“Şairin kaleminin ucu gözlem gücüdür aslında. Şair gördüklerini süzer ve süzdüğü şeyler şiir olur. Toplumdan kopuk yaşayamaz şair. O yüzden sürekli gözlem halinde olmalıdır.”
Süleyman Emre Bayrak: Şiirlerin yapı açısından hikâyeye yakın, kimi zaman içindeki öğelerle bağlantı kurması zor, okuru yoran ama buna rağmen kendini okutan doğal şiirler. Şiirinin bu yapısını kendi pencereden bize biraz bahseder misin?
Cüneyd Ensari: Şiirim kendimce hiçbir zaman çizgisini bozmadan ilerleyen ve kendi yapısına uygun şiirler. Böyle olduğu için ve şiirde kapalılığı savunmamdan dolayı dediğin şeyler doğru. Şiirlerimi okuyan çevremdeki kişilerden ben de bu tepkiyle çok karşılaştım. Bunu olumsuz bir şey olarak görmüyorum. Aksine yazdığım şiirleri herkesin anlamaması bence şiirin seçkinliğini ve nitelikli olma durumunu da arttıran kriterlerden birisi. Bağlantı kurulma noktasında ise farklı olayların şair açısından çağrıştırdığı durumların farklılığı bağlamında ele alabiliriz. Bu konu hakkında Cahit Zarifoğlu da zamanında fazlaca eleştirilmişti. Fakat şiir şairden çıkana kadar şairindir. Şairden çıktıktan sonra okurun olur. Bu zamana kadar ise şairin yazdığı ve bağlantı kurmaya çalıştığı olaylar kendi kafasında farklı şekillenebilir, okuyucunun kafasında ise apayrı bir biçimde şekillenebilir. Aslında olay bu aşamadan sonra başlıyor ve bizim takılmamamız gereken yerlere gereksiz takılmamız bu olayı anlamlandırma aşamasını gereksiz bir şekilde uzatıyor.
Cüneyd Ensari: Aslında sanılanın aksine benim okumaya başlama serüvenim edebiyatla değil tarihle oldu. Küçükken tarihi kurgu kitaplarla okumaya olan ilgimi arttırdım. Hayatımın her alanında tarih biliminin bende çok ayrı bir yeri oldu. Bu durumda şiirlerime apayrı bir şekilde yansıdı aslında. Kültürel birikim kısmında ise günümüz şiir okuyucusunun artık bazı kalıplara aşina olmak zorunda olduğunu düşünüyorum. Kültürel temeli sıfırdan atmak bizim işimizi çok güçleştirir çünkü zaten hedeflediğimiz kültür düzeyinin aslında çok gerisindeyiz. Burada kültürü yükseltecek olan şair ve yazarla birlikte nitelikli okuyucunun sayısıdır aslında. Yani demek istediğimiz şey şairin de okuyucunun da yerinde saymaması ve dinamik bir yapıya sahip olmasıdır.
Süleyman Emre Bayrak: Şiir serüveninden bize biraz bahseder misin? Şiirinin “Usturakesmez Sirkülasyonundan”…
Cüneyd Ensari: Şiir serüvenime aşağı yukarı 15-16 yaşlarımda başladım. Sürekli bir şey yazıp çizen, karalayan bir çocuktum. Küçüklüğümde hayatımda başlıca şiir, tarih, futbol ve müzik dörtlüsü vardı. Onların egemenliği altında bir çocukluk sürdüm. O zamanlar için İslamcı şairlerin bendeki etkisi apayrı olmuştu. Fakat daha öncesine de dayanan durumlar var. Ortaokul yıllarında verilen şiir ödevlerinde hep yaşıma göre olgun şeyler yazdığımı söylüyordu öğretmenlerim. Ailemin desteği olmasaydı yahut babam bu uğraşıma ket vurmaya kalksaydı şu an şiir serüvenim olmayabilirdi. Babamın şiirle uğraşması da aslında bu serüvenimi etkileyen en temel şeylerden birisi oldu. Bir ikinci durum şiire başlamamdan birkaç yıl sonra çok sevdiğim ve değer verdiğim bir şairin koyu bir şiir muhabbeti içerisindeyken “Kendinden yaşça büyük bir şairin senden tek fazlası yaşadığı yılların çokluğudur” lafı oldu. Bu sözden sonra şiirde “genç şair” tanımı da benim için bir nevi çöp oldu zaten. Çünkü genç diye hitap edilen şairlerin de aslında çığır açabilecek kapasitede olduğu bunun yaşla bir alakası olmadığı gerçeğini anlamış oldum. Bu ayrı bir konu ve bir kitap hacminde anlatılabilecek nitelikte o yüzden çok uzatmak istemiyorum.
Süleyman Emre Bayrak: Şiirlerinden bazılarının karakterleri var “Tepedelenli Recai” ya da “Ebubekir” gibi. Bu karakterleri oluştururken nerden besleniyorsun, karakterler nasıl oluşuyor?
Cüneyd Ensari: Tepedelenli Recai tamamen kurgu bir karakter aslında. Ama şiirlerimde acıyı, zorluğu, mutluluğu yani tüm duyguları yaşayan bir karakter, bir nevi yoldaşım. Neoepik şiirde karakterin olması zorunlu olmasa bile zorunludur aslında. Bu benim görüşüm. Çünkü neoepik şairler ya birincil kişi ağzından kendilerini anlatarak şiirlerini yazarlar ya da ikincil bir karaktere bu özelliklerini yükleyip şiiri yazabilirler. Ama bunu “sen” zamiri içerisine sığdırmaktansa farklı bir karakter kullanmayı yeğ tutarlar. Bu karakter de ya kurgu olur ya da çevresindeki bir kişi olur. Tıpkı kurgu bir karakter olan Tepedelenli Recai ve arkadaşım olan Ebubekir gibi. Tepedelenli Recai ile olan dostluğumuzun daha da süreceğini tahmin ediyorum diyeyim fazlaca açmadan. Ebubekir ise en yakın arkadaşlarımdan birisi aslında. Şiir yazılmaya başlandığında kendisi merkeze alınarak başlanmamıştı ama eksen yavaş yavaş ona kaydı diyebilirim. Çünkü şiir bir anda yazılarak değil adım adım dökülerek gelişen bir şey.
Süleyman Emre Bayrak: Şiirinin Neo-Epik şiirle çok ortak noktası var. Bu konuda sen neler söylemek istersin?
Cüneyd Ensari: Başta bahsettiğim gibi tarihle benim aramda çok farklı bir bağ vardır. Bir yerde arasında bu kadar sıkı bir ilişki bulunan bu iki varlık için nasıl bir yol izleyebilirim dedim. Çünkü tarihten de şiirden de vazgeçemeyeceğimi biliyordum… Epik şiir benim tek kaçış noktam, bunda hemfikiriz. Ama neoepik işi daha ayrıntı. Epik şiirin dinamiklerine daha da hakîm olduktan sonra şiir anlayışıma en yakın tarzın neoepik olduğunun farkına vardım. Çünkü yeni nesil insanın ve yeni nesil şiirin biraz daha serbest ve kalıpları kıran tarzda olması gerektiğini düşünüyorum.
Cüneyd Ensari: İspanya’nın özerk bölgelerine tarihe olan ilgim nedeniyle ayrı bir alakam vardı. Özellikle Endülüs ve Gırnata tarihine… O şiirleri de bu ilgimin yoğun olduğu dönemlerde yazmış olmam gerek. Çünkü Barselona ve Katolonya tarafları kayda değer bilgiler elde edebileceğimiz coğrafyalar. Üstelik neoepik şairlerin biraz araştırmayla bunun üzerine çok değerli eserler çıkarabileceği bir alan. Tarih şiiri besleyen ana damarlardan birisidir. Dediğim gibi Gırnata ve Barselona da kıymetli bölgeler.
Süleyman Emre Bayrak: Biraz da “İstanbul’dan Çay Bekleyen Adrenal Korteksin Izdırabı” şiirin üzerine konuşmak istiyorum, bence kitaptaki en iyi şiirlerden biri. Öbür şiirlerinin aksine biyoloji terimlerini kullanıyorsun, şiirin kurgusu da gayet iyi… Sen bu şiir özelinde bize ne söylemek istersin?
Cüneyd Ensari: İstanbul’dan Çay Bekleyen Adrenal Korteksin Izdırabı isimli şiir dediğin gibi biyolojik terimlerin çokça kullanıldığı bir şiir. Realist olmak gerekirse aslında meslek olarak hayatımda sadece tek bir şeyi kafama koyuştum bir aralar. O da doktor olmak. Bu duyguyu o sıralar hat safhada yaşadığım için biyolojik terimlerin fazlalığı göze çarpıyor. Bir başka nedeni ise şiire yeni bir şeyler katma uğraşı olmuştu. Nasıl harmanlayabilirim diye kendime sorarken ortaya bu şiir çıktı ve bence sağlam, güzel bir şiir oldu. Ayrıca şiire olan yorumundan dolayı da teşekkür ederim.
Süleyman Emre Bayrak: Diğer şairlerden daha uzun yazıyorsun. Bu yazma ve şiire çalışma sürecini nasıl etkiliyor. Şiirinin üzerine nasıl çalışıyorsun?
Cüneyd Ensari: Aslında ekstra bir çalışmam olduğunu söylersem yalan söylemiş olurum. Kitap okumak ve heybemin dolmasını beklemek dışında pek bir şey yok. Şiir yazma reçetesi gibi bir şey ortaya süremem çünkü bu şiirin ruhuna aykırı bir davranış olur. Ayrıyeten şiirin tasarlanarak yazılmasının ne kadar doğru ne kadar yanlış olduğunu da Ruhsatsız 04’te tartışmıştık. Fakat bir husus bu alanda dikkat çekiyor: Gözlem. Şairin kaleminin ucu gözlem gücüdür aslında. Şair gördüklerini süzer ve süzdüğü şeyler şiir olur. Toplumdan kopuk yaşayamaz şair. O yüzden sürekli gözlem halinde olmalıdır. Gözlem sonucu kafamda yazdığım çok şiirim vardır. Sadece kâğıda dökmesi kalmıştır aslında.
Süleyman Emre Bayrak: Kitap Tepedelenli Recai üçlemenle bitiyor. Bu üçleme hakkında ne söylemek istersin?
Cüneyd Ensari: Daha önce bahsettiğim gibi Tepedelenli Recai şiir serüvenim içerisinde bana yol arkadaşı olan kurgusal bir karakter. Ama öyle içten ve öyle candan bir yoldaş oldu ki çoğu gerçek insandan daha yakın hissediyorum kendime… Tepedelenli Recai’yi bir nevi mazlumlara, aşk acısı çekenlere rehber olabilecek nitelikte tasarlanmış bir karakter olarak düşünüyorum. Onunla uzun bir yol yürüyecekmişiz gibi duruyor ve ben bundan kaynaklanan heyecanımı tarif edemiyorum diyeyim.
Süleyman Emre Bayrak: Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?
Cüneyd Ensari: Soruların için teşekkür ederim Süleyman. Sağlıcakla kal.
Çok feyizli bir sohbet olmuş Süleymanciğim. Cüneyt gardaş senin de gönlüne bereket. Okurken çok keyf ettim.