Madi-Askar Kanzharovich – Tugay Bey hoş geldiniz. İlk olarak söyleşi teklifimi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Bugün sizinle genel olarak edebiyat, edebiyat çerçevesinde de romanlarınız üzerine bir söyleşi gerçekleştirmek istiyorum. İlk sorum şu şekilde: Edebiyat gerçekten önemli bir şey midir?
Tugay Kaban – Hoş buldum. Ben, size en başta, Orhan Pamuk’a Satmak İstediğim Roman isimli eserimi ve bazı öykülerimi tercüme ettiğiniz için teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum. Bu söyleşiyi kabul etmiş olmam, sizin, eserlerimi tercüme ederken göstermiş olduğunuz gayretin yanında çok küçük bir şey. Sorunuza şu şekilde cevap vereyim, evet, edebiyat gerçekten önemlidir, çünkü bu yeryüzünde, hayatın insanı sürüklediği, sıkıştırdığı ve en sonunda çoğu zaman hapsettiği zamanların dışında çok az şey insana nefes alma imkânı sunuyor, edebiyat insana nefes aldıran o çok az olan şeylerden biri. Bunun yanında kendi zamanının ilerisindeki birilerine bir şeyler aktarmak için de en güvenli alan bence edebiyat. Tekniğin yıpratıcılığından korunarak hayatta kalma gibi ciddi bir özelliği var çünkü.
TK – Bunu şöyle düzelteyim. Diğer insanlar tarafından anlaşılma gayreti güdüyorum.
MK – O insanlar kimler?
TK – En başta kendim. Çünkü şöyle düşünüyorum, her insanın kafasında sesler vardır, kiminin ki mırıltı, kiminin ki bağırtı, kiminin ki ise iniltidir. İnsanın kafasının içinde ilk duyduğu ses kendi sesidir. Elbette onu ilk ne zaman duymuştur, bu büyük bir muamma. O ses benim için hep başka bir insan oldu. Ve anlaşılmak için en çok gayret sarfettiğim insan da içimde olan o diğer kendimdi. Sonra ise benim lisanımı doğuştan öğrenen insanlar geliyor. Onlar tarafından anlaşılmak, cemiyet denilen kıyma makinasının bıçakları arasından, kendimden birçok şeyi feda ederek de olsa geçip gitmem ile sıkı bir bağlantıya sahip. En son ise benim lisanımı bilmeyen insanlar geliyor. Fakat burada fazladan bir ayrım daha yapmak istiyorum, daha iyi anlaşılmak için. Bana göre Türkiye’nin coğrafî konumunun batısındakiler tarafından anlaşılmak pek de mümkün değil. Yani Avrupalılar, benim metinlerimin yüklendiği değerleri anlayamazlar. Elbette bunun en büyük sebebi onların Türkçe ile bağ kuramayacak olmasıdır. Çünkü Türkçe, özü itibariyle Batılı ruhların benimseyemeyeceği değerler taşır.
MK – Bu biraz keskin bir düşünce değil mi sizce?
TK – Diyelim ki öyle, ne fark edecek? Hakikat değiştiremeyiz. Mesela aynı zamanı paylaştığım yazarlara bakıyorum. Hepsi eserlerinin Batılı dillere çevrilmesi isteğiyle yaşıyorlar. Ben de yaşım daha genç iken bu isteği yoğun olarak taşıyordum. Fakat şu anda eserlerimin Doğu dillerine çevrilmesi için tabir caizse çırpınıyorum. Çünkü dilimin gerçekleriyle karşı karşıyayım. Batının yokedici tekniği ile yoğurduğu lisânı, sömürmek üzerine hayat sürüyor. Türkçe ise bu yokediciliği taşıyabilecek bir mizaca sahip değil. Türkçe ile mesela Kazakça veya Kırgızca da bana göre yokedicilikten oldukça uzak lisânlar.
MK – Sizce öykü türü nedir?
MK – Eserlerinizi genel olarak postmodern teknikle mi yazıyorsunuz.
TK – Buna evet demek zorundayım fakat postmodern kelimesini çok da kullanmak gayesinde değilim. Kullanmak durumunda kalıyorum zira genel olarak anlaşılmak kolaylığından yararlanıyorum. En azından postmodernin ne olduğu az çok biliniyor, kendi terimlerimle konuşursam, bunun kısa vadede işleri karıştıracağı kesin. Postmodernizm yaşadığımız zamanı tanımlamak açısından başlangıç olarak yeterli. Eserlerimde kendi hayatımdan yola çıkarak başka hayatları ele alıyorum. Bu hayatların karmaşası postmodernizm ile anlatılmıyorsa, bence boşa kürek çekiliyordur.
TK – Açıkçası yazarlarımızı engelleyen şey yayıncılar ise onlara tavsiyem eserlerini İngilizce yazmaları. Çünkü yayıncıları bahane olarak kullanmak trajik. En azından İngilizce yazarlarsa, trajedilerinin içine biraz komedi de katabilirler.
MK – Son olarak şunu sormak istiyorum: Bazı eserleriniz benim tarafımdan Kazakçaya tercüme edildi. Kazak okurlara genel hatlarıyla neler söylemek istersiniz?
TK – Fransa’da bir üniversite kürsüsünde konuşmaktansa, Kazakistan’da bir kütüphanede edebiyat konuşmak benim için daha önemli bir şey. Çünkü her ne kadar bu zamanda bütün milletlerde ve doğal olarak lisânlarda öze dair kayboluşlar yaşansa da bu yaşananlara sebep olmayan milletler ve lisânlarla içli dışlı olmak daha erdemli bir hareket. Türk yazarların da artık Batının katliamlarla bezenmiş tablolarından yüz çevirip Doğuya bakmaları gerektiğini düşünüyorum. Kazakistan’da edebiyatı ve hayatı gerçekten yaşayan ve gerçeklerden yüz çevirmekten uzak duran insanların, anlatmak istediklerimi anlayacaklarını biliyorum. Çünkü yaşamak da ölmek kadar uzak değil hiçbirimize.
MK – Teşekkür ederim.
TK – Ben de. Sürç-i lisân ettiysem affola.
Bu söyleşi aynı zamanda Kazakistan’daki ünlü edebiyat yayın organı Қазақ әдебиеті’de yer aldı.