Melih Yıldız: Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Erdoğan Gönüllüler: 1934 yılında Trabzon Merkez’de doğdum. Erkek Sanat Okulunu bitirdim. Daha sonra dışarıdan Öğretmen Okulu imtihanlarına girdim ve öğretmen olarak mezun oldum. 1955’ten 1960 yılına kadar da ilkokul öğretmenliği yaptım. 1961’de ise öğretmenliği bırakıp ticarete başladım. 1961’den 1964’e kadar kuruyemişçilik ve sportoto bayiliği yaptıktan sonra kitap kırtasiye işine başladım. Dükkânı da Hacıkasım’a; Uzun Sokak’ın paralelindeki Kanuni Karma Ortaokulunun karşısına taşıdım. 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı olurken, Dost Kitabevi’ni açtım. 1987 yılında da Kristal Pasajına geldim. O gün bugündür de bu pasajda birçok Trabzonlu’ya sahaf olarak hizmet veriyorum.
Melih Yıldız: Günümüzde birçok kişi sahaflık yapıyor… Size göre bir sahafta olması gereken nitelikler nelerdir? Herkes sahaf olabilir mi?
Erdoğan Gönüllüler: Tabii ki sahafların belli başlı nitelikleri olması gerekir. Sahaf, eski baskı kitapları temin edecek, nadir eserlere önem verecek… Osmanlıca, Farsça, Arapça vs. Eski dergiler, eski kitaplar, bütün eski yayınlar… Sahaflar genellikle edebiyat ve tarih üzerine olan kitaplara ağırlık verirler. Sahaflar da kitabın yanında plak işi de olur, koleksiyonlar da olabilir. Mesela bende pul koleksiyonu var… Para koleksiyonu; madeni ve kâğıt paralar… Ayrıca kitapların da meraklıları, kitap koleksiyonu yapan arkadaşlarımız da sıklıkla karşımıza çıkıyor tabi. Kitap merakı çok okumaktan kaynaklanıyor. Sahaf, yaşlı insanlardan ya da onların çocuklarından torunlarından aldığı eski kitapları inceleyecek; tarihine göre, yazarına göre, özelliğine göre kitapları ayıracak. Bunları yapabilmesi için de tabii ki derin bir bilgi birikimine sahip olması gerekiyor. İyi bir sahaf, dükkânına gelen kitapseverlere, kitapları hakkında ayrıntılı bilgi verebilmeli. Bu nedenle sahaf olmak için çok okumak ve çok araştırma yapmak gerekiyor.
Melih Yıldız: Size göre sahaflık anlayışı günümüzde değişti mi?
Erdoğan Gönüllüler: Pek değişti sayılamaz! Sahaf olan kişi eski kitaplara ağırlık veriyorsa sahaflık geleneğinden kolay kolay uzaklaşamaz. Niye uzaklaşamaz yeni kitaplar sahaf dükkânından içeri girmez. Büyük şehirlerde sahaflar yeni kitaplara dokunmaz, almaz. Sadece eski kitapları tercih ederler… Ama Trabzon gibi, Adana gibi ve ya Kayseri gibi şehirlerde varolmaya çalışan sahaflar, okuyan insan sayısını arttırmak ve yaşadıkları şehrin kültürel hayatına katkıda bulunabilmek için dükkânlarında yeni kitapları da bulundurmak zorunda kalıyorlar. Ama dediğim gibi sahafların en önemli özelliği eski ya da nadir kitaplarla okurları araştırmacıları buluşturmak olmalıdır. Bu anlayış devam ettikçe de sahaflık geleneğinde pek bir değişiklik olmaz.
Melih Yıldız: Bir kitabın kıymetli olup olmadığını ilk bakışta anlayabiliyor musunuz?
Erdoğan Gönüllüler: Bir kitabın değeri; yazarına, baskı sayısına, basıldığı yıla ve yayınevine göre anlaşılır. Bu kıstaslara göre de kitabın değeri artar ya da azalır. Tabii ki kitapların türü de kitabın değeri açısından önemlidir. Sahafların eline birçok kitap geçtiği için, eğer kitap çok eski değilse, pek sağlıklı değerlendirme olmasa da zamanla bir bakışta kitabın değeri anlaşılabilir. Ama asıl olması gereken, bir kitabı inceleyip, araştırıp hak ettiği değeri kendisine verebilmektir.
Melih Yıldız: Kıymetli bir kitap bulduğunuz da ne hissediyorsunuz?
Erdoğan Gönüllüler: Kıymetli bir kitap bulduğunda, insan tabii ki seviniyor. Bulunan o kıymetli kitabın mutlaka bir meraklısı vardır… Mesela bundan birkaç gün önce -çok eski değildir ama- ‘’Metin Toker’in Şeyh Sait İsyanı ile ilgili bir kitabı var mı sende?’’ diye sordu bir arkadaşımız. Buluruz, araştırırız dedim. Başka bir arkadaşımıza sordum, kitaba meraklı bir arkadaşımız. Kitabı onda bulup kitabın peşine düşen arkadaşımıza getirdim. Kıymetli bir kitabı bulmanın yanı sıra böyle araştırma yapan insanlara da yardımcı olunca seviniyor insan…
Melih Yıldız: Trabzon’da sahaflığın geçmişi hakkın da bizi biraz bilgilendirir misiniz?
Melih Yıldız: Okurları göz önüne aldığımızda geçmişteki okurlar ile günümüz okurlarını kıyaslar mısınız?
Erdoğan Gönüllüler: Ben bu soruyu şöyle cevaplayayım: Şimdi öğrencilere ödev veriliyor, öğretmen bir kitap ismi söyleyip öğrenciden o kitabı okumasını istiyor. Öğrenci de bugünkü şartlarda öğretmenin kendisine ödev olarak verdiği kitabın özetini internetten bulup, öğretmene getiriyor. Ödevi yaptım diyor. Tabii ki bu ödev olmuyor, kopya oluyor! Nasıl ki öğrenci sınıfta imtihanda kopya çekiyorsa, öğrencinin internetten alıp getirdiği kitap özeti de ödev olmuyor kopya oluyor. Öğretmenler ödevleri sorgulamalı. Bir de bir öğrencinin yılda bir kitap okumuş olması kabul edilemez. Bir öğrenci ilkokuldan başlayarak yılda en az beş-on kitap okuması lazım. Tabii ki bu sayı üniversite öğrenimine kadar artmalı… Böylece öğrenciler okuma alışkanlığı kazanmış olur. Biz, bu alışkanlığı okullarda veremiyoruz; vermiş olduğumuz eğitim yeterli değil. Yani anlayacağınız bugünkü şartlarda bilgisayarlar, televizyonlar okuma alışkanlığını bitirdi. Ama bu bizim eğitim sistemimizin yanlışlığından ileri geliyor. Şimdi bazıları diyor ki: ‘’Ben, o kitabı internetten indirdim.’’ Ben de diyorum ki, sen şimdi o kitabı eline alıp, dokunup okumadıktan sonra internetten indirdiğin o kitabın ne önemi var! Okuduğundan ne zevk aldın?