Üflenmemiş Rüzgarlar’ı bitirdiğimde kitabın adının güzel olduğuna ama ezeli bir konuyu baş tacı etmiş Lidyamis’in Ölümü adlı öykünün kitabın adı olması gerektiğini düşündüm nedense.
Ezeli konudan kastım, bir yere yabancı biri gelir ve hikaye alır başını gider. Gelmek ve gitmek çoğu zaman kasırga olur. Bu kasırgayı nasıl yöneteceğini bilen yazar her zaman başarılı olmuştur. Zorba’da Patron çıkıp gelmişti. Küçük Ağa’da İstanbul’lu imam. Bir sürü örnek sayılabilir edebiyat dünyasından. Zira sinema sanatı da gitmek ve gelmek üzerine unutulması mümkün olmayan eserler ortaya koymuştur. Corleone’nin yanındaki oğulları dururken okuyan oğlu çıkıp gelmiştir. Gelmese tüm zamanların başyapıtı bir film olmazdı. Aslında Lidyamis’in Ölümü’ünü bir Yeşilçam melodramı izler gibi okuyorsunuz. Biraz karamsar, ama çerçevesi sağlam bir film.
Üflenmemiş Rüzgarlar’ın ilk bölümündeki tek öyküde İdil Miyas çıkıp geliyor kasabaya. Kasabanın şiirle yatıp kalkan delisinin koyduğu adla Lidiyamis. Daha önce yazılmış benzer örneklerinde görülmüş klişelerle ilerliyor öykü. Yeni geleni sevmeyen kasabalı, yeni gelenle anlaşan bir deli. Öyküde kasabalıların neden bu kadar dışlayıcı oldukları tam olarak açıklanmıyor. Tersinden de bakılabilir tabi ki. Belki Lidiyamis ile deli Sazaki kasabalıları dışlıyorlardır. Çünkü onlar şiirle ilgileniyorlar, piyano çalına bir güzel kız var, sıradan değiller, sıradan günler geçirmiyorlar, sanatla günlerini güzelleştiriyorlar. Bu ülkede Atso Şapov adlı şairin ismini duyan, şiirlerini okuyan kaç kişidir. Sayısı az kişiler arasında baş karakterler var. Evlerin duvarlarına şiir yazan bir deli var sonuçta. Bu eşittir tüm toplumdan üstün olmaktır.
Kitabın en uzun öyküsü bu iki kişi arasında geçiyor genel olarak. Bakkal karakteri, Sazaki’nin kim olduğunu açıklasın diye var öyküde. Biraz zorla inşa edildiği belli oluyor. Ana karakterlerin toplumla kopuşunun sebebi birkaç farklı karakterle veya eylemle açıklansa daha vurucu bir hikaye ortaya çıkabilirdi. Öykünün finalinin aceleyle yazıldığı hissine kapıldım nedense. Ama şiirle, güzellikle dolu olan hayatları katletmesini iyi bilen kötülerle dolu bir dünyada yaşıyoruz. Masumiyeti kıskanılan, varlığı toplumun haset dişleri tarafından kemirilen, güzelliği iğrençliğe kurban etmek için uğraşanların olduğu bir dünyada şaşıracak bir şey kalmadı. O yüzden yazar kalemini aniden kırmış olabilir.
Kitabın ikinci bölümü kitaba ismini veren Üflenmemiş Rüzgarlar. Bu bölümde altı tane öykü mevcut. Kitabın ilk bölümünde var olan yabancılık bu bölümdeki öykülerin çoğunda göze çarpıyor. Karakterlere verilen isimlerle, karakterlerin psikolojik altyapısıyla, söylenen şarkılarla ve yine dile getirilen şiirlerle bu yabancılık sürekli göz önünde tutuluyor. Kendine ve kendinden olmayan her şeye yabancı kalmış karakterler bunlar. Eminim yazar bu karakterlerden birini ömrü boyunca anlatsa yine yabancılıktan kurtaramayacaktır. Belki kendisi yabancılıktan kurtulmak istemiyordur. Yabancı kalma derdinin çaresi henüz bulunamadı.
Kaplumbağa Kelimeler öyküsünde yazar olmak isteyen bir kızın, herkesin uzak durduğu ve girmediği bir dükkana girdiğini görüyoruz. Yazar, Gili’nin dükkanını gerçeküstülükten alıp hakikatin göbeğine yerleştiriyor. Aslında yazmak temel olarak böyle bir şey. Kimsenin girmediği o dükkana girmeden yazamıyorsun. O dükkandaki daktiloyu sevmeden olmuyor bu işler. Bu öyküde dükkan sahibi Gili, yedi tane kitaptan kısa paragraflar seçtiriyor çocuk Dona’ya. Bu paragraflarda yazanlarla Dona’nın geleceği ya da durumu hakkında tahminlerde bulunuyor. Alıntı yapılan kitapların hepsi yabancı yazarlara ait.
Bu öyküde de anlatım, dükkanın tasviri, alt metinde görülen yazarlık isteği ve yine toplumun dışında kalan karakterler mevcut. Bu öyküyü okuyunca iyice anlamış oluyoruz artık, yabancı kaldıkça yazmayı başaran bir yazar var karşımızda.
Kırmızı Kraliçenin Elleri kitabın en kısa öyküsü. Öykü zincirinin küçük, küçük olduğu kadar dayanaklı bir halkası bu. Ateşten zincir, ateşten cümleler ve İlahi Komedyan’ın Cehennem’i.
Aranjuez’in Sesi öyküsünde ozan Hernandez’le tanışıyoruz. Aranjuez adlı kasabaya “ bir çilek mevsimi, güneş kızıl perdelerini örtüp gözlerine koyu ipek geceyi çekiyorken” giriyor hiçbir yerde çok kalamayan ozan Hernandez. Her yere yabancı. Kasabada bir arenaya götürüyor bizi yazar. İyi ki götürüyor. Çünkü bu davet en güzel şekilde anlatılmış. Hernandez, kadın bir piradorla tanışıyor ve ondan sonra kitabın en can alıcı sohbetine şahit oluyorsunuz. Hernandez’le Emerald’ın arasında geçen konuşmaların her cümlesi yazarın ne yapmak istediğini açıklar nitelikte. Yazarın hayatla, kendiyle, başkalarıyla olan yabancılığını bu sohbet ayan beyan ortaya koyuyor. Mesela Hernandez bir şiir okuyor Emerald’a:
Önce insanlara anlatır hayatını ozan
Sonra insanlar uyuyunca, kuşlara
Daha sonra uçup giden kuşlar,
Ağaçlara anlatır…
Rüzgar eser sonra dallarda bir hışırtı
Şiiri okuduktan sonra şöyle diyor: “Dünya kelimelerden yaratılmıştır, bayan”. Sonra isimlerle ilgili konuşmaya geliyor sıra. Yazarın karakterlerine isim verirken neden bu kadar farklı tercihler yaptığına hak veriyorsunuz ister istemez. “İsimlerin önemine ya da gücüne inanamam. bayım.”
Aranjuez’in Sesi öyküsü devam ettikçe, daha doğrusu başladığı andan itibaren taş taş örülen muhkem bir şatoya benziyor. Paragraflar gösterişli kuleler gibi büyüyor, cümleler süslemelere dönüşüyor. Öykü bittiğinde karşınızda ihtişamlı bir şato duruyor. Her haliyle kitabın başat öyküsünü unutmamak üzere veda ediyorsunuz.
Zaman Siyahtır öyküsünde şarkılarıyla var olan Esperine ile ormanlardan, yollardan, şehirlerden, masallardan geçiyorsunuz. Aslından önceki öyküdeki ozanın şarkısı yarım kalmış da Esperine şarkıyı devam ettiriyor gibi geliyor insana. Kullanılan üslup ve dil önceki öykülerden aşağı kalmayacak düzeyde. Öykünün içinde tekrar edilen olgular okuyucuyu yoruyor biraz. Ya da sürekli ardı ardına tatlı yeme yorgunluğu bu. Oysa şarkı güzel, anlatım güzel.
“İsmi, insanın ilk öyküsüdür derler” diye başlayan Levaya adlı öykü kitabın en iç burkan öyküsü. Levaya hikayeler biliyor, ismini kimseye söylemiyor. Öykü konusu itibariyle acıtıcı olması yanında, büyük bir direnişin öyküsü olması yönünden dikkat çekiyor. Tasvirleri ,betimlemeleri, hikayesinin ilerleyişi ve finali takdiri hak ediyor. Laveya, yazarın yeteneğini net bir şekilde sergileyen nadide bir öykü.
Karakter yine her şeye yabancı. Asi. İnatçı. Ölüme karşı bile mücadeleci. Diana’nın yabancılaşma sürecini anlatırken daha önceki öykülerdeki benzerlerini okuduğunuzdan dolayı artık tahmin ediyordunuz sonuçları. Kitabın her öyküsünde benzer mesajların ve tekrarların olması biraz göze batıyor. Bunun yanında öyküde yer ve insan tasvirleri, duygu aktarımı, günlük tarzındaki kurgunun başarısı yerli yerinde. Diana’nın üflenmemiş rüzgarları, yabancılığı, bütün kızgınlıkları başarılı bir dil işçiliğiyle anlatılmış.
Günlüğü tutan kişinin özlemi, aşkı, bekleyişi, asla unutamaması, porno dergisinin kapağında da olsa tanıyacağı bir gülümsemeyi sahiplenmesini abartmadan, duygu bombardımanı yapmadan aktarılıyor. Yazarın başarılarından biri de bu yönüdür muhakkak.
Üflenmemiş Rüzgarlar’ın sonuna geldiğimde, yirmi iki yaşında bu kadar yetenekli bir kalemi okumuş olmamın mutluluğunu uzun süre hissettim. Başat, rafine edilmiş bir üslup, kanaviçe işler gibi üzerinde titizlenmiş cümlelerle örülmüş bir ilk kitap bu. Karakterlerin hemen hepsi özgürlüğe tutkun, şarkıları var, hikayeler anlatıyorlar, şiirlerle anlaşıyorlar. Engin bir Türkçenin hala yaşadığına tanık olup umudunuzu koruyorsunuz.
Melisa Yılmaz, Türk edebiyatı için büyük bir kazanç. Fakat sonraki eserlerinde aynı duygulara sahip farklı karakterleri yazmaktan az çok vazgeçmeli. Yirmi iki yaşında yazdığı bu kitap her türlü övgüyü hak ediyor. Çoğu yazarın o yaşta yazı macerasına yeni atıldığını düşünürsek, Melisa’nın durduğu yer gösterişli ve yaktığı fenerin Işığının görülmemesi mümkün değil. Bazı öykülerinin belirli yerlerinde dünya klasiklerinden bir sayfa okuyor izlenimine kapıldım. Çok okuduğu, dünya edebiyatına ilgi duyduğunu kitabında örnekleriyle şahit oluyorsunuz.
Bundan sonraki seyyahlığında her gittiği yere kuyu açmasını, açtığı kuyularda berrak sulara ulaşmasını ve edebiyat ağacını gönlünce sulamasını dilerim.