Kara Hikâye kitabı meseleyi adıyla halleden kitaplardan. Hiçbir öyküyü okumadan, sadece adıyla ve kapağındaki karayla size hazır olun mesajı veriyor. Nitekim kitabı bitirdiğinizde adının ve kapağının hakkını fazlasıyla veren bir kitap okumuş oluyorsunuz. Hikâye kara, yazarın meselesi kara, karakterlerin geneli kara. Ama tüm karalar birleşince ortaya bir sonbahar şafağına eş aydınlık çıkıyor.
Kitapta acı resitali yapılıyor neredeyse. Anne acısı, baba acısı, ölümün gösterişli acısı, dünyaya eş dostlukların acısı, iyi ki yazarın ömrüne bulaşmış dediğiniz sevda acısı, ateş gibi yayılan aldatılma acısı, hatta ve hatta aynı hayatları yaşayanların acısı. Bunları toplayınca acıyla sırtı yepişlenen, ama inatla büyüyen yokluklar yapıyor. Bunları toplayınca Kara Hikâye yapıyor. Bu acıların soyu aynıdır sonuçta. Kürşat Çelik, kendi karasından ve hayatın eşsiz karasından şahane resmini çizmiş gözüküyor.
Karakterlerin çoğu bunalımlı, hüznün koynunda yaşayan karakterler. Kendini bulma çabasında mağlup olmak üzere olan karakterler bunlar. Muhtemelen bu mücadeleden galip çıktıkları da oluyordur. Çünkü bazı karakterlerin belirsizlikten beslendiğini biliyoruz. Zira öykülerin konuları yardım ediyor onlara. Aynı yere farklı yollarla gelen karakterler var. Bu çoğu kitapta sorun olabilir. Ama Kara Hikâye’de bağlayıcı oluyor. Dağılmadan takip ediyorsunuz. Misal olarak ölümün işlendiği öyküler verilebilir. Ölüm acısını farklı karakterler üzerinden anlatırken hiç sıkılmadan ve merak ederek okuyorsunuz.
Virgülü bol, duraklaması çok cümlelerden oluşuyor öyküler. Kısa, birer kelimelik aralar ve vurucu ifadeler. Anlatma gücü sade, sadeliği kadar etkileyici. Kapınızı ardı ardına çalan bir yazar var karşınızda. Kullandığı dili hikâyesine göre esnetebilen ve bunu dilin inceliklerini kullanarak yapan bir yazar. Çevik, cevval bir dil. Bu yüzden dolayı aynı acıları farklı karakterler üzerinden anlatırken dağılmıyorsunuz. Aksine etkileniyorsunuz.
Ölüm kitapta doğal olarak köşe başını tutan önemli aktörlerden biri. Diğer bütün acıların ölüme eşdeğer olduğunu varsayarak rahatlıkla söylenebilir bu. Bunun yanında ölümle yoğrulmuş hikâyeler ayrıca değerlendirilebilir. Ölüm söz konusu olunca duygu yoğunluğu artan metinler ortaya çıkmış.
Hikâyesine anlatmaya başlamadan önce meramını anlatmayı ya da dertleşmeyi tercih eden metinler var. Bir manada konuya hazırlıyor okuyucuyu bazı öykülerin giriş kısmında.
Öykülerde rüyalar görülüyor. Karakterleri perişan eden, daha da bunaltan, kimi yerde mutluluğa yeni renkler çalan rüyalar. Yazar rüya görmeyi seviyor. Rüyalarla öykülerine yol açmayı yahut açtığı yollara ket vurmayı iyi biliyor.
Kara Hikâye adında bir öykünün olmadığı kitapta on iki tane öykü mevcut. Kara Hikâye ismi bir çatı gibi güvence altına almış on iki öyküyü. Kitabın ithaf kısmında şöyle yazıyor: Annemin ellerine ve babamın dizlerine. Güzel ithafı da öyküden saymamak insafsızlık olur.
Kısa kısa cümlelerin, kesik kesik ifadelerin en güzel örneklerini sergileyen bir öykü Gelenler Alevdi Ateşti İbrahim. Anlatılan konunun yoğunluğunu ve duygusunu müthiş bir ifadeyle okuyucuya aktarmayı başarıyor. Aldatılmanın yıkıcılığını hissediyorsunuz. Alev ağının içinde güçlü bir öykü okuduğunuz için mutlu oluyorsunuz. Kör bir mutluluk bu. Kör, çünkü acısı bol. “Gelenle alevdi, ateşti İbrahim. Sen su dedin, deniz dedin, dalga dedin…”
“Rıfat, bir acıya doğmuştu” diye karakterini tanıtan Bu Böyledir öyküsü belki de kitabın en sarsıcı öyküsü. Ender rastlanır güzellikte giriş kısmı ve sonundaki maçı bitiren yumruğa benzeyen cümlesiyle bir öyküden beklenen her şeyi veriyor. Öykü gücünü, alt düğümleri toplayıp asıl düğümün atıldığı balkondaki çığlığa bağlamaktan alıyor. Öyküde atılan düğümlerin hepsi yerli yerinde. Sokaktaki her şeyi durduran, hatta dünyayı durduran çığlığın öykünün zirvesi olması sarsıcı. Cilası acı olan bir çığlık yankılanıyor böylece. Babası ölen bütün çocuklar o balkondan çığlık atabilir bundan sonra. “Bu böyledir. Babası ölünce insan, çığlık olur.”
Hangi Dua Kurtarır Şimdi Seni öyküsü başlangıcındaki belirsizlik ve yaptığı tekrarlarla güzel kusurlu öykülerden sayılabilir. Yazar yine de es geçilmemesi gereken bir dil inşasını becermiş gözüküyor.
Herkes Susunca Kim Anlatır Hikâyeyi bir ihanetin ve kaybolup giden hikâye anlatıcılarının öyküsü. Anlatımıyla göz dolduruyor. Hikâye ile ilgili söyledikleri önemli. İhanetle ateşi bu öyküde de yan yana getiriyor. Yazarın kalemi güzellikten eksileni tamamlamak için gayret gösteriyor. Tamamlanmayacak olanların farkında. Hayatımızın eksilen yanlarına dokunuyor hüzünlü bir dille.
Kendiyle, varlığıyla, varlarla cebelleşen bir karakter var At Hırsızları öyküsünde. Karakter, gerçekliğin içinde bunalımlarıyla uğraşırken, çıplak sesle okunan bir ezanın cezbesine kapılırken, mikrofon kullanmadan namaz kıldıran bir imamın peşinden giderken, sonunda bir rüyanın içine savruluyor. Evet, savruluyor. Atların koştuğu bir rüyaya. Gerçeklik mi rüya mı diye bir soru düşüyor aklınıza. En azından bu öykü için gerçeklik diye cevap veriyorsunuz. Kendini kurcalayan gerçeklik.
Belki De Hayat öyküsü biçimsel olarak soru sorup, bu sorulara verilen cevaplar üzerinden ilerliyor. “Neyi arıyorsun, yerine geçer mi, annem evlenin diyor, herkes haklıysa haksız olan kim” gibi sorular. Arayışın, güncel bunalımların kaosunda savrulan bir karakter. Öyküyü merakla okuyorsunuz. Sorular ve cevaplar birbiriyle uyumlu olarak bütünü oluşturuyor. Fakat öykünün biraz fazlası var. Yazar sanki buna işaret eder gibi öyküyü şöyle bitiriyor: Galiba hayat dediğin, lafı uzatmamak…
Bir Akşam Gezintisi Değil Bir İstiklal Yürüyüşü, nazikçe katlolan sevdalının yanına götürüyor bizi. Acısı bile güzel. Aşkın tane tane anlatıldığına, şarkılarla, şiirlerle, rüyalarla renk renk boyandığına tanık oluyoruz. Olabildiğine içten, olabildiğine kırgın. Sevdiğine “köpek” derken bile güzel. Hakikat bu ya, kara hikâyelerin içinde aşk çilesinin olmaması düşünülemezdi.
Anlatılan bütün bu yoklukların yazarın gönlüne ve kalemine nasıl dolduğunu bilemeyeceğiz elbette. Ama Kara Hikâye’nin içinde bir yanımız hep saklı kalacak. Balkonda çığlığa dönüşen sesimiz hep orda duyulacak. Kara Hikâye aklımıza düştüğünde herhangi bir şehrin herhangi bir sokağında yürüsek dahi İstiklale doğru yürümüş sayacağız kendimizi. Selalar gönlümüzün yıkık duvarlarında yankılanıp duracak.
Kürşat Çelik ilk kitabıyla insana ait kadim sancıların yerlerini üstüne basa basa gösteriyor. Üstelik bunu tertemiz üslubuyla başarıyor. Hikâyesine inanan ve güzel anlatanların arasına giriyor böylece.
Ne aradığını bilen, hikâyenin peşinde koşturan birine bırakalım son sözü:
“Deli değilim babalar, ben Hasanoğlu’nu arıyorum; onun burada susan hikâyesini. Kör mü oldunuz yoksa sağır mı? Taşın toprağın anlattığı hikâyeyi siz nasıl bilmezsiniz?
Kürşat Çelik, Kara Hikâye, Ketebe Yayınları, 2020, 83 s.