Ömer Erdem’in denemelerinde üç ana unsur görüyorum. “Denge”, “mesafe” ve “akışkanlık”. Erdem, konusuna dengeli ve “eleştirel” mesafeyi bozmadan yaklaşabiliyor. Bir yanda da metin akıcılığını, dinamizmini, tazeliğini ve sıcaklığını koruyabiliyor. “Günler Çözüldükçe” ise bir denemeler toplamı olarak bu üç özelliğin de hakikat ateşinden geçtiği bir toplam olarak karşımıza çıkıyor. Zira Ömer Erdem’in kendi şahsiyetini olgunlaştırdığı, kendi şiirini kurduğu dönem, aynı zamanda da Sezai Karakoç’la bulunduğu günler. Dolayısıyla Ömer Erdem’in “denge” ve “mesafenin” en zor korunabildiği bir konuda kaleme aldığı bir denemeler bütünü “Günler Çözülürken”.
Kitapta yer alan her deneme Sezai Karakoç portesine bir çizgi daha ekliyor. Bazen anılar, anekdotlar bazen de Karakoç’un mısraları metinlerin taşıyıcı kolonları oluyorlar. Evet, kitaptan bir binadan bahseder gibi bahsettiğimin farkındayım. “Günler Çözüldükçe”, bir tema etrafında art arda sıralanmış bir yazılar toplamı değil epey düşünülmüş ve tasarlanmış, bir bina gibi inşa edilmiş bir kitap. Beri yandan bu inşa edilmişlik durumunun bizi samimiyetten uzak bir proje ile karşı karşıya olduğumuz vehmini uyandırsın istemem. Çünkü samimiyetin sıcaklığı ve dinamizmi hassasiyetle korunmuş metinde. Bir otopsi raporuyla değil nefes alıp veren, insanda tekrar okuma isteği uyandıran bir kitapla karşı karşıyayız.
“Günler Çözüldükçe”de sayfalar ilerledikçe Sezai Karakoç’un birbirinden ayrılmayacak derecede iç içe geçmiş hayatını, şiirlerini ve fikriyatını da Ömer Erdem’in perspektifinden okuyoruz. Erdem, onun bulguculuğunu, içsel gücünü, davasını mısralarla ve anekdotlarla anlatıyor. Bütün şiirlerini “Gün Doğmadan” ismiyle kitaplaştıran Karakoç hakkında kaleme alınan bir kitabın adının “Günler Çözüldükçe” olması elbette metindeki dengeyi, mesafeyi ve dinamizmi de bir arada barındıran bir tercihin ürünü.
O çokça tekrar edilen ve adeta Sezai Karakoç’un isminin önüne bir sıfat olarak yerleştirilen “Masal” şiirindeki “Doğunun Yedinci Oğlu”nun “Diriliş” fikriyatında o kadar da merkezi bir önem taşımadığını görüyoruz mesela. Karakoç’un külliyatı içinde daha az fark edilen ama onun zihin dünyasını anlamak için daha merkezi bir konumda olabilecek kimi mısraların kitapta öne çıkarıldığına da şahit oluyoruz: “Suyu arayan adam değil/ Suyun aradığı adam ol sen de…” gibi. Şevket Süreya Aydemir’in kitabının ismi üstünden üretilmiş bir kelime oyunu değil bu mısrayı önemli kılan. İki ayrı dünya görüşü arasındaki tavır farkı. İdris ile Prometheus arasındaki farkı çağrıştırıyor biraz da. Suyu arayan adam Prometheus gibi “mülk” edinir gücü/bilgiyi ve onu dilediğine verir. İdris Peygamber ise kendisine vahyedilen terzilik bilgisini insanlara aktarır. Onun bilgisi bir inayetten kaynaklanır. Prometheus ise hırsızdır. Bu Karakoç’un pasifliği savunduğu anlamına gelmez. Suyun aramaya layık bulduğu adam olmak bir “Diriliş” karakteri olmaktır.
Sezai Karakoç, “Hızırla Kırk Saat”te “Ben çok sağlam surlu bir şehirden geçtim” der. Şairin biyografisinin de yardımıyla hangi şehirden bahsettiğine birkaç tahminde bulunmak mümkün elbette. Ancak tahminde bulunmak yerine şairin o şehrin adını niçin açıkça dile getirmediği hakkında fikir mesaisi yapmak bize yeni torum kapıları açmaz mı? “Aradalık, her zaman daha yaratıcıdır gereksiz ve gündelik insan ilişkileri arasında. Belki de böylece kendi olma hakkı kalır kişiye. Sezai Karakoç’un sanatı kadar düşüncesi de poetik bir yüce aralık diye düşünülemez mi? Hızırla Kırk Saat’in başında “çok sağlam surlu İstanbul surları” ve “çok sağlam surlu Diyarbakır surları” demiş olsaydı daha mı anlaşılır olurdu şiiri? Peki anlamak neydi? Anlam, son muydu yoksa başlangıç mıydı? Yoksa bir büyük surun örülüşü sessizce devam mı ediyordu?” diyen Ömer Erdem kitap boyunca tam da bu noktada durduğu için farklı ve kıymetli bir işe imza atıyor.
Ömer Erdem’in kitabı Sezai Karakoç etrafında belli bir maksatla inşa edilen “münzevi”, “derviş” imajını yıkabilecek ayrıntılarla yüklü. “Günler Çözüldükçe” sadece bu amaçla yazılmış bile olsa önemli bir metin vasfını kazanabilirdi. Ancak bunun çok ötesinde ve başka metinlere de ilham olabilecek bir kitapla karşı Umulur ki kitapta yüklü ilhamın hakkını verebilecek başka metinlere, kitaplara imza atılır.
(Bu arada konuyla alakası olmayan bir not de eklemem gerek. Kitapta Şevket Eygi’nin gelip bir ayağı kırık koltuğa oturmasıyla başlayan anıda yer alan koltuğa ben de oturmuş olabilirim. Çünkü 17 yahut 18 yaşında Diriliş’e gittiğimde oturduğum koltuğun da bir ayağı kırıktı. Bir gün belki o anıyı da yazarım. Ancak ve elbette bu başka bir yazının konusudur.)
Kitapta Ömer Erdem, konuyu açmak genişletmek için günlüklerine müracaat ettiğini söylüyor. Umarım bir gün o günlükleri de okuma fırsatı buluruz. Sezai Karakoç portremizin daha da belirginleşmesinde bu tarz metinlerin katkısı olacağını düşünüyorum.
“Günler Çözüldükçe”, sadece Sezai Karakoç okumalarını değil Türk edebiyatında deneme türünün raflarını da zenginleştiren “her cümlesi duyularak, düşünülerek yazılmış” bir kitap.
Sezai Karakoç’a doğru bir adım daha atılmış oldu böylece. “Diriliş” uzun bir yol elbette…