“nüfusun %16,3’ü yoksulluk sınırının altında kaldı
sürekli yoksulluk riski altında bulunanların oranı %16
(kaynak: tüik)
olsun. yine de öğün! çalış! güven!
iyi de, neyle? nerde? kime?
beni korkutuyorsun
oysa müslüman:
öz. a. 1. din b. İslam dininden olan kimse, muhammedi, müslim, müselman, mümin. 2. hlk. islam dininin kurallarını yerine getiren kimse. 3. mec. doğru, haktan ayrılmaz kimse (kaynak: tdk sözlük)
dir / tek suçlu / hayır ama…./ o zaman sus!”
“Taşı Kim Atacak” ve “Çifte Açmaz”. Dilek Kartal’ın iki şiir kitabı. Bir de “ Çünkü Hayat Bulaşıcıdır” isminde öykü kitabı var Kartal’ın. Her biri birer “çığlık” gibi… Kulak vermek gerek Dilek Kartal’ın kitaplarına…