- “Az Kalan Gölge”, Güray Süngü’nün en yeni romanı. Osmanoğlu Osman çok duyarlı, çok zeki fakat hayata teğet geçen bir tip. Bir tutunamayan bile diyemeyiz onun için. Zira tutunamamak bile gayret gerektirir. Onun teğet geçtiği hayat ise bizim gerçeğimiz. Güray Süngü’nün parçalı bir metinler bütününden oluşan “Az Kalan Gölge”si muhtemelen en rahat okunan romanı olacak.
- “Bize bizi anlatıyor” klişesine uygun kitaplar yazmıyor Güray Süngü. Yazar kaleme aldığı “anlatı” ile okuru arasında bir mesafe kurmaya, okurda “özdeşlik” kuramayacağı bir yabancılaşma duygusu inşa etmeye özen gösteriyor. Peki, anlatılan nasıl oluyor da bizim hikâyemiz oluyor yine de. Ben o “biz”i anlatılanın kendisinde değil de anlatıyor olmanın geriliminde buldum kendi hesabıma. Her cümleden diğerine aktarılan düşmeyen bir elektrik var ve ben kitaplar boyunca o elektriği takip ediyorum. Dolayısıyla okur olan bana bir hikâyeden ziyade cümleden cümleye aktarılarak ilerleyen bir elektrik, bir gerilim geçti gibi geldi Güray Süngü kitapları.
3. Bir “dil” inşa ediyor Güray Süngü. Evet, yine Türkçe. Kelimenin her anlamıyla Türkçe. Ancak sadece Güray Süngü’ce bir dil değil, özel olarak o roman için inşa edilmiş bir dil ile karşılaşıyoruz kitapta. Güray Süngü’nün önceki romanlarının hiçbirinde kurmadığı bir dil bu. Yine de tamamen Güray Süngü’ye ait bir romanla karşı karşıyayız. İki zıt cümleyi aynı metin için kurabiliyorsam bir yerde yanılıyor da olabilirim. Yanılsam da benim yanılgım. Kime ne değil mi?
4. Hayatı bir hapa dönüştürüp yutturan yazarlardan değil Güray Süngü. Ne diyor?“İlaç bende düşüncesinin kendisinde bir zehir olabilir. Ben baktığım yerde yeşil bir ağaç görüyorum. İnsanların o ağacı görmediğini de görüyorum. Onlara bakın burada bir ağaç var diyemem. Ağacın ağaç olduğundan ben bile emin değilim, sadece yeşil bir ağaç gördüğümü biliyorum. Benim baktığım yere bakmalarını sağlamaya çalışabilirim yalnızca. Onlar orada ne göreceklerini kendileri bilirler.”
5. Güray Süngü’nün karakterleri belli bir zamana, mekâna nispet edilebilecek, gerçekçiliğe indirgenebilecek tipler değildir. Bu karakterler gerçekliklerini gerçekçiliğe teslim edilmemiş olmalarına borçludur esasen. Nasıl mı? Gerçekçilik dediğimizde gerçeğin bizzat kendisinden değil belli bir bakış açısıyla, belli bir zihinsel süreçle işlenmiş halini kastederiz esasen. Zira insan, eşyanın hakikatini olduğu gibi değil hem zihinsel olarak hem de içinde yaşadığı kültürün, mensup olduğu dinin, benimsediği dünya görüşünün belirlediği sınırlar çerçevesinde algılayıp, anlamlandırır ve inşa eder ve daha sonra da bu inşayı gerçekliğin bizzat kendisi gibi takdim eder ve gerçeği kendi inşa ettiği gerçekliğe indirger. Güray Süngü ise yazının başında kendisinden yaptığım alıntıda olduğu gibi gerçeği değil kendi algıladığı/inşa ettiği biçimini öyküleştirdiğini saklamaz ve okurun zihnini kendi “çözümüne” indirgemeye zorlamaz.
6. Hikâyesi özetlenemeyecek bir kitapla karşı karşıyayız Güray Süngü’nün yazdıklarında. Mesela Mehmet’i Sakatlayan Serçe Parmağı’nda. Ancak bu cümleyi kurar kurmaz pişman olmamak için okurlardan cümlenin olası çağrışımlarını bir anlığına da olsa unutmasını temenni ederim. Çünkü Güray Süngü’nün yazdığı modern edebiyatta sık sık karşılaştığımız “olaysız” romanlardan değil bu sonuncusu. Ancak olaylar “küçük küçük” adımlarla “parça parça” ilerliyor. Bu yüzden de kitabın oluşturduğu “büyük tabloyu” görebilmek için sonuna dek sabretmesi gerekiyor okurun. Olaylar bir finale doğru akan, finalde kesişip bütünleşen küçük küçük ırmaklar halinde ilerliyor. Kitap tamama erince ilk sayfadaki karalama da dâhil olmak üzere hiçbir cümlesinin ve beyhude yere yazılmadığını hepsinin “büyük tabloda” anlamlı bir parçaya denk düştüğüne şahit oluyoruz.
7. Türk edebiyatında “tercüme” karakterlerin çokluğu dikkat çekicidir. Birçok roman karakteri için yemek tarifi yapar gibi karakter tarifi yapabiliriz. Göz kararı Kafka, kulak memesi kıvamında Dostoyevski, kâfi miktarda Camus… Güray Süngü gerek romanlarında gerekse hikâyelerinde kalemini tercüme karakterlerden ziyade insanlara yaklaştıran yazarlardan.
8. Her Güray Süngü romanı için söyleyebileceğimiz bir özellik de “kurgu sağlamlığı”, Bir Güray Süngü romanını okuyacaksak ilk okumadan sonra “tamamlanamayacak” bir romanla karşı karşıya olduğumuzu çok rahatlıkla ifade edebilirim. Çünkü ilk okuma “büyük tablo” ile yüz yüze gelmemizi sağlayacak, ikinci okumayla da “asıl ilk okuma” tamamlanmış olacak. Peki ikinci okuma ile roman tüketilebilecek mi? Elbette ki hayır…
9. Ömer Türkeş, Güray Süngü’nün ilk yayınlanan romanı Pencere’den hakkında şu tespitte bulundu: “Kahramanının kişilik yarılmasını iç monologlar ve bilinç akışı ile izleten Güray Süngü, etkileyici bir anlatım, boğucu bir atmosfer kurmuş “Pencere”sinde. Her ne kadar ele aldığı temalar okuyucuyu karanlık bir dünyaya götürse de gerek psikolojik romanın iyi bir örneğini sergilemesi gerekse de anlattığı hikayeyle bütünleşen anlatım tekniğiyle övgüye değer.”
11. Roman ve öykü zannedildiği kadar birbirlerine yakın türler değildir. Hem romanda hem öyküde aynı başarıyı yakalayan yazar sayısı ise düşünüldüğünden azdır. İki türü de deneyen yazarların bir çoğu ya öyküde ya romanda daha başarılı olurlar. Güray Süngü her iki türe de hakkını veren yazarlardan biridir.
12. Güray Süngü’nün dört hikaye, yedi roman ve bir novellaya imza attı. Kitaplarının isimleri: Pencere’den, Dördüncü Tekil Şahıs, Düş Kesiği, Kış Bahçesi, Mehmet’i Sakatlayan Serçe Parmağı, İbrahim’in Kaybettiğini Bulmasıdır, Az Kalan Gölge, İnsanın Acayip Tarihi, Deli Gömleği, Hiçbir Şey Anlatmayan Hikayelerin İkincisi, Köşe Başında Suret Bulan Aşk ve Vicdan Sızlar.